İzleyiciler

22 Haziran 2022 Çarşamba

Anonimsel..

 


Bugüne kadar farklı niteliklerde yazı deneyimim olmuştur. Ve her türlü değerlendirmeyi de ciddiye almışımdır.

Hatta bugünlerde kitap yazma cesaretini dahi gösteriyor gibiyim, bugün bunun için bir de defter aldım. Yazılarımın başlıklarını da arkasına ekledim.

Sözü çok uzatmadan, yazılarıma gelen en keyifli yorumu yeni bir başlıkla yayınlamak isterim. Bu yorumu ilk okuduğumda ciddi ciddi kahkaha ile güldüm, çok hoşuma gitmişti.

Yorumdan önce şunu belirtmek isterim, benim için kelimeler çok kıymetlidir. Her türlü yorum değerlidir. Hepsini büyük bir ciddiyetle okur ve üzerinde düşünürüm.

Açıkçası, burası benim itiraflarımla dolu bir blog ve bu da itiraf olarak kayda geçsin isterim. Yorumların kime ait olduğunu yüzeysel anlamda sorsam da, kim olduklarını bilmek istemiyorum. Çok meraklı bir insan da değilim gerçi, hatta kim olduğunu bilsem belki aynı tadı alamayabilirdim. :)

Ve gelelim yoruma; 21. Ocak. 2020 yılında yazdığım ve daha sonra arşivlediğim bir yazıyı yeniden yayınladım. 16. Haziran. 2022 yılında ise o yazıya bir yorum geldi, yorum şu şekilde (hiçbir değiştirme yapılmamıştır);  

‘Birini bu kadar sevmek.. Akıl işi değil diyeceğim ama bu konunun akılla ilgili olmadığını inkar eden de yok. İnsan bilinçli olarak birini bu kadar sevmeyi tercih eder mi? Bilemiyorum.. Birisi bu kadar sevilmeyi ister mi? Ondan da emin değilim. İnsana böyle sevme kabiliyetini bahşedenin bir amacı olmalı. Dini-tasavvufi öğretilerde insanın yaptığı her işi Allah'ın rızasını kazanmak için yapması istenir. Yediğin yemeği de Allah için yemeli, uyuduğun uykuyu da Allah için uyuman tavsiye edilir. Bunun yolu olarak da her işte Allah'ı düşünerek eyleme geçmek gösterilir. Kamil bir kul her an Allah'ı düşünmeli her adımını onun için atmalı derler. İlk başta bu öğreti insana pek makul gelmiyor. Yani insan nasıl olur da her an ve her işte Allah'ı düşünerek hareket edebilir ki? Ama insan işte, böyle bir kabiliyete sahip olduğunu başka yollarla da olsa öğrenebiliyor. Birine aşık olduğunda görüyor ki; her an her saniye birini düşünerek yaşayabiliyor insan. Attığı her adımda O'nun kendisinin bu hali hakkında ne düşüneceğini tasavvur edebiliyor.

