İzleyiciler

27 Eylül 2018 Perşembe

Mektubumu Yırttım..





En son mektubumu 18 eylül 2016 da saat 23.28 de yırttım.. Hemen ardından bir defterimin arkasına hislerimi anlatan bir paragraf yazdım.

2018 eylülündeyiz.. Hatta bitmek üzere eylül..

Ve ben yine mektup yazmak için oturdum. Ve vazgeçtim..

Ölmüş bir gencin şarkısını dinlerken, hava yine kapalı, boğuk ve karanlık gökyüzü. Bugün mevsimlerin geçmesini çocukken karşıladığım gibi karşılamadığımı fark ettim.

Zaman ilerlediği için mevsimler değişiyormuş. O halde neden insanlar sürekli bir mevsimin arzusunda onun gelişini bekliyor ki?

Öğlen annemi gördüm. Ne kadar güzel dedim içimden. Yanımda durduğu her saniye için kendime değer kattım. Bir kez daha o bana bakarken kıymetlendim.

Ama mektubumu yırttım.

Batıl inançlarım vardır bir miktar. Ya da söylenen bazı şeylere tutunmak hep hoşuma gitmiştir diyelim. Biraz arabesk biraz ironi tutkusu.

Mesela eğer bitmişse yakarmışsın, ama bitmemiş bir şeyler varsa kül olmasına kıyamazmışsın. O an bunu düşünerek yırtmadım mektubumu. Ama yaktıklarımdan biliyorum. Sadece ateş var hatırladığım.
Çok güzel bir ateş..

Tutuşunca kağıt ne kül kalıyor ne duman..

Yok oluyor..

Bitmesi de böyle işte..

Ama yırtınca.. Mesela yırttığın parçaları avuç içinde sımsıkı tutarken..

Mesela o sımsıkı tuttuğun parçalardan biri ama yazarken en çok zorlandığın, en çok canını acıtan kısmı bir anda elinden kayıp düşünce ve gözün o acıya değince..

Olmuyor işte..

Yeniden yaşıyorsun. Yazdıklarını değil yırttıklarını. Parça parça olmayı.

O gün yırttığım mektubu sana yazmıştım. Bugün yine sana yazmak için oturdum. Ama bir paragraf yazıp, sadece senin anlamanı dilediğim bir paragraf yazıp kalktım.

Sonra sildim yazdıklarımı.

Sonra işte..

Oturduğum masa da ölmüş bir gencin yazıp bestelediği bir şarkıyı dinlerken, sana yazma isteği tümüyle içimde kaldı.

Bir gün öleceğim. Sen de öyle. Ve herkes. İçimdekiler hep orada kalacak. İçimdeki halleriyle.

Ama öncesinde mesela 40 yaşıma yahut 49.5 yaşıma geldiğimde yine her şey 21 yaşımdaki haliyle kaldığında..

Biliyorum yine bir kağıt alıp elime mektup yazamayacağım sana..

Sözlerimi bitirirken bu sözlere kulak ver:

“Bahsetme kimselere, yaramızda kalsın..”


25 Eylül 2018 Salı

Öylesine Uyandım..




Bugün öylesine uyandım.

İşe gitmek istemedim. Hatta sabahtan akşama kadar sadece uyuma isteğiyle uyandım. Salı zaten günlerden de..

Oldum olası sevmem Salı’ları. İsminde bile meymenet yok. Bana göre bu böyle tabi.

Bu aralar biraz durgunum. Hatta bu aralar bugünle beraber tam 1 hafta 3 gün diyelim. Bir gün üstüme devrildi tamamıyla. Sonra bir daha kaldıramadım düştüğüm yerden.

Hevesim kalmadı.

Güvenim azaldı.

İnancım zayıfladı.

Gücüm tükenmeye yüz tuttu.

Dipsiz kuyuları özledim. Ya da en derinini işte karanlığın. Özledim ben bunları.

Kaldıramadığım bir gün daha ekledim ömrüme. Kaldıramayacağım bir gün. Ölüm gibi değil yara gibi. İz gibi.

1 hafta 3 gündür kendimde yeni bir yol kendimde yeni bir ben keşfettim. 28 yıllık ömrümde ilk 6 yılı geçtim de ondan sonra işte 22 yılım pat diye üstüme düştü.

İçim boşaltıldı sanki sonra.

Gizli depresyondayım aslında. Gizli diyorum çünkü alenen depresyona girdiğime kimse inanmıyor. Gerçi depresyona da birileri inandırmak için girilmez. Ya da bir şey değil işte..

