İzleyiciler

31 Temmuz 2022 Pazar

Mektup Arkadaşım..


Sevgili dostum,


Nasılsın? İyi misin?

Beni soracak olursan şükür diyelim. Bugün hava çok sıcak. Normalde sadece Ağustos ayında ısınan ben, Temmuz'un sonu da ısındım çok şaşkınım..

Normalde dışarı çıkmak istedim, ama hava sıcaklığı buna engel oldu ben de evi süpürdüm.

Sana rüyamdan bahsetmek istiyorum. Rüyamda Batman eriyordu ve eridiği yerden Örümcek Adam çıkıyordu. Örümcek adamın yanında da bi adam vardı o da Jakie Chan'di ve Örümcek Adam'a nasıl ağ atması gerektiğini öğretiyordu.

Onların o fantastik hallerini o an bulunduğum evin bahçesinde bıraktım ve evin içine girdim. Bir kadın yüzünden çok ağladım. Rüyalarda da acı çekiyor insan dostum..

Uyuyunca da geçmiyor..

Öyle işte. Şimdilik söyleyeceklerim bu kadar.


Sevgili Sema,

Öncelikle mektubun için teşekkür ederim. Hiçbir zaman yazmayacağını düşünüyordum, beni yanılttın. Ardından halimi hatrımı sormuşsun teşekkür ederim. Bilmediğin gibiyim. Nasıl olduğumu bilmiyorsun diye böyle diyorum..

Temmuz'un sonunda ısınmanın sebebi senin değil, dünyadaki sistemin değişmesi. Artık ne bahar bahar gibi, ne kış kış gibi. Kendine yorma yani. Sen hiçbir şeyin kirlenmediği dünyada hala üşüyorsun.

Orayı görmedim, varlığını da bilmiyorum ama bence öyle..

Olmalı..

Aldığım bir duyuma göre kahve içmeye başlamışsın hem de sevdiğini söylemişsin. Şaşırdım.  Afiyet olsun.

Rüyanı da hayra yoralım. Ve gerçekte geçmeyen şeylerin tekrarını yaşadığımız bir alandır rüyalar. Bu yüzden rüyalarına diren ve hayal kurarak uyu..

Ama itiraf etmeliyim seni ağlatan rüyanın bir kısmı beni güldürdü.

Yeni mektubunu beklemeyeceğim.

Ben ise rüyamda ne gördüğümü hatırlamıyorum ve evi de süpürmedim. Dışarı çıkmayı da istemiyorum. Evde oturmak daha cazip geliyor açıkçası.

Hoşça ve dostça kal.

27 Temmuz 2022 Çarşamba

Depresyonumsularım ve Çözümsüzlükleri..

 


Merhaba,

Ben birkaç kere depresyona girdim. Ve hepsinden biraz yaralanarak çıktım.

Şimdi canımın içi Songül Can’ım’ın isteği üzerine bir deneme yazıp dergilere göndermek istiyorum. Fakat bir grup kadının aşırı yüksek sesle ve hepsinin aynı anda konuşması neticesinde, içimdeki sessizlik bölünüyor.

Karışık zihnimi seviyorum ama zahiren karışık ve kalabalık bana göre değil.

Anlamadığım ve daha fazla üzerinde yorum yapmayacağım, merak ettiğim bir şey var; hepsi aynı anda, üstelik bağırarak konuşarak nasıl anlaşıyorlar?

Birkaç zamandır depresyonlarımı düşünüyorum. Sanırım içinde bulunduğum hal ile ilgili; evet, biraz depresyondayım.

Daha önce birkaç kere daha girmiştim.

O kadar sessiz girmiştim ki, kimse fark etmemişti. Zayıflık değil, fakat gözyaşımı dahi kimse görmedi. Ama şimdi öyle değil.

Olur olmadık anlarda, saçma sapan şeylere ağlayabiliyorum.

Bundan yaklaşık 11-12 yıl önceydi. İlk depresyonum değildi. Ama oldukça etkili bir depresyondu. Ruhumdaki acıyı bedenimde hissedebiliyordum.

