İzleyiciler

28 Aralık 2020 Pazartesi

Bir Sen ve Sen Meselesi

 


Yok,

Olmuyor,

Olmuyorsa yazacağız mecbur.

Demek hala yazacaklarımız var ne güzel.

Olmayanlara gelelim o zaman..

Bir sürü bir şey olmuyor ama olan şeyler de var. Mesela bir sesi duyduğunda insanın nasıl derinden sarsıldığından bahsedelim.

Bu sarsılmanın sadece ruhta hissedilen bir his değil de fiziksel olduğunu da düşünelim. Ama önce bir nostalji, biraz Türk sanat müziği açalım ki ciğerimiz sökülsün.

Hadi bakalım..

Bu bir ben ve sen meselesi aslında..

Ben seni görmeden önce duydum. Duyduktan sonra dinledim ve ilk duyduğum ise 'oku' ydu.

Sonra daldım o üç harflik bir ömrün içine.

Sonra bir gördüm seni bu sefer aynı ses 'acaba Allah'ın nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?' dedi.

Ben de ne bileyim işte, şaştım kaldım tabi. Bir anda ne okumam ne yazmam kaldı.

Ne algım, ne kalbim vardı.

Sonra açtım bir kitap baktım sen.

Bir filmde hem kadın ve hem erkek, hem yaşlı ve hem çocuk baktım sen..

Yolda yürürken baktım sen.

Başımı göğe çevirdim sen.

Bu senler öyle çoğaldı bir gün aynaya baktım, sen.

Konuşmaya kalktım, sen.

Bir sende yok olmuştum ben.

Ve yine şok olmuştum ben..

Ama o gün anlamamışım meğer bana indirilen kitabın sen olduğunu..

Bedenime üflenen ruhun senden bir parça olduğunu.

Bir yarım değildim oysa hiçbir zaman. Ve Aşk değildi bu.

Ama sen işte hep sen elimden de başka yok gelen.

Hani dedimya bu bir ben ve sen meselesi. Değil.. Bu tamamen sen ve sen meselesi..

Sonra gece oldu baktım gökte Ay’sın..

Ve ben geceleri Ay’ı izlemekten, gündüzleri Güneş’i arzulamaktan günlerdir uyuyamıyorum.

Gözümde bir yaş var ama akmıyor.

İçimde bir yanan bir donan ateşimsi bir gariplik..

Yemin ederim Aşık değilim. Ve hiç olmadım. Bu marifet değil ama Aşk başka bir mesele.. ama her duyanın abartılı bulacağı bütün bu sözler ise, kalbimce bir şeyler işte.

Olmuyor Allah’ım..

Ne yapsam elimde kalıyor gönlüm olmuyor.

Hani ey gözyaşım akmayacaktın?

Kapatalım konuyu.

25 Aralık 2020 Cuma

Bir Varmışım Bir Yokmuşum Gibi..

 


Farkındayım..

Bir şeyler söylemem gerekiyor. İçim fazlalaştı yine.

Kimseyle değil, kendimle konuşmalıyım.

Ama fazlalaşan her parçam sanki yarım, sanki konuşmanın bittiği yerdeyim..

Geçtiğimiz günlerde yalnızlığımda iki kişinin fazla olduğunu fark ettim. Ondan sonra da kim bana gelecekse ya ben olmalı ya da olmamalı gibi radikal bir karar aldım.

Kuşun kanadına sığındım.

Kanatlar beni gökyüzüne ulaştıracak biliyorum.

Bu kalabalık yalnızlıklardan çekip çıkaracak..

Her şeyden kaçmama sebep olan sadece bir fotoğraftı. Ama öyle sade, öyle normal, öyle basit bir fotoğraf ki..

Hiçbir anlamı yok kimse için.

Ama ben hala bakamıyorum. Hala görünce kaçmak istiyorum. Hala elektrik çarpmış gibi oluyorum. Bu duygunun adı ne bilmiyorum.

Ama Aşk olmadığına eminim.

Aşk’ın olmadığına da neredeyse..

Çünkü bütün düzenim bozuldu, söylerken titremiyorum belki ama bana uzak, çok uzak geliyor. 

Karamsarlık değil yahut ümitsizlik hiç değil..