Ben hayatla dalga geçmeyi iyi bilen biriyim aslında. Yani Zeyneb’in tabiriyle, “ömrün malzeme toplamakla geçiyor Sema”

Beni en iyi Zeyneb tanır, dediği de doğru zaten. Yeteri kadar eğlenceli bulmadığım hayatta hep dalga geçeceğim, neşemi yerine getirecek bir malzemem muhakkak vardır.

Ama bu malzemeler asla insanların duyguları olmaz. Olmamıştır da.

Bu yüzden olsa gerek 1 hafta 3 gün önce tepe taklak oldum. Yere düşen yaprağa basamazken, ömrümde, 28 yıllık ömrümde 1 hafta 3 gün önce üstüme bastı yıllar.

Daha önce de çok düştüm. Çok yıkıldım. Zayıflıklarımı bu sabah gizlemekten vazgeçtim. “Güçlü olmak zorunda değilsin” dedim hatta kendime. “Bırak boş ver en dibe çöreklen.”

Hava çok kötü burada, en sevmediğim hava tipi. Ne kış ne yaz ne bahar ne son bahar. İnek gibi.

Ve ben..

En sevdiğim şehirde, içim bomboş, içim kupkuru, hissiz, duygusuz, gri bir İstanbul gününde ben..

Gün erken bitecek artık..

5 ay sonra belki yeniden yeşerecek yapraklar..

İşte bir sonbaharda Eylül’ün sonlarında.. Ben en sevdiğim İstanbul’da..

1 hafta 3 gün önce yıkılan 22 yılın izleriyle ben, öylesine uyandım bu sabaha..


6 Eylül 2018 Perşembe

Ben Bir Mazoşistim Belki De..


Acı çekmeyi sevdiğim zamanlar biliyorum. Çünkü acının beni ben yaptığına inanıyordum. İlk acımı dün gibi hatırlamıyorum. Hangisinin ilk olduğunu da bilmiyorum..

Ne zaman bir şeyler yolunda gitse içimi derin bir huzursuzluk kaplar. Bu inanca nereden kapıldım bilmiyorum. Ama zifiri gecelerin sabahına duyduğum ümit gibi güneşli günlerin de bir geceye dönüşeceğine dair bir inanca sahibim.

Nereden geldi bu inanç bana ya da kim öğretti bilmiyorum. Ama sahibim işte.

İnsan bu korkuyla yaşadıkça, aslında insan sadece korkuyla yaşadıkça o korkunun esiri oluyor. Aşamıyor. Aşamadım. Bu yüzden acıyı acı çekmeyi sevdim.

Derdi olmayan insan olur mu? Ben hep inandım derde ama dert ve acı aynı şey değildi. Acıyı seviyor olmam bir tık belki biraz daha üstünde mazoşistlik olabilir.

Ya da korkudur bilmiyorum.

Dert bence Hak’tır. İnsanı hakikate ulaştıran, yandıkça aydınlatan bir ışıktır. Ama acı öyle değil. Acı insanı insana gömüyor.

Biliyorum.

Çok gömüldüm.

Kendimden başka yas tutanım da yoktu.

Kimse bilmiyordu çünkü.

Ben çok gömdüm kendimi kendimde.

Her güzel şeyin peşi sıra derin acılara gark oldum. Belki ben çağırdım acıyı bilmiyorum. Ama oldum biliyorum.

Kötü müyüm? Hayır. Melankoliyi oldum olası sevmemişimdir. Karamsarlık hiç tarzım değil. Acıyı içimde, sinemde kendimle çekmeyi yeğlerim.

Acının gösterişi olmaz ayrıca. Bağıra bağıra acı mı çekilir Allah aşkına..

Şimdi bir telefon geldi. Uzun bir konuşma olacağı şimdiden belli unutmadan sözlerimi bitireyim.

Güzel şeyler de oluyor hayatta. Mesela yolda gördüm geçen. İki kişiden biri diğerine gülümseyerek “günaydın” dedi, diğeri de aynı samimiyetle “sana da günaydın” dedi. O samimiyeti gördükten sonra yol boyu başımı kaldırmadım.

İçimi bu samimiyetin sıcaklığına bıraktım. Ve bütün gün sırf o iki insanın birbirlerinin “günaydın”ları oldukları için bütün insanlığa olan ümidimi kesmedim.

Sadece bu kadar da değil. Acı hala ve her zaman çekiyorum doğru. Ama güzel şeyler de oluyor hayatta.

Ve şu da bir gerçek, o gün onları görmemi sağlayacak kadar güzel bir gece geçirdim. Bana güzel bir “iyi geceler” olandı belki de başkalarının “günaydın”larında bulduğum samimiyet bilmiyorum.

Her halimize şükürler olsun. Dostlara selam ederken küçüklerin gözlerinden büyüklerin ellerinden öperim..

2018- İstanbul