İzleyiciler

22 Haziran 2020 Pazartesi

Bir Rüya Gördüm..



Bir rüya gördüm bugün, nasıl görmüşsem rüyamdan çıktığımda her yerim ağrıyordu. Sonra ağrılarımı yanıma alıp elimi yüzümü yıkamaya gittim.

Bir an çok alakasız bir şekilde aynaya çarptım. Ayna titredi ama ben sarsıldım. Aynaya hiç çarpmamışım daha önce. Hiç titrerken görmemişim. Gözlerim bozuldu gibi hissettim.

Hazırlanıp evden çıktığımda hala o titreşim beynimdeydi. Neden bu kadar şaşırdım bilmiyorum.

Evet, şaşkınlık bende bir huydur, çok güzel şaşarım, şaşırırım. Ama aynaya çarpmak neden bu kadar hayret verici ki?

Aynalar beni efsunlar, çeker kendine. Bu çekim yüzünden belki; aynaya çarptım, ayna titredi ama ben sarsıldım..

Sonra işte çay içtim, biraz çene çaldım. Biraz çalıştım, biraz mesajlaştım, kitabımı bir yerde unutmuşum, biraz sonra aramaya gideceğim.

Teknik olarak yaz ayındayız, ama mevsimlerin şirazesi kaymış. Çatır çutur yağmur yağıyor, gök gürlemesi..

Sonra rüyamdan düştüm. Az önce rüyamdan gelirken bir parçayı da kendimle getirdiğimi fark ettim. Rüyalar bize dokunurlar.

Rüyalar kimdir?

Kaç kişidir?

Rüyalar insanı nasıl mutlu edip üzer? Mesela bir rüya nasıl 7-8 saniye olmakla beraber bir ömür oluyor?

Elle tutulur hiçbir şey görmediğim rüyam, niye beni kendine çekiyor? Oysa ben uyandıktan birkaç dakika sonra unuturum rüyalarımı..

1,5 yaşımı hatırlayan ben, rüyalarımı unutma ustasıyımdır. Gerçi 1,5 yaşımı hatırlamak da beni çok mutlu etmiyor ama neyse mevzu bu değil..

Rüyamda da ne gördüm? Hiç..

Bugün 22 Haziran, takvime bugünle ilgili bir not düşmüşüm; bir şeylerin temennisini yazmışım. Belki de en çok istediğim şeyin notu..

Ve bugün o gerçekleşmiyor diye şükrediyorum.

Zihnim hala titreyen aynanın beni sarsmasında.. Ve bir de beni rüyamda kim dövdü?


16 Haziran 2020 Salı

Gidenler Bi Zahmet Gitsinler..



‘Gidiyorum’ diyorsun, sonra arkana bakıyorsun, bir süre sonra ters ters yürümeye başlıyorsun ve sonra gittiğin yoldan tıpış tıpış geri dönüyorsun..

Bu nasıl gitmek, gitmek denilen şeyin çoğu kalmak mı?

Bir insanın gönlünde yer edindiyseniz oranın en güzel sakini olun. Çünkü her gönül kutsaldır. Ve gönlün dili, dini, ırkı, mezhebi yoktur.

Yani Mevlana’nın dediği gibi, ‘gönül bu yol geçen hanı değil dergahtır, öyle paldır küldür girilip çıkılmaz günahtır.’

Öyle hadi merhaba ben geldim, hadi ben gidiyorum kuralları gelme ve gitme işini ayaklarıyla yapan kalpsizlerin harcı bence.

Şu an çok bilendim, farkındayım. Ama nasıl bilenmeyim ki? Bu nasıl gitmek?

Bir yerden gittiyseniz eğer, yani bunu göze aldıysanız yok olmayı göze almalısınız. Gitmek yok olmak olmalı.

Gidişler içinde gelişleri barındırmamalı. Ne bu oyun mu oynuyoruz?

İnsanların ruhunu, kalbini azad edin gelme ihtimallerinizden.

Oldum olası hep gelişler korkutmuştur beni. Ve bir kere giden bunu adet edinmiştir.

Oysa ne gerek var?

Bu zulüm değil mi?

Tam yokluğuna alıştığınız, öğrendiğiniz ve varlığını istemediğiniz biri ruhunuzun eteklerinden, paçasından yapışınca hoş mu oluyor yani?