Yazı da verilen örnekler kadar güzel ve derin örnekler veremeyeceğim için hiç o işe kalkışmıyorum. Bazen yazılarda geçen her konunun gerçek olup olmadığıyla ilgili şüpheye düştüğüm oluyor ama burada verilen örnekleri düşündükçe en azından belli bir kısmının yaşanmadan insanın bu tür farkındalıklar edinemeyeceği açık. Hayatı belli bir boyutta anlamlı kılan bu duygular bağzı açılardan da insanın hayatı kaçırmasına sebep olabiliyor. 'Bilemiyorum Altan'. Gerçekten bilemiyorum. Neyse ki öncelikle bağzı duyguları hissedebilecek, sonra bunları kelimelere dökebilecek ve bunları paylaşabilecek(duyguların muhatabı olan kişiyle olmasa da) imkanlara sahipsiniz. Kıymeti bilinesi ayrıcalıklar. Bırakalım da başka şeyler de eksik olsun. Olsun mu ki? Yine bilemedim.. Fark edeceğiniz üzere bugün kafam yine çok karışık. Satır aralarında kaybolmasını umarak yeni bir satıra geçmeden yazacağım bir de itirafta bulunmak istiyorum sayın hakime hanım.(Böyle hitap ettiğim için lütfen bağışlayın. Bir insana kabul etmediği bir sıfatı isnat etmek ne kadar kabaca değil mi? Bu seferlik beni mazur göreceğinizi ümit ediyorum. Nerdeyse bana bu cüreti sizin verdiğinizi söyleyip bunun için sizi suçlayacağım. İnsan bu kadar da nankör işte. Gösterilen iyi niyeti suistimal etmeye meyilli. Bu, bu şekilde son hitabım olsun.) Ne diyorduk, evet itiraf.. Öncelikle düşünmek, sonra açık açık yazmak ve düşünüp yazdıklarım hakkında konuşmak gibi arzularım var. Arzu demeyelim de ihtiyaç diyelim, zira teşhisi doğru koymak önemlidir. Ne var bunda düşünün, yazın, konuşun dediğinizi duyar gibiyim. Affınıza sığınarak belirtmek isterim ki "eşşekten düşmüşün halinden eşşekten düşmüş anlar" ve sanırım siz bu eşşekten düşmemişsiniz. Hatta bu eşşeğe hiç binmemişte olabilirsiniz. Neyse bu eşşek muhabbetini daha fazla uzatmadan konuyu burada kapatayım :)

Teşekkürler, teşekkürler..’

Tekrar okudum ve yine aynı şekilde keyifli bir hal oldu an benim için, öncelikle bunun için teşekkür ederim.

Yukarıdan aşağıya değil de aşağıdan yukarıya doğru gitmek isterim (huyum budur, ben bir şeyi önce sonundan başlayarak okurum)

Doğrudur eşekten düşenin halinden yine eşekten düşen anlar, ama nereden biliyorsunuz ben düşmedim? Buna meydan okuyorum ve şunu diyorum; göstermiyoruz diye yaramız yok mu sanıyorsunuz? :) Yine de kızmadığımı bildirmek isterim. Bu aralar sadece her işe müdahale edenlere ve arsızlara bir de mızmızlara kızıyorum.

Hakemliğe ihtiyacınız var ise, buyurun efendim; meydan sizin.

Kelimeleri benim kullanım dilimle kullandığınız için teşekkür ederim, eğer benimle alakasız bu kullanımla kullanıyorsanız da hepimize teşekkürler. Zaten yorumu okuduğumda da, eğer ben yazmadığımı bilmesem ben yazdım derdim. Ama konumuz bu değil.

Her yaşanan kelimelere bürünmüyor, her kelime de bir hali ifade edemiyor. Yazarken önceliklerim var muhakkak. Ne kadar açık ifadem olursa olsun, gizlemek istediğim; sırlarım ve sakladıklarım da var elbette..

Ben yazarken, kendimle beraber benimle benzer şeyler yaşayan insanları ya da benim hiç yaşamadığım ama acısını-sevincini en derinimde kendimmiş gibi yaşadıklarımı zihnimde cümleleştirerek yazıyorum.

Okuldayken de hoş olmasa da arkadaşlarımın duygularının mektuplarını yazardım. Bana kim ne hissettiğini anlatabildiği kadar anlatırdı, ben de onu mektuba dönüştürürdüm. Çocukluk işte..

Ve yine hepsi elbette başkalarına ait değil..

Oldum olası Aşk’ta ikiliğe inanmamışımdır. Ve bu husustaki ifadelerim Zeyneb’in tabiriyle derimi yüzecek, darağacına asacak cinsten olduğu için sözlerime burada son veriyorum.

Teşekkürler

Teşekkürler..