İnsan depresyona girince de yatak-döşek yatabiliyor.

Yüksek ateş, kısılan sesim, nefes darlığı..

10 gün bu hal artarak ve yer yer eksilerek devam etmişti. Sonra işime tekrar döndüm..

Hiç es vermeden, neredeyse hiç paydos etmeden, gece-gündüz demeden deli gibi çalıştım.

O kadar az uyuyordum ki, dinlenmeye asla fırsatım yoktu.. Kirpiklerim dökülmüştü.

Ama depresyonun D’si dahi kalmamıştı. İnanılmaz bir güç ve enerjiyle, her sabah en geç 6.00 da uyanıyor; gece 2.00 gibi eve dönüyordum.

Sonra pat diye çıkmışım o depresyondan. Anlamadım, puff uçtu her şey..

Yıllar geçti, aynı yerden bir daha yaralandım. İmtihanım bitmemiş galiba, bu sefer de çok çalıştım ama çalışmak artık tek başına kesmiyordu.

Bu sefer deli gibi kitap okumaya başladım.

Hiç durmadan saatlerce, günlerce okudum..

Ben öyle düz okuma yapmıyorum. Altını çize çize, içine not ala ala, kitaplarla konuşa konuşa..

Yerimden kalkmadan bir günde 2-3 kitap bitirdiğim oldu..

Sonra yine puff, her şey uçmuş.

Çok keyifli bir puff’tu..

Ama şimdi o da yetmiyor.  Kanıksadım mı bilmiyorum.

Hani antibiyotiğe karşı vücut bağışıklık kazanıyor ya, ruhumdaki iltihaplara karşı sürdüğüm merhemler yetmiyor sanırım.

Acı çekmiyorum.

Başım ağrımıyor, midem bazen bulansa da genel halim stabil.

Ama tahammülüm az, kimseyi göresi gözüm yok.

Ama çok susmak istiyorum, az konuşmak..

Acının reklamı olmaz, ama neden göstermiyoruz diye yok sayıyorlar? Neden gülüşümüzün altında aslında pamuk ipliğine bağladığımız neşemizi görmüyorlar da, gülüşümüzün bastonunu elinden alıyorlar?

Evet, itiraf ediyorum; son zamanlardaki gülümsemelerim neşe ve mutluluktan değil, sakatlandı..

Çok mu dramatik oldu ya? Şu an çok da kötü değilim gibi.

Kadınlar gitse de denememi yazsam.

Merak ettiğim bir şey daha var, bu filmlerdeki süper kahraman’lar napıyorlar acaba?

Canım sıkıldı, gidip çay’a akrostiş yazayım bari..

Unutmadan, mirkertler de sevdiklerini başkasıyla görürlerse üzüntüden ölebilirlermiş.

 

 

21 Temmuz 2022 Perşembe

Çiçek Hüznü..

 


Bugün kalbime ağır gelen bir şey öğrendim..

Öğrenmeden önce daha sakindim aslında, öğrendikten sonra derin bir iç çektim, ama içime çektiğim nefesi geri veremedim..

Biz insanlar neden aklımızı iyi işler yapmak için kullanmıyoruz ki?

Çiçekleri kısırlaştırıyorlarmış!

Sırf daha fazla para kazanmak için..

Neden bu kadar kötülük? Kaç yaşındayım, belki ömrümün yarısına geldim, en azından çocuk değilim.

Ama bu yaşıma kadar aklımın ucundan dahi geçmezdi. Ben çiçeklerim solunca başuçlarında üzülüyordum. En fazla ileri gidebildiğim teorim de onların ayarlarının bozulması üzerine değildi. Yerlerini beğenmediklerini ya da toprağının değişmesi gerektiğini ve nihayetinde benim iyi bir çiçek bakıcısı olmadığımı düşünebiliyordum.

Sırf birkaç lira için, tekrar aynı çiçeklerden alalım diye onları kısırlaştırma fikrini asla düşünemezdim, asla.