Gidiyorsanız doğru düzgün gidin. Her şeyinizi de alın götürün. Kimse sizin hayatınızın kırıntılarıyla şükretmek zorunda değil.

Her insan özgürdür. Kimseyi yolumu gözlesin diye bırakmayın. Bu bencillik çünkü.

Yeter da.

Yeter.

Ya defolup gidin, ya da kırın dizinizi oturun.

Kendinizi de çok önemsemeyin, kimse çok önemli değildir. Tezer Özlü ablamız ne demiş ‘herkes herkessiz yaşar, kimse kendini oksijen zannetmesin.’

Ben de dahil, kimse yokluğumuzdan ölmez, kimse bir diğerinin yokluğundan ölmez. Doğru ayrılık acı ve hasret çok ağır, ama gönül bütün bunların üstünde. Acıyı da siler, hasreti de bastırır.

O zaman ben gidip biraz kum torbası yumruklayım.


14 Haziran 2020 Pazar

Tam Kendime Nasihat Ediyordum, Dağıldım..





Canım kendim,

Senden özür diliyorum. Bunca zaman ne yaptıysam sana ben yaptım. Gözlerinden akan yaşları sebebi benim.

Neysem onu çektim, bazen düşünerek, bazen yüklenerek, bazen boyun eğerek, bazen maruz bırakarak, bazen zorlayarak..

Ne yaşattıysam sana ben yaşattım.

Yaptığım her şey için bu Pazar gecesinde, Neşet Ertaş eşliğinde senden özür diliyorum.

Bir daha aynısını yapmayacağım ve seni üzmeyeceğim diye söz veremiyorum, çünkü insan birazdan daha fazla tekrardan ibarettir.

En azından ben kendimi sürekli tekrarlıyorum.

Sana söylemek istediğim bazı şeyler var.

Öncelikle, korkularını azat et artık ve aşık ol, seni ısırmayacak.

Müzik dinlemeye devam et ve istediğini dinle. Montaigne ile konuşmayı ihmal etme.

Ruhun neye aitse orada ol ve kalbini yorma artık.

‘Kalp nasıl yorulur?’

Herkesin kalbi aynı derecede yorulmaz ve aynı şeylere yorulmaz. Mesela illa karşılıksız bir aşk yaşamaya gerek yok kalbi yormak için. Zaten yoruyorsa aşk değildir o ve zaten konumuz da aşk değil.

Mesela kalbin sesini duymamak kalbi yorar, karabasan gibi. Hani bağırırsın, ama sesini kimse duymaz. Sonra ağlar sonra uyanır..

E insan kendi kalbini dinlemezse, duymazsa haklı olarak kalp de yorulur.

Sonra kırılan kalp çabuk yorulur, yokuş çıkamaz, yol yürüyemez.

Hevesi kalmamış kalp yaşlı bir kalptir ve bu yaşlılığın insan ömründeki yaşla zerre alakası yoktur, ama hevesi olmayan bir kalbi taşımak gerçekten yüktür.

İçindeki çocuğu yitirmiş kalp, ölüme yakındır; birçok hazzı, neşeyi, huzuru, tadı, kokuyu, acı ve tatlıyı kısmen unutmaya başlamıştır. Ve zaten şey oluyor sonra unutkanlıklar vs gibi hastalıklar ortaya çıkıyor.

Ve artık hissetmeyen bir kalp yani taşlaşmış bir kalp.. yutkunamadım bunu yazarken..

Yani demem o ki, kalbi yoran sayısız şey bulunabilir.

Yorma kalbini, acıtma, ağrıtma sevgili kendim. Çünkü bu hayat sadece sana ait ve kalp de öyle. Kendini tekrarlasan da ikinci bir kalp tekrarın olmayabilir.

Kafamın içi şu an; Pazartesi, Salı, Çarşamba, Perşembe, Cuma, Cumartesi ve Pazar pazarları gibi karman çorman.

Oysa bugün hacamat yaptırmıştım. Dağıldım, gelmeyecek bu yazının devamı.

Neyse geceye selam olsun..

Keşke gece yüksek sesle konuşmak tüm dünyada yasaklansa ve bu kuralı ihlal edenlere ceza yazılsa.

Herkese benden selam..