İzleyiciler

26 Ekim 2020 Pazartesi

8 Merhaba 1 Hoşça Kal..

 




Merhaba,

Bir gün 3 geceye tekabül ediyor bu günlerde. Sıkça zehirleniyor ve yolda sürekli kuş kanatları buluyorum.

Ekim bitmedi..

Merhaba,

Secret Garden bana Ankara Küçük Esat’ta bir dükkânı hatırlatıyor. Ama hiç kötü hissetmiyorum. Gözlerimi kapattığımda 16 yaşıma götürüyor beni, 15’i yeni bitiren 16..

Merhaba,

Bugün Pazartesi ve hep sevmişimdir Pazartesileri.. Ben bir tek Salı’yı sevmiyorum günlerden. Apostrofla ayırdım ama özel bulduğum için değil bazen sevmediklerimi de bu şekilde ayırıyorum kendimden..

 Merhaba,

Az önce bir aktör gördüm, ne şirin dedim ve sadece o kadardı. Ama bunu yazmak isteyecek kadar şirin buldum onu.

Ve keman ile piyano gerçekten harika bir çift olabilirmiş. İnsanlara ders verecek nitelikle uyumlu bir çift.. Ama ben yine de Ney üfleyeceğim bir gün bütün nefesimle..

Merhaba,

Gergin, kaygılı, telaşlıyım.. Ağzımı açsam sanki sesim çıkmayacak gibi.. Gözüm açıkken basıyor karabasanlarım..

Ne yöne gitmeliyim? Hangi yön çıkar bir yol? Ve neden ağrır insanın başı, kalbi ağırken?

Merhaba,

İyiyim, Selamun aleyküm..

Gerçekten iyiyim.. Anlayamadıklarım var ama.. Mesela; bizi seven insanlar zarar görmemizi isterken neden ‘sana bir şey olursa ben çok üzülürüm’ diyorlar? Onlar için iyi olmak kendimiz için bir şey yapmak nasıl sayılıyor?

Birinin iyiliğini, sıhhatini, mutluluğunu kendimiz için mi istiyoruz aslında?

Ve Merhaba,

Sorularım ne güzel cevapsızlar, bu beni üzmüyor.

En son şeyi fark ettim, üzülebileceğim bir durum ile karşılaştığımda, gülüyorum ve direkt karşımdakinin bunu neden yapmış olabileceğini anlamaya çalışıyorum. Anlamak bana iyi geliyor. Yara almadan kapanacakmış gibi hissediyorum..

Ve uyandığımda her şey düzelecekmiş gibi hissettiğim günden beri, uyuyamıyorum..

Bir daha Merhaba,

Biten çayımı keşke zihin gücümle doldurabilsem ve keşke keşkeler hiç olmasa..

Sözlerime son verirken, mevsimidir, yapraklar dökülür. Ve ben oldum olası yapraklara basamamışımdır. Ve ben hep mevsimi olmadan dökülen yaprakları özenle yerden alıp, sevmişimdir.

Bu bir delilik belki..

Ama düşen yapraklar bana kim olduğumu hiç unutturmaz..

Herkes bir parçasını bir şeyde buluyor işte..

Ve Hoşça kal..

Bu sefer de böyle olsun.  

21 Ekim 2020 Çarşamba

Ekim'den Yana Bir Derdim Var..

 


Bir şeyi çok yönlü düşünmek bir lanet mi bir nimet mi?

Her şeyi düşünmek demiyorum, bir şey diyorum. Mesela ben biri üzgünken gülmekten hayâ ediyorum, biri mutluyken de acı çekmekten.

Bu sanki insanlara saygısızlık etmek ve onlardan bir şeyler çalmak gibi geliyor bana.

Ama hep yanlış anlaşılıyorum.

Aslında belki sadece biraz hassas ve ince düşünüyorum.

Ama neden hep yanlış anlaşılıyorum? Benimle alakalı bir şey olsa gerek.. Evet, tamam kabul herkes ben gibi değil. Herkes zaten kimse kimse gibi değil.

Kimse üzerine bir şey alınmasın, aman kimse benden bir şey ummasın diye verdiğim çaba ne çok yoruyor..

Mesela bir de kırmamak için gösterdiğim gayret var..

Ahh Allah’ım, peki adını koyamadığım, açığa çıkmayan, isme cisme bürünmeyen, ama içten içe kalbimde kanayan bu derdimi ben nereye götüreyim?

Adını bilmediğim derdi kime anlatayım da derdimi iyi edeyim?

Bir yazıya iki ayrı konuyu sığdırmak olsa olsa kafa karışıklığıdır. Ama bu benim, bu ben.

Aynı anda 5 şeyi düşünüyorum ne yapayım?

Peki, bu ekim ayının başlattıkları tam olarak hangi ay da bitecek?

Kalbimdeki bu ağrıyı, bu sancıyı, bu yükü, bu sıkışmışlığı, bu daralmayı, bu avazı, bu.. nerede bitecek?

İsmini koyamadığım, adını bilmediğim bu derdi nasıl anlatayım?