 

15 Haziran 2022 Çarşamba

Azad Ediyorum :) (Arşivden)

 


(Baş Not: 21.Ocak.2020, saat: 15.18’de yayınlanmış ve daha sonra yoğun efkârdan dolayı kaldırdığım bir yazıdır. Şimdi yine yeri geldi, paylaşayım dedim.  Tüm vazgeçenlere, vazgeçerken ciğeri sökülenlere, vazgeçemeyenlere ve çay severlere gelsin. Kendinizi yalnız hissetmeyin, sizi de anlıyoruz. Biz, hepimiziz..)

Senin parmakların değdi diye, her baktığımda senin izin var diye kesmeye kıyamadığım tırnağımdan vazgeçtim.

İçinde seni bulduğum şarkıları dinlememeye karar verdim.

Fotoğraflarına bakmıyorum.

Acı çekmemeye yemin ettim.

72 saat boyunca ağrıyan kalbimi azad ettim. Azad ettim ağrısından. Artık sadece kan pompalıyor.

Yaralarımın hepsinin üzerini kapattım. Oysa hepsini tek tek severdim ben, ama hepsine merhem sürdüm kapattım.

Seninle yürüdüğüm tüm yolların alternatiflerini buldum, yönümü değiştirdim.

Bir kere, sadece bir kere benimle yağmurda ıslanmak istediğin için, her yağmurda ıslanmaktan vazgeçtim.

Sonra, işte bu son.

Ben yazmaktan vazgeçtim..

Ne anlatırsam anlatayım yetmeyeceğinden değil.

Seninle anım olan, içinde sen olan her şeyden yüzümü çevirdim.

Çünkü ben 72 saat boyunca kalbim ağrırken,

Yutkunamazken,

Ihlamur gördüğümde ağlarken,

Hıçkırarak ağladığım sırada kahkaha ile gülecek kadar kafayı yemişken,

Bütün bunlara dayanabilme kudreti vermesi için Allah’tan sabır dilerken,

Gözyaşlarımla dilenirken,

Gökyüzünün altına sığamazken,

Ve ayaklarım neden yürüdüğünü bilemezken,

Boğazımda kemik, düğümler nefes almamı sıkarken,

Biriyle konuştuğumda yanlışlıkla defalarca ona senin adınla seslenirken,

Kazağımdan değil, nefes alamadığım için kazağımın yakasını çekiştirirken,

Beğendiğin için beyaz hırkama bakamazken.. ve o kazak çok sıcak tutar,

Sen ısıtmayacaksın diye artık üşümezken,

Üşümekten vazgeçmişken,

Ve 5 dakika da bir sıçrayarak uyandığım uykularımın ıstırabını yaşarken,

Ve hemen ardından 24 saat boyunca seni anmayacağıma söz vermişken..

Vazgeçtim..

Yazmaktan, dinlemekten, görmekten, duymaktan..

Hoşça kal..

İşte en çok bunun için Rabb’im razı et beni.

Üç noktaya yetmeyen nefesim için, güç ver bana..

Ve Rabb'im, beni bu acıdan azad et..

Havalar Bulaşıcı mı?



Altını çizdiğim kitaplar benden miras kalsın istiyorum. Hatta dün buna benzer bir not aldım okuduğum kitaba..

Çok yer tutamıyoruz madem, kelimelerle kalalım, kim bilir biz gittikten sonra bir tebessüme, bir duaya sebep oluruz..

Ne hüzünlü bir giriş yaptım, havalardandır diye düşünüyorum. Havalar da bulaşıcı mı? Havaya göre değişen ruh hallerimiz bunu kanıtlamaz mı?

Ya da hepimiz negatif yüklendik, enerjimizi pozitife çeviremiyoruz sanırım. Belki gücümüz yetmiyor, belki de canımız istemiyordur. Kim bilir? Ben bilmiyorum çünkü..

