İzleyiciler

1 Haziran 2022 Çarşamba

Duymadım Demeyin, Metinler de Tamir Ediliyormuş..

 


Hiç bilmediğim bir yol üzerinde yürüyorum. Ama yaptığım her şey ezberimde, yani ezberlediklerimle yaşıyorum.

Risk almaktan korkmak denebilir buna ya da vardır herkesin kendince bir yorumu ama ben yorgunum,  sonunu bilmediğim filmleri dahi izlemiyorum.

Bilmem kaçıncı kez izlediğim, tüm repliklerini ezbere bildiğim Harry Potter ve Hobbit ve Yüzüklerin Efendisi serisini yine baştan sona izledim..

Yeni bir yaşamın kıyısında gibiyim.

Ama çoğu kez limanlarım alındı ellerimden. Bocaladım bu koca denizde. Şimdi de sanki çabayı bıraktım.

Geçtiğimiz günlerde yorum yazayım derken bloğumdaki tüm yorumları yanlışlıkla spamladım ve hatta kendi yorumlarımı da.. Zaten tüm yorumlar deyince kendimi de bundan ayrı tutmuyorum ama yine de belirtmek istedim.

Sonra dün bir şey öğrendim. Zeyneb tez yazıyor, hocasıyla çalışmalarıyla ilgili bir şey anlatırken, ‘metin tamiri’ ifadesini kullandı. Çok hoşuma gitti. Metindeki eksikliği tamir ediyorlar. Ama kendilerinden bir şey katarak değil.

‘metinler dahi tamir ediliyor’ dedim, ayakkabımı tamir etmek için verdiğim ve her defasında taban yapıştıran amcanın dükkanının önünden geçerken..

Neyse sonra bu çok hoşuma giden ifade bir anda sanki yüreğimi sızlattı. Sanki içimde bir şeyler umut etti, tamir olunacaklarına inanmış parçalarım varmış.

Ne acı..

Kendimden habersizmişim gibi dile getiriyorum, çünkü bu bir itiraf ve kendimi de çok yermeyim diyorum. Kendimden haberim olsa muhakkak tamir ederdim, haberim olmadığı ya da bir parça daha savunma ekleyecek olursak; o kadar sıkıntının arasında kendimi dinleme fırsatı bulamadım masumiyet kalıbını yapıştırsam inandırıcı olur mu?  

Ne uzun cümle kurdum..

Cümleyi yazarken yorgunluğum arttı.

Anlatırken de öyle oluyor bana, anlatmak yoruyor. Anlaşılmak için illa anlatmak mı gerekiyor? Hugo’nun ‘ağlamak için gözden yaş mı akmalı?’ sözü geldi aklıma..

Gerçekten ama ya, illa anlatmak mı gerekiyor?

Ahlaksızlık diz boyu ayrıca.. Yazacak, söyleyecek de bir milyon tane söz var.

Kalbim kırık, ama çayım demli.

Metinler de tamir ediliyor. Ve Zeyneb beni mutlu etmek için sürekli bana kek getiriyor. Keki çok severim.

İzdiham’ın 53. Sayısı çıkmış bu da kalbimde bir burukluğa sebep oldu. Bülent hocayı rahmetle anıyorum. Onun gidişi çok ağır geldi çok.. Heyecanla beklediğim bir şey daha son buldu sanki.

Hayat.. Bir şiir okuyayım, bir çay içeyim.. Hiçbir yazıyı yazarken de bu kadar sıkışmamıştı yüreğim. O yüzden devam etmeyeceğim. Son kısım da şiir gibi oldu, ama ben şair değilim. Bunu daha önce itiraf etmiştim.

Teşekkürler..

12 yorum:

  1. Bülent hocaya rahmet olsun.
    Yazmak kimi zaman kalbimizi sıkıştırsa da biz yüreğimizdeki sıkışıklıklar bir nebze olsun azalır umuduyla yazmaya devam edeceğiz.
    Metinler tamir edilir mi bilmiyorum ama bunun her şey için geçerli olmadığını tecrübe ederek öğrendik maalesef. Diyeceğim o ki Halo dayının dediği gibi; “bu dünyada bir umut yaşatır insanı, bir de umut öldürür.”