Dinlemediğim müzik, izlemediğim film, okumadığım kitap-dergi kalmadı..

Boyamalar yaptım, yürüyüşe çıktım ve spor yaptım; geçmedi

Elimi kalbime koymaya korkuyorum.

Bu ağrının, bu derdin bir adı olsun diyorken olmuyor işte.

Ekim ne büyük acılar ektin sinemize..

Ne merhem sürülüyor ne sancısı diniyor..

Bir yol var elbet, bir yerlerde bir çıkış yolu. Ama nasıl nerede?

Allah’ım bu sarsıcı, bu yakıp kavuran, ama açığa çıkmayan, adını bilmediğim ve belki henüz tanımadığım; ama anlatırken gözlerimi yaşartan, ama anlatırken nefesimi kesen, ama anlatırken burnumu sızlatan, ama kalbimi acıtan bu derde merhemini sür.

Ve bitsin bu Ekim artık..

 

8 Ekim 2020 Perşembe

Bir Emekli'nin Dilinden..

 


Sonbahardayız..

Ve ben kendimi emekli olmuş gibi hissediyorum. Sanki hayattan payıma düşenleri almış ve bu kadarmış gibi. Yaşamam gerekenler bitmiş gibi. 

Yeni bir heyecana hevesim,

Yeni bir duyguya arzum yok gibi.

Düzenli ve sakin bir hayata geçiş yapma vaktim geldi. Artık sadece bazı sohbetleri edip, bazı yerlerde bulunup, bazı yerlerden uzak durmam gerekiyor gibi.

Gerçi hiç emekli olmadım ama bence böyle bir şey. 

Kavgasız, gürültüsüz, kaygısız, telaşsız, koşturmasız, heyecansız.. Sessiz, sakin, huzur içinde. Bir balkonum eksik..

Gerçi kendime okuma köşesi yaparak iyice kök saldım evin çalışma odasına.

Ve sonbahardayız, bu mevsime en çok sarı yapraklar, yağmur, yağmurun suya düşürdüğü iz, kitap, Secret Garden, sessizlik ve çay yakışıyor.

Bir de şiir.

Ama çay başka o her mevsime yakışıyor..

Ve birini sevmenin ne kadar derin anlamlar içerdiğini, gözlerim uzaklara dalarak anlatmak istiyorum dizimin dibindekilere.

Ama şu an, sanki kalbim yokmuş gibi hissediyorum.

Evet, tam olarak bu.

Bu yüzden bir heyecana yer yok gibi.

Sanki kalbim emekli etti beni. Sanki sadece aklımla devam etmeliyim hayatımın geri kalanında.

Hiçbir çılgınlığa, çocukluğa ve belki pamuk şekerlere yer kalmadı artık.

Lunaparka da belki gitmemem gerekiyor artık.

Bilmiyorum.

Bu halim sanırım etrafımdakileri biraz sıkıyor.

Annem ‘yeter artık biraz bizimle sohbet et, bırak kitaplarını bir kenara’ diye sitem etti. Babam çalışma odasının kapısını kilitleyip, anahtarını gizlemekle beni tehdit etti.

Arkadaşlarım suskunluğumun çaresini arıyorlar.

Ve yağmur yağıyor.

Bülent Parlak bir kitabında ‘insanın en büyük hevesi, karşılaştığı son hevesidir’ diyor.

Ve eve, tam olarak takılıp kaldığım nokta burası. Benim çok acımasızca kırıldı hevesim.

Şimdi yeniden başlamaya ne cesaretim ne gücüm kalmadı.

Yağmur hızını artırdı, sabah Kübra yağmurun çoğalması için dua ediyordu. Yüksek ihtimalle duası kabul oldu.

Ve ben üşüyen ellerimi ısıtmak istemiyorum artık.

 

5 Ekim 2020 Pazartesi

Hmm..

 


Kendimi anlatmaya ihtiyacım var. Evet, buna bir hayli ihtiyacım var.

Ve ardından uzun uzadıya susmaya. Susmak için anlatmaya ihtiyacım var.

Ne zaman kendimle konuşmalarım artsa, bu içimi sıkıştırıyor. Ama şu an nereden başlayacağımı ve nasıl başlayacağımı bilmiyorum.

Nasıl bir başlıkla yazacağım ve nasıl devam edeceğim?

Tamam, plansız olsun diyelim ama söze nasıl gireceğim?

İşte normalde de hep böyle olduğundan susuyorum. Söz konusu kendim olduğunda dilim lâl oluyor sanki.

Ne başlayabiliyorum ne uzaklaşabiliyorum..

‘Neden’ diyorum günlerdir kendime.. Neden her şey bu kadar iç içe?

Mesela birini sevmek neden hep yanlış anlaşılmaya müsait? Yani birini insan sadece güzel bir kalbe sahip olduğu için sevemez mi?

Birine hayran olmak neden ona âşık olmakla eş değer gibi?

Aşk’ı mı küçümsüyoruz, hayranlığı mı yanlış anlıyoruz?

İçimdekiler beni kemiriyor. Açıklama yapma ihtiyacı beni yoruyor, ama konuşasım da pek gelmiyor.