Dün bulaşık yıkarken bazı şeyleri düşündüm, bulaşık yıkamak güzel bir düşünme anıdır arkadaşlar, hatta temizlik yapmak bir çeşit düşünce odasıdır.

Mesela dedim, eskiden de mi bu kadar duyarsızdı bazı şeyler, yoksa sonradan mı ehemmiyetini kaybetti?

Hemen neyden bahsettiğimi yazacağım, fakat bir dakika müziğimi değiştireyim. (Dinlemek isteyen olursa, Berfin Aktay-Mestan şarkısını dinleyebilirler.)

Müziğimi değiştirdiğime göre bahsini ettiğim meseleye gelelim; bir insanı önemsemek diyorum, zamanla perdesi yırtılan bir şey midir? Yoksa şekil mi değiştiriyor?

Hasta bir insanın sadece ilk hasta olduğu an mı önemlidir örneğin? Süreç uzasa ya da hastalığın niteliği değişse artık önemini yitirir mi?

Bütün ilkler için mi geçerli bu bilmiyorum, ama sanki bir şeyler günden güne önemini yitiriyor gibi geliyor.

Bir insan bir şeyden kırılıyorsa, o ilk kırılmasın diye gösterdiğimiz çabayı sonradan göstermeyişimize ne sebep olur?

Ben bir zamanı hatırlıyorum, insanlar (en azından çevremdekiler) birbirlerine bir şeyi söylemek istediklerinde utana, sıkıla söylüyorlardı; karşısındaki insanı kırmamak için gösterilen en zarif çabaydı bu.

Sonra nasıl oldu da bahar mevsimi gibi o dönem geçti, paldır küldür; herkes ağzına geleni birbirine söylemeye başladı.

Neyin değeri azaldı, insanın mı kelimenin mi? Kime ney oldu? Ve ben o sırada ne yapıyordum?

Eğer izliyorsam bu bütün olup bitenleri, (bakın biten diyorum; bu beni kahredebilir) bana da yazıklar olsun.

Nezaket, asalet, nahiflik, kibarlık, zarafet; insani duygular içerisinde belki de en çok önemsediklerimdendir. Bütün bunların kaybı izleniyorsa ben tarafından, önemsediklerimi kaybetmişsem ve bir şey yapmamışsam, beni kınayalım lütfen esefle..

Evet, bütün dünyayı kurtarmaya gücüm, gücümüz yetmeyebilir. Ama bütün dünyayla hiçbir zaman işimiz yok zaten.

Kendi kapımızın önü, kalbimizin penceresi, kelimelerimizin niteliği önemli değil mi zaten?

Bütün bu kayıplarla, bazı kararlar da aldım, kararlar da bazen kayıptır bu arada bunu da buradan bildirmek isterim.

Şimdi bir çay alıp, arşivden bir yazıyı daha çıkaracağım.

Ve kitaplarım da benden sonra miras olarak kalacak..


10 Haziran 2022 Cuma

Senden Başlamasaydım Eğer (Arşivden)



(Baş Not: Bu yazı 31 Mart 2017 yılında saat 16.06 da yayınlanmış, ne zaman yazıldığına dair yine bir fikrim yok, okuyunca ufaktan hoşuma da gitmedi değil. Yaşımla orantısız şeyler yaşamışım dedim. Neyden bahsettiğimi de çok iyi biliyorum, ama buraya yazmayacağım. Yazının sırrı olsun. Açmayalım perdesini. Şimdi fotoğrafını ve noktalama işaretlerini düzeltip yeniden yayınlayalım bakalım. Noktalama işaretinden kastım da; ünlem olmamalı bazı cümlelerde. Bırakalım, neye şaşırıyoruz ki?)

 

Bu bir itiraf mı?

 

Evet, bu bir itiraf..

 

Her şey ama her şey kolay olabilirdi, eğer senden başlamasaydı. Ve yine her şey çok daha zor olabilirdi seninle olmasaydı.