    Bu günlerde yazma konusunda bi tıkanıklık yaşıyorum. Cümle kurmak sanki yoruyor beni, zorlanıyorum. Sanırım bunun bir şeyleri kontrol etmeye çalışmaktan yorulmuş olmam ve akışına bırakmakla da ilgisi var.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bunca tükenmişliğin, bunca sıkışmanın sonunda bir şeyler olması gerekiyor değil mi? Bu kalp ağrısı, bu burun sızlaması boşa değildir..
      Ve yazmak, Stanislaw Jerzy Lec'e
      'Bazıları neden yazar?' diye sormuşlar,
      Cevaben şöyle demiş; 'Yazmadan duracak kadar güçlü bir kişiliğe sahip olmadığından..'
      He yazmamak bir güç mü bunu tartışabiliriz, fakat yazmak iyi ki var..
      Bir gün bir yazı yazacağım ve içerisinde hiç kelime olmayacak, o gün bolca sohbet edelim. Bugün yolda gördüğüm nar çiçeklerinden de bahsederim belki.
      Ve parkta patenle salıncağa binen kızın gülüşünden de..
      Derken belki bir yerlerde sabah olur. Biz de 'vay be, bu da böyle bir şeydi g(d)eldi geçti deriz kim bilir :)

      Sil
  2. Keşke kalbimiz sıkışarak ödediğimiz her bedelin karşılığını alıyor olsaydık ama hayat bu kadar adil davranmıyor sanırım.

    İçinde hiç bir kelime olmadan yazmak ya da hiç bir söz söylemeden sohbet etmek! Anlamak, anlaşılmak! Bunun için aynı dili konuşmak, aynı acılar ve sevinçlerle yoğrulmak gerek sanırım. Yine de anlaşamayacağını bildiğin biriyle konuşmak yerine denemeye değer bir ihtimal.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Karşılığını muhakkak alıyoruz, bazen zahiren bazen batınen.. Muhakkak her şeyin bir karşılığı var.

      Dua mantığı gibi düşünelim..

      Hiç konuşmayan blogum beni anlıyor, hiç sesini duymadığım çiçek, su beni anlıyor. Mesela bu kendi deneyimimdir, su ile konuştuğumda mesela pozitifse suyun yanıtı içinde baloncuklar çıkıyor.
      Konuşmak için kelimelerin yükünü biz omuzluyoruz Sayın Anonim, yoksa kuşların, ağaçların, suyun hiç ihtiyacı yok mesela.
      Aynı acıdan bakmak, aynı açıdan bakmaktan mühim elbette, ama ne yapalım. Yaralarımız ortak değil diye anlaşmaktan mı kaçınalım? :) Kendim için yaptığım bir şeyi size de söyleyeyim, belki bir gün işinize yarar; çekmediğim acıyı dinlerken anlamaya çalışıyorum, empati değil bu kesinlikle anlama çabası. Çünkü biliyorum, her iki insanın ikisi de sağ kolunu aynı şekilde kaybetse acıları parmak izleri gibi kendine özgü.
      Aynı şeyleri yaşamak her insana aynılığı katmıyor.
      Aşk mesela üç kelebek hikayesinde, her biri aynı ateşin etrafında bambaşka hallerde. :)
      Her halukarda, 'Dünya mavidir, tıpkı portakallar gibi' :)

      Sil
  3. Kaçmayalım elbet. Zira şu dünyada birinin hikayesini dinlemekten, onu anlamaya çalışmaktan, zaman zaman içimizi döküp anlaşılmaktan gayrı neye sahibiz ki? Dünyalık işleri beceremedik, ahiret ise bizim elimizde değil, bir sahibi var ve onu dilediğine verir. Biz gönlü mahzunlar olarak, kırık kalplerin, yorgun gönüllerin müşterisiyiz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Dünyada birbirimizden başka kimsemiz yok evet, o yüzden anlaşılmak zorundayız ve anlamak..
      Yoksa çok da çekilesi olmaz bu kamışlıktan koparılıp inleyen Ney'in feryadı.
      Dirilmenin ve ölmenin bir anlamı da olmaz..
      O yüzden iyileşmek için yaralarımıza birbirimizin acısını sürmemiz gerekebilir bazen, belki bazı yaraların panzehri başka bir yaradır.
      Ama ne olursa olsun, bugün güzelliklerden bahsedelim istiyorum.
      Nefes alsın sızılarımız, onlar da dinlensin..
      Ağrılarımıza ara verelim, tamam örtülmüyorlar anladık, anladık canımıza okuyacaklar ama bir mola :)
      Yol uzun, enerji lazım..

      Sil
  4. Merhaba ☺️ Yaralarınız nasıl diye sormayacağım bugün. Güzelliklerden ne haber? Sözüm olsun ben de bir ara size bir güzellikten bahsedeceğim. Hem de dupduru bir güzellikten.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yeni bir yazı yazdım ve ben yanlış okumuşum yorumunuzu. Yaralarımı sorduğunuzu değil, dertlerimi sorduğunuzu düşündüm. Sağır duymaz uydurur gibi oldu. Sormadıysanız selamı üzerinize alınmayın. Güzelliklerden de iyilik sağlık. Sizde ne var ne yok? :)
      Dupduru bir güzellik çok iddialı geldi. Umarım rüya değildir. Ve umarım inancı kırılmış, karanlıkta kalmış, umudunu yitirmekte olan birini inandırabilir. :)