Evet, belki zahiren hırsız değiller. Peki, ama bu gerçekten alın teri mi?

Başkalarını bilmem ama bizim çiçek büyütme hevesimizi kırmaya hakları yok bence. Umut ediyorum ben her çiçekte..

Aklıma Hamlet’te çok sevdiğim bir bölüm geldi. Shakespeare’in en sevdiğim eserlerindendir Hamlet;

‘Kim dayanabilir kırbacına?
Zorbanın kahrına, gururunun çiğnenmesine
Sevgisinin kepaze olacağı
Kanunların bu kadar yavaşlaması
Yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürümesine..’

Çok mu suçlayıcıyım, bilmiyorum. Ama kırıldım mı? Sanki.. Ama, ama hani kırgınlık sessizdi, benim içimdeki bu gürültünün sebebi ne?

Ben bu oyunun bir parçası olmak istemiyorum.

Çiçekler neden soluyor? Yani çiçeklerden ne istenebilir?

Kızdım şu an, birkaç gündür aklımı oldukça meşgul eden diğer konu geldi pat diye masamın üzerine düştü.

Şimdi yazsam bir türlü, yazmasam bana dert.

Dertlenmek kötü değil de, biriktirip biriktirmeme hususunda biraz kararsızım sanki.

Çiçeği dahi tüketiyorsak, hayata neler yapmayız ki?

Hayat’ın Hayy’dan geldiğini öğrendiğim günden bu yana, yaşadığım hiçbir şey için hayatı suçlamadım. Her şeyin bir dengeyle doğduğu hayat, yaşamın başlangıcı.

Ama suçlu insan..

Ezelden beri..

Üzgünüm, yine çok üzgünüm..

Yazıma verdiğim başlık dahi beni hüzünlendirebiliyor. Çiçeğin hüznü mü olur? Oluyormuş..

Üzgünüm sevgili çiçekler, keşke sizi bizden koruyabilsem..

Hepinizden özür diliyorum..

20 Temmuz 2022 Çarşamba

Sana Bakarak Yazıyorum.. (Arşivden)

 


(Baş Not; söz konusu arşiv yazılarım olunca baş notlar eklenmeden olmaz. Ama bu sefer birkaç ayrıntıyı da eklemek istiyorum. Yazının künyesini yazayım evvela bir dakika; bu yazı 16 Nisan 2019’da saat: 15.26 da tarafımca yazılmış ve yayınlanmıştır. Yazı içeriğinde değişiklikler olmamakla beraber, reklam araları mevcuttur. Neden arşivlediğimi hatırlamıyorum. Ara notlarım günümüz düşüncesiyle yazılmıştır. )

 

Şöyle bir giriş yapmışım;

 

‘Sana bakarak yazıyorum bu sözleri..

 

Ellerine,

 

Gülüşüne,

 

Gözlerine,

 

Kalbindeki acına,

 

Aşkına,

 

Yürürken adım atışındaki ahenge..

 

Nasıl diyorum besteliyor kirpiklerin bu şarkıları? Nasıl oluyor da insan, tüm çıkmazların içinde kaybolmuşken; her şeyin mümkün olabileceğine inanıyor, dudağının kenarında sıkışmış bir tebessümle?

 

Sana bakıyorum ya ama şimdi. Gözlerin nasıl güzeller öyle maşallah diyelim.

 

O nasıl bir endam?

 

Yüzündeki çizgileri sayarak tükensin ömrüm. (Reklam arası; buraya kadar okurken açıkçası biraz sıkıldım, yani fazla romantik geldi. Oysa yazıma ilham olan şey komik de olsa yeşil sebzelerdi.)

 

Ellerim titriyor..

 

Hiç olmamıştı oysa. Hiçbir yazı beni böyle heyecanlandırmadı.

 

Hani defalarca, bir şeyler için hep heyecanlanmışımdır; bu olur yani. Yani, bu ilk heyecanım değil. Ama bir yazı için ilk defa heyecanlanıyorum.