Ne olur anlatmadan doğru anlaşılsak?

Güzel bir kadına, ‘sen güzelsin’ demek neden bir erkeğin ona duyabileceği Aşk’mış gibi? Yani insan hiçbir şey hissetmediği sadece güzel gördüğü birinin bu güzelliğini onaylamak istemiş olamaz mı?

Ama kalp var dimi? Peki, sahiden ama herkes kalbinin sesini duyabiliyor mu?

Aşk’ın girdiği bir kalpte Maşuk sorgulanmamalı. Çünkü hakiki bir Aşk zaten dokunduğu kalpte her şeye Aşk ile bakmayı nasihatler bu böyle bilinmeli.

Ama bu illa bir bedene, bir kaşa göze olması şartmış hissine nereden kapıldık?

Ahh ne çok yanılıyoruz, ne çok yanılgıdan ibaretiz.

Nerede bitmeli bu yazı? Bu söylediklerimle içimdekiler bitti mi?

Hayır.

Çünkü içimdekiler konuşmak, yazılmak istemiyor.

İçimdekiler bir his ise eğer, onu anlamak için hissetmek mi gerekiyor?

Ya da bütün bunları boş verip tarhana çorbası tarifi mi verseydim?

(Ki ben tarhana çorbasını çok severim.)

Kübra’yı da alıp gideyim en iyisi. O beni doğru anlıyor en azından bunu biliyorum.

Hem nankör de değil. Ve onu sevdiğimi de biliyor.

İyi akşamlar..

1 Ekim 2020 Perşembe

Hiç Özlememek İçin..



Ne kadar uğraşırsam uğraşayım, ne izlersem izleyim, ne dinlersem dinleyim ve ne okursam okuyayım sürekli başa dönüyorum.

Hangi başa mı?

Seni özlediğim ana..

Bastıramıyorum, kontrol edemiyorum, hükmedemiyorum.

Ama Özdemir Asaf’ın dediği gibi; ‘utangaç bir kalbi taşırım geceden, ben sana aşık olduğumu ölsem söyleyemem’

Ama Aşk büyük bir dava zaten.

Aşk bir dava mı?

Hay Allah kendi yazdığım cümle dahi şaşırtıyor beni.

Özlemek böylesine tuhaf bir duygu olmayı kimden öğrendi? Bir insan her gün ömründen bir günle vedalaşan bir insan, özlerken nasıl çoğalabiliyor?

Görmemek için kapattığım gözlerim, nasıl oluyor bir yüzün bütün detaylarına takılıyor?

Ama hayır, ben seni özleyemem.

Bütün duygularımın bir sonunun gelmesi lazım. Her şeyin bir bitiş çizgisi vardır öyle değil mi?

Üstelik adına ‘hevesim kırıldı’ dediğim duygunun yükleri omzumdayken, kaç adım daha ilerleyebilirim.

Hissetmiyorum, gerçekten bu bir his değil. Adını da koyamıyorum.

Ama bir anda göğüm delindi.

İçinden yıldızlar düşmedi. Ve ben küçükken gökyüzünü içinde yıldızlarla dolu bir perde zannederdim.

Yerlere yağan bembeyaz kar gördüğümde, karın o ıssızlığında, o aşina sessizlikte; gökyüzüyle yeryüzünü bir bütün görürdüm.

Evet, kar benim için göğün perdesini aralar ve yıldızlar yeryüzüne damlardı.

Evet, ama artık o çocuk değildim.

Kaldırım taşlarıyla, çatal-kaşıkla, kalemle, kâğıtla, oyuncak bebeklerle, tespihlerle ve akla gelmeyecek daha bir sürü şeyle konuşan Sema değildim.

Ben artık kimseyle hiçbir şeyi konuşmak istemeyen bir Sema’yım..

Belki bundan, belki büyüdüğümü hissettiğim o andan kurtulmak için kıyılarına sığındım.

Gözlerin gecem olsun, gülüşün güneşim dedim.

Ama hayır, ben seni özleyemem.

Bitti zaten, yazdıklarımdan daha fazlası değil. Hepsi bu kadar işte.

Biliyorum 3 kitap okuduğumda özlemeyeceğim artık seni.. Hem şimdi de hiç özlemedim ki.

Boğazımdaki düğüm sen de dâhil olmak üzere hiç kimseyi ilgilendirmiyor.

Ve ben Allah’tan hasret yükünü benden almasını, gerekirse saçlarını ve gülerken küçülen gözlerini, hiç alakası olmayan elimi yıkadığım sabun kokusunda seni hatırlamamayı dileyeceğim.

Ve inan 3 kitap sonra seni bir daha özlemeyeceğim.

Ne bir çay hatırı ne bir vefa borcu da olmayacak..

Hatta şimdi başlıyorum ve bugün dinlediğim hiçbir şarkı senden bana gelmeyecek.

Yarın seni özlemek biraz daha tükenecek. İnan tükenecek..

O zaman ben gidip çiçeklere su vereyim. Kurumasınlar..