İzleyiciler

27 Haziran 2017 Salı

İlahlık kavgasında, sevgisizlik



Evet, yeni bir yazı yazmamın zamanı gelmiş belli ki. Bunu nasıl mı anlıyorum? Kendi kendime konuşmalarım çoğaldı. Belli ki yine dolmuşum.
Bu sefer biraz öfke, biraz kırgınlık, biraz farkındalıkla dolu içim.
Üzgünüm her şey için, bu yazdıklarımın sorumlusu tamamen kendimim.
Önce neye kızdığımı anlatmak istiyorum ama ahh toparlayamıyorum cümlelerimi. Yine de bu gece uykuya dalmadan önce bu öfke içimde olmayacak onu biliyorum. Öfkeyi hiç yakıştıramam kendime. Çok naif bir ruhum olduğundan değil, kendi öfkemden korktuğumdan, o sıra beynim biraz farklı çalışıyor.
Neyse yeteri kadar dağınığım zaten daha fazla dağılmak istemiyorum. Bu arada zor da olsa öğrendiğim bir şey var. Evet, bunu yapmaya başladım. Artık sinirli olduğum zamanlarda karar almıyorum. Bir şey yapmıyorum yani. Sakinleşmeyi bekliyorum.
Bugün fark ettiğim bir şeyden başlayayım (kaç satır oldu ama ben yeni başlıyorum). Fark ettiğim beni biraz sinirlendirdi. İnsanların bencil duygularına köle aradığını söyleyen Şems, şimdilerde yaşıyor olsaydı ne derdi acaba? Artık insanlar sanki İlahlık yarışları içerisine giriyor. Affedemiyorum, kendine bunu layık gören kimseyi affedemiyorum.
İnsanın birini sevmesinin aslında kendini sevmesiyle doğru orantılı olduğunu öğrendiğimde üzülmüştüm. Ama kabullenmek zor olmadı, huzur ve refah içinde yaşamayı kendine layık gören zat tabii ki kendisi için en rahat hayatı sunanı sevecekti. Fazlasını düşünerek ben biraz saflık etmişim. Bunu anlamam yıllarımı aldı evet.
Önce birini taparcasına sevmeyi anlayamıyordum. Her şeyiyle kendinin farklı bir kopyası olan insana bir insan nasıl bu kadar teslim olur diyordum. Hatta bu teslimiyetin Rabb’e döndüğünü düşündüğümde bir hayli heyecanlandığım da doğrudur. Sonra yavaş yavaş işte zaman geçtikçe bu düşüncem ters yüz oldu. İnsan aslında kimseyi putlaştırmıyordu, kendinden başka.
Hatalarla doluyuz ama yuvarlandığımızın farkında değiliz işte.
Evet, insan aslında kendini ilahlaştırıyordu, aslında kendine tapıyordu. Kendine layık gördüğü ve görmediği şeyler vardı. Kendine bir makam tayin etmiş, bir saltanat kurmuş, başkalarının onu tavaf etmesini, onun hizmetine girmesini arzu ediyordu. Kendi kendine bir cennet ve cehennemi de vardı tabi olmaz mı?
Sevdiklerine gönlünü açıyor sonuna kadar onun için fedakarlık (!) yaparken, sevmediklerini kendine göre hidayet etmeye çalışıyor, hidayet olmayanı gönlünden çıkarıyordu. Bu da cehennemdi.
Sanki pazardan portakal alıyoruz. Bunları yazarken kanıma dokunuyor. Sevgiyi nasıl da sergi malzemesi haline getirmişiz.
Bu bir kenarda dursun bir de Aşk, Sevgi iyi-kötü tartışmaları dönüyor. Ne saçma!!!
Ama herkes her şeyi biliyor, çünkü bilmiyoruz, bu ilahlık savaşı. En büyük olan kazanacak.
Tabi bir de Allah’ı kendine göre uyarlangiller var, yani şu duam kabul olsun bunun duası kabul olmasın, şunun belası verilsin bu çirkinleşsin.
Yeter ya, vallahi yeter.
Ne kadar itici ne kadar incitici olduklarının nasıl bu kadar farkında olmazlar?
Bir de şey var, neyse…
Ortalık putlarla, sahte ilahlarla dolu ama gram sevgi yok. Hani kendimiz için seviyorduk ne oldu? Yetmiyor değil mi? Yetmez, hiç yetmedi. 124 bin Peygamber, 12 imam geldi yetmedi. Yetmez biliyorum.
Neyse yine sinirlendim. Herkesin her şeyi bildiği bir dünya da hiçbir şey bilmediğim için şükürler olsun…