 

Çünkü sana bakarak yazıyorum..

 

Gözlerim doluyor, sonra dolanlar taşıyor bir bir gözlerimden.

 

Ama ah bir de içimi görsen, bir bilsen içime dolanları.

 

Kafanı kaldırdın şimdi, bana bakıyorsun. Yine yeniliyorum sana. Bu bir savaş değil oysaki. Peki, neden ama sürekli ben yeniliyorum?

 

Ellerim hala titriyor.

 

Bacak bacak üstüne attın şimdi, ama biraz sonra toparlanacaksın. Ayağının üzerine oturacaksın biliyorum.

 

Sana bakarak yazıyorum bu yazıyı, gözlerimi kırptığım her dakika için kendime kızarak.

 

Çok ama.

 

Bu kadarı sana da bana da çok. Bu çok ama. (Reklam arası; çok şükür bir uyanış göstermişim ve bir şeylerin çokluğuna kanaat etmişim. Ama iyi de ilerliyor, akıcı olmuş; aferin bana)

 

Herkes gibisin oysa. Herkes kadar değil ama.

 

Sana bakarak seni yazamıyorum.

 

Güldüm buna.

 

‘ne oldu?’ dedin..

 

Derdin.. (Reklam arası; işte buraya kadaaar, yani bir hayal ürünü, bir kurgu, peki neden yapmışım bunu?)

 

Ben sana bakarak yazıyorum ama sen karşımda değilsin. Ben seni gözlerimin önünden hiç ayırmıyorum ama sen nicedir semtime uğramıyorsun.

 

Ben hep sesini duyuyorum, hep..

 

Ama sen bana seslenmiyorsun.

 

Ben senin sadece sesini değil; ben var ya ben, olur olmadık her seste seni duyuyorum. Fark etmiyor nerede olduğu, nasıl olduğu.

 

Geçen yolda mesela çocuk annesine seslendi. Ben orada seni duydum.

 

Sonra ne bileyim yağmur yağarken falan hep seni duyuyorum.

 

Sen bilmiyorsun, sen yoksun ama ben bu yazıyı gözlerinin ta içine bakarak yazıyorum. Yazarak içimdekilerden kurtulmuyorum.

 

Kendimi bu kelimelerin kaderine bırakıyorum.

 

Her yara bandı yarayı sarmaz. Her yaraya da yara bandı yapıştırılmaz. Bu cümle de burada kamu spotu olarak dursun.

 

Ben şimdi bu yazıyı sana bakarak yazıyorum ya. Ama seni yazamıyorum..

 

Elim hala titriyor..

 

Yüreğim titriyor be ne eli?

 

(Son; evet, sancılar içerisindeydim bu yazıyı yazarken.. O anki duyguların zerresine sahip değilim. İlk defa reklam araları koyma gereksinimi duydum bir yazıma. İlk defa mı kaçmak istiyorum, ilk defa mı savunasım geldi bilmiyorum? Son zamanlarda yaşadığım gergin duygular neticesinde, duygusal deformasyona mı uğradım bilmiyorum..

 

Yazarken o reklam aralarını, kendi yazdığım ve hissettiğim duygularla dalga geçme ihtiyacı duydum. Savunma mekanizmam mı? Yüzleşemiyor muyum? Kabullenemiyor muyum bilmiyorum..

 

Arşivdeki diğer yazılarıma göz attım. Başım ağrıdı bazılarını okurken. Ne arabesk, ne edebi cümleler kurmuşum höh.

 

Yayınlar mıyım bir gün bilmiyorum. Bu yazıyı neden yayınladığımı bilmediğim gibi..

 

Olsun bakalım, bu da çıksın gün yüzüne. Maksat itiraf değil mi?

 

Son cümleyi tebessümle yazdım. Kendini gıdıklamak gibi bir şey oldu bu da. Gülmüyorsun ama çaban hoşuna gidiyor. Henüz benden umut kesilmemiş)

 

13 Temmuz 2022 Çarşamba

Hiç de Hoş Değil.. :/

 


Bugün, ne kadar hissizleştin testi çözdüm.