 

Bir karmaşa, bir kargaşa bir kavga. İçimde yorgun bir atlı ve dermansız ayaklarıyla koşan bir at..

 

Gece olmuş yine ve ben yine uykuyu gömüyorum geceye.. Belki diyorum, uyuya kalmasaydım zamanında, yani seninle kalsaydım biraz daha, belki diyorum geceye başlamasaydım seninle uyuyabilirdim bu gece de.

 

Peki, ben neredeyim bu gece?

 

Zamanında kaldığım uykularda mıyım? Uyanamamışlarda mıyım? Uyanamayanlardan mıyım? Bilmiyorum işte. Uykunun yarı ölüm hali olması mı diyorum kendime?

 

Sahi ölümden mi korkuyorum? Her gece ama her gece neden helalleşiyorum her şeyle..

 

Bırakıp gitme arzusu olmazdı belki, gideceğim yerlerde senin hayalini kurmamış olsaydım..

 

Ah şu içim, ah şu sözlerim, ah şu konuşmalarım ne ağır geliyor bana bir bilsen. Bir bilsen kaç kere kestim dilimi ‘sen’ dedikten sonra kökünden..

 

Bir şeyler kötü olabilirdi sen olmasaydın. Mesela bu şehir, mesela Ankara, mesela gidebilme ihtimalimiz olan her yer kötü olabilirdi işte sen olmasaydın.

 

Örneğin otobüsleri sevmeyebilirdim yahut belki insanların hepsinden nefret edebilirdim. Evet, evet ben tam olarak bundan bahsediyorum işte. Bütün insanları sevmeyebilirdim sevmeye senden başlamasaydım.

 

Sabredemeyebilirdim mesela sabahın köründe duvarını matkapla delen komşuya yahut gecenin köründe son ses müzik dinleyerek sokaktan geçen serseriye.

 

Ne demiştik?

 

Senden başlamasaydım eğer..

 

Evet, birçok şey boş, anlamsız, gereksiz, lüzumsuz, beyhude olabilirdi, senden başlamasaydım eğer. Sen anlam katmasaydın eğer..

 

Renkler mesela, hepsini sevmeyebilirdim, sevmeye yeşilden başlamasaydım. Bana ne diyebilirdim. Maviyi, sarıyı hatta turuncuyu hiç sevmezdim, sevmeye yeşilden başlamasaydım. İtiraf etmek gerekirse eğer renklerle işim olmazdı, senin gülüşünden başlamasaydım renkleri isimlendirmeye..

 

Düşünüyorum da, kaç kişi ömründe deniz manzaralı bir gülüş görüyor ki? Gamzeleri de sevmezdim ben, senin yanaklarını süslemeseydi eğer.

 

Buralarda havalar bir tuhaf, gökyüzü buhranlarda, kendi kendine bir şeyler yaşıyor kendince işte. İtiraf etmek gerekirse gökyüzünü de sevmeyebilirdim, hatta ismim Sema olmasına rağmen, sen o gökyüzünün altında nefes alıyor olmasaydın eğer..

 

Hadi şimdi bir parça çocukluk bırak avuçlarıma, gökyüzünü boyamak için belki bir de fırça sonra bir resim çizelim bulutlara.. Çizdiklerimizin fotoğrafını çekip koyalım anılarımızla dolu sandığa.. Çok değil bir tane balon yeter bana, hayaller sonsuzdur ya.. Belki sonra bölüşürüz renkleri, sen yeşil ve mavi ol yine de. Güneş zaten bazen kızıla yakın kırmızı, bazen portakal gibi turuncu ama çizilen tüm resimlerde sarı.. Bulutlar beyazı üstlensin, gece siyahı..


Bir de umutlar var herkese farklı düşen bir renk ama ben biraz pembe biraz kahverengi bir tık turkuaz biraz çimen yeşili diyebilirim.. Çocukluğumdan bir not düşmesem eksik kalır biliyorum, bana çocukken en sevdiğim rengi sorduklarında, hiçbir rengin boynu bükük kalmasın diye hep ebruli derdim..