      Sil
  5. Ne mutlu yaralarını güzellik olarak görenlere. Selamınız başımız üste. Dupduru bir güzellik tabiri iddialı gelebilir başkalarına lakin size öyle gelmemeliydi. Rüya değil. Ömer Lütfi Metenin diliyle tarif etmek gerekirse;

    Gülce bir davet
    Mecaz değil
    Maraz değil
    Gülce bir afet
    Peri değil
    Huri değil
    Gülce beyaz sihir
    Gülce ölümcül naz
    Buram buram zehir
    Yar yüzünde infaz

    Sözüm vardı değil mi? Anlatacaktım. Bu geceden daha güzel bir gece olabilir mi?

    Madem gülceden açtık sözü adı Gülce olsun bu güzelliğin. Gönül rızası be huzur makamının bir adı olsa bu hiç şüphesiz Gülce olurdu. Kuran diliyle mutmain olmuş nefsti Gülce. Gönlü gibi zihni de dupduru. Ne istediğini, niye istediğini ve nasıl istediğini bilirdi. Şartlara göre, işine geldiği gibi değişmezdi arzuları. Bunun için bir bedel ödenecekse de en baştan ödemeye razıydı. En derin yarasını yad ettiğinde bile gönlünü bir huzur kaplar yüzü aydınlanırdı. Yaraları yaradandan bir armağandı çünkü Gülce’ye. Ağladığına hiç şahit olmadım ama eminim hangi sebepten ötürü ağlarsa ağlasın gönlü gibi yüzü de aydınlanırdı. Tıpkı bir çocuk gibi masumdu. Kendisinden bir kötülük sadr olmayacağı gibi kimseye de bir kötülük yakıştırmazdı Gülce. Ah Gülce felaketim oldu bu masumiyet. Gülce’yi anıp asaletten söz etmemek mümkün mü? Asalet onun şahsında vücut bulmuş gibiydi. Kimsenin kusurunu yüzüne vurduğunu gören olmamıştır. Ne diyebilirim ki daha başka? Bütün güzel erdemleri Allah onun şahsında toplamış da insanlar arasına canlı bir şahit olarak göndermişti sanki.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bir zamandı, yıl olarak tam aklımda değil. Tarihle aram iyi değil; çok ilginç çok şeyi hatırlayabilen biri olarak tarihleri hatırlamıyorum. Bunu da şimdi konuyla alakasız bir şekilde fark ettim. Her neyse, ne kadar büyük cümleler kurulursa kurulsun, ne kadar yüce ifadeler kullanılırsa kullanılsın hisleri karşılayamadığını düşünüyordum. Bu o zaman öyleydi de. Hatta bir kere demiştim hangi dilde ifade edersem duygularım karşılık bulur?
      Bu bir evreymiş bende. Hissetmiyor muyum yoksa ifadeye ihtiyaç mı duymuyorum bilmiyorum.. Bir şeyler daha mı derine indi yoksa sular mı çekildi onu da bilmiyorum. O yüzden şu an diyebiliyorum; çok iddialı :)
      -di li geçmiş zamanlar kullanmışsınız Gülce'nizi anlatırken.. Cümleleri eskiye düşüren, döndüren nedir? diye sorsam haddimi mi aşmış olurum, yoksa yarayı mı deşmiş olurum?
      Haddimi aşmaksa cevaplamayın ama yarayı deşmişsem üstüne gitmeyi tercih ederim :)

      Sil
  6. Kimseye had bildirmek bizim haddimiz değil diyelim :)

    ‘Gülce’niz’ ifadesi hoşuma gitmedi değil ama bugün -di li geçmiş zaman kullanıyorsam Gülce benim Gülce’m olmamış demekki. Hem zaten bu güneşi yahut rüzgarı sahiplenmek gibi bir şey olmaz mıydı? Benim güneşim, benim yağmurum.. Kulağa ne kadar garip geliyor değil mi? İşte insan gece ayazda kalmadan gündüz güneşin kıymetini bilemiyor diyeyim de sizin sorunuza da cevap olsun.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aaa siz sahiplenmiyor musunuz? Oysa benim en sevdiğim harftir 'mim' kelimenin sonuna geldiğinde başkalarından beni ayırır. Aidiyet içerir. Ben başkasına doğan güneşi bilemem, bana doğduğu kadar benim güneşimdir. Islandığım kadar benimdir yağmur. Sevdiğiniz kadar sizindir. Sahip olmak, size ait olması için dizinizin dibinde, gözünüzün önünde olmasına da gerek yok diye düşünüyorum. Bir şey gönlümdeyse; benimdir, benimledir.. :) buyurun bir de buradan yakın diyelim

      Sil