Sabah ise bir sayfa kitap tavsiye listesi hazırladım.

Ama en sabah, yani uyandığımda şu fikirle yürüdüm; insanlar neden sevgilerini çarşı pazara döküp, hislerini bazı şeyler uğruna satıyorlar.

Sonra öğleden sonra olunca garip bir kaosun ortasında bulduk kendimizi.

Daha öğleden sonra canımın içi Songül Can’ım geldi, ona şiir okudum. Beraber biraz şiirden biraz seslerden konuştuk.

Neyse ben çarşı-Pazarda kaldım. Uzaklaşmak istemiyorum konumdan..

Neden diyorum gerçekten, birini sevmek sanki çok kolay bir şeymiş gibi; nasıl oluyor da öyle kocaman kocaman cümleler kurup, ardından hiçbir şey yokmuş gibi üzerlerini silebiliyor insanlar sevgilerinin?

Yine ben uyurken çağ atlanmış hissine sahibim bugün.

Bir zamanlar Ankara’dayken, uzun süre evden çıkmadığım bir zamandı. Bir gün dışarı çıktığımda ilk gözüme moda çarpmıştı. O zamanlar farklı gelmişti tesettürlü insanların örtünme biçimleri.

Sonra bir telefoncuya gitmiştim, telefonum için bir şey lazımdı sanırım o kısmı çok hatırlamıyorum. İki tane lise öğrencisi de mağazanın içerisinde konuşuyorlardı. Benden en fazla 2-3 yaş küçüktüler. Ama onları anlamamıştım. Sanki farklı bir dil kullanıyorlardı.

Sonra ben konuştum, beni de onlar anlamadı.

Anlaşamadığımız bir güne dönüştü.

Aradan biraz zaman geçti, yaşıtlarımla anlaşamadım. Türkçem onlara eski dil gibi geliyormuş. Hatta bir gün arkadaşım olmayan biri bana ‘Sema aynı yaştayız ama sen babaannem gibi konuşuyorsun’ demişti.

Şaşırmıştım, kendimi yıllardır uyuyormuşum da uyandığımda çağ atlanmış gibi hissetmiştim.

Bugün aynı şaşkınlık içerisindeyim. Belki dilim anlaşılır cinsten ama bugün de gönülce anlaşamıyorum.

Sabahtan bu saate en az 7 kere ‘nasıl oluyor da..?’ soru kalıbıyla başlayan cümleler kurdum. Ve her sorum yanıtsız kaldı.

Muhakkak vardır bir yerlerde cevabı ama bana yetişecek mi bilmiyorum..

Sorularımı sorarken içimde oluşan boşluğu hangi kelime dolduracak bilmiyorum.

Allah’ım ben bu kadar çok şeyi nasıl bilmiyorum?

Bir kalbi nasıl hor kullanabiliyor insanlar? Sevgi nasıl bu kadar dile düştü? Nasıl oluyor da insanlar artık birbirlerini bakışarak anlayamıyorlar?

Gerçekten nasıl?

Şimdi çay içsem de geçmeyecek gibi.

Uyuduğumu düşünen varsa, uyandırmasın beni bu uykumdan. Bu kalp ağrılarına, bu kabalık ve küstahlıklara tahammülüm kalmadı.

Şiirler de merhem olmuyor gönül karalarına..

Eğer illa uyandıracağız diyorsanız, uykumu ve gördüklerimi hayra yoracaksanız uyandırın. Yoksa ben yetişmek istemiyorum sevgisizliğin kol gezdiği çağa..

Benim gücüm yetmez çünkü, yetmiyor da daha fazlasına.

Ellerim buz kesti mesela şimdi..

Ama asıl kalbim üşüyor temmuz ortasında..

Çiçeğim de kurumuş pencere kenarında. Bu hüzün yeter bana. Adını da bilmiyordum ama, olsun çok güzeldi.

Hoşça kal sevgili bloğum.