Bu da böyle olsun madem..


Unutmadan,

İyi ki yıldızlar kirpiklerin gibi,

 

İyi ki varsın.. 

1 Haziran 2022 Çarşamba

Duymadım Demeyin, Metinler de Tamir Ediliyormuş..

 


Hiç bilmediğim bir yol üzerinde yürüyorum. Ama yaptığım her şey ezberimde, yani ezberlediklerimle yaşıyorum.

Risk almaktan korkmak denebilir buna ya da vardır herkesin kendince bir yorumu ama ben yorgunum,  sonunu bilmediğim filmleri dahi izlemiyorum.

Bilmem kaçıncı kez izlediğim, tüm repliklerini ezbere bildiğim Harry Potter ve Hobbit ve Yüzüklerin Efendisi serisini yine baştan sona izledim..

Yeni bir yaşamın kıyısında gibiyim.

Ama çoğu kez limanlarım alındı ellerimden. Bocaladım bu koca denizde. Şimdi de sanki çabayı bıraktım.

Geçtiğimiz günlerde yorum yazayım derken bloğumdaki tüm yorumları yanlışlıkla spamladım ve hatta kendi yorumlarımı da.. Zaten tüm yorumlar deyince kendimi de bundan ayrı tutmuyorum ama yine de belirtmek istedim.

Sonra dün bir şey öğrendim. Zeyneb tez yazıyor, hocasıyla çalışmalarıyla ilgili bir şey anlatırken, ‘metin tamiri’ ifadesini kullandı. Çok hoşuma gitti. Metindeki eksikliği tamir ediyorlar. Ama kendilerinden bir şey katarak değil.

‘metinler dahi tamir ediliyor’ dedim, ayakkabımı tamir etmek için verdiğim ve her defasında taban yapıştıran amcanın dükkanının önünden geçerken..

Neyse sonra bu çok hoşuma giden ifade bir anda sanki yüreğimi sızlattı. Sanki içimde bir şeyler umut etti, tamir olunacaklarına inanmış parçalarım varmış.

Ne acı..

Kendimden habersizmişim gibi dile getiriyorum, çünkü bu bir itiraf ve kendimi de çok yermeyim diyorum. Kendimden haberim olsa muhakkak tamir ederdim, haberim olmadığı ya da bir parça daha savunma ekleyecek olursak; o kadar sıkıntının arasında kendimi dinleme fırsatı bulamadım masumiyet kalıbını yapıştırsam inandırıcı olur mu?  

Ne uzun cümle kurdum..

Cümleyi yazarken yorgunluğum arttı.

Anlatırken de öyle oluyor bana, anlatmak yoruyor. Anlaşılmak için illa anlatmak mı gerekiyor? Hugo’nun ‘ağlamak için gözden yaş mı akmalı?’ sözü geldi aklıma..

Gerçekten ama ya, illa anlatmak mı gerekiyor?

Ahlaksızlık diz boyu ayrıca.. Yazacak, söyleyecek de bir milyon tane söz var.

Kalbim kırık, ama çayım demli.

Metinler de tamir ediliyor. Ve Zeyneb beni mutlu etmek için sürekli bana kek getiriyor. Keki çok severim.

İzdiham’ın 53. Sayısı çıkmış bu da kalbimde bir burukluğa sebep oldu. Bülent hocayı rahmetle anıyorum. Onun gidişi çok ağır geldi çok.. Heyecanla beklediğim bir şey daha son buldu sanki.

Hayat.. Bir şiir okuyayım, bir çay içeyim.. Hiçbir yazıyı yazarken de bu kadar sıkışmamıştı yüreğim. O yüzden devam etmeyeceğim. Son kısım da şiir gibi oldu, ama ben şair değilim. Bunu daha önce itiraf etmiştim.

Teşekkürler..