Dün bir arkadaşıma, geçen hafta bir üstadıma söylediğim gibi, şair ‘Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban’ derken aslında bize ‘Aşk’ı kitaplarda da okuyamazsınız’ diyormuş..

O yazılmayanın, söylenmeyenin üzerindeymiş..

Ve artık tüm kalbimle Aşk’ın, Allah’ın sadece seçtiği kullarının kalbine ilham ettiğine yakiyn ediyorum..

Ve ben hiç aşık tanımıyorum..

Bir şeyler daha var söylemek istediğim. Mesela, bazı farkındalıklar yaşadım. Şahıslara ait farkındalıklar. Onlara söylediğim sözlerin altında ezildim. Kötü sözler değildi, yani hakaret etmedim kimseye. Ama boyumu aşan şeylermiş anladım.

Ben ezilirken o insanlar nasıl oldu düşünemiyorum..

Sonra.. 

Ama bu çok ağır..

Ağır ama yazmak istiyorum..

Dün gece kırgın uyudum, dünya üzerindeki hiçbir insana değildi kırgınlığım.

Rabb’im.. yazdıklarımı okuyorsun biliyorum. 

Ve yaşayan yahut diğer aleme göç eden, melekler ya da cinlerden varlıklara değildi kırgınlığım..

Ama yine de merhem niyetiyle uyudum.

Rüyalarım bir sonuç vermedi, yorgunlukla uyandım..

Kırgınlığım devam ediyor Rabb’im.. Ve Sen’i çok seviyorum..

Baştan buraya kadar yarım yamalak birçok şeyden bahsettim. Ne yaram kapandı ne derdim azaldı. 

Korkarım bir gün gelecek ve yazmak da iyi gelmeyecek..

 

19 Aralık 2020 Cumartesi

Ah Bir Trenim Olsa

Bir trenim olsun istiyorum. Çok hızlı ve çok modern olmasına gerek yok..

Hatta modern olmasın..

Ama her vagonu ayrı renklerle boyayım, içerisinde kitaplar olsun istiyorum..

Hikayesi olsun her odasının..

Kafasını dinlemek, ruhunu dinlemek, gönlünü dinlemek isteyen bu trene binsin istiyorum..

Gündüz ve gecelerce yol alsın..

Çaylar ücretsiz olsun ve içerideki tüm çalışanlar gülümsesin istiyorum..

Kimse üşümesin..

Ve aç kalmasın..

Ama herkes öyle elini kolunu sallayarak trene alınmasın istiyorum..

Mesela kalbinde sevgi olmayanlar binemesin bu trene. 

Sonra arkadaşlarını üzen, sırf canı istiyor diye kalp kıranlar binmesin. Önce kapının önünde arınsınlar bu duygulardan. Yoksa kötü de olsa her insan trene binmeyi hak eder..

Kimse diğerinden daha fazla ya da daha az bir konforla yolculuk yapmasın. Herkesin şartları eşit olsun..

Ama ben adalete inanıyorum, eşitliğe değil..

Bu yüzden eşitliklerini kendi kalplerindeki sevgi ve adaletle değiştirsinler..

Sonra bazı zamanlarda türküler çalsın bazı vagonlarda..

Herkesin camı temiz olsun..

Hayata baktığımız pencereleri görebilelim..

Yolculuklar hedefli olsun.. 

Binerken ve inerken insanlar aynı olmasın.. 

Oysa ben insanlara dair ümitlerimi, bir gün insanın değişebileceğine olan inancımı çoktan kaybettim. Ama yine de bir parça sevgi.. 

gerçekten dilenci değilim.. 

Ama bir trenim olsun..

Kalbe yakın durakları olsun..

Gece ay ışığını ve yıldızları, gündüz yağmuru, karı, kışı ve yazı görülebilen bir trenim olsun..

Duraklara isim vermeyi de düşündüm ama uçma Sema, herkesin istediği durağın ismini bilemeyebilirsin..

Bir de unutmadan trenimizde hiçbir eloktronik cihaz çalışmamaktadır.. 

İnsanlar konuşmak istedikleriyle konuşma fırsatı bulsunlar.. 

Haber vermek istedikleri olursa da ankesörlü telefon koyarız..

Ahh içim coştu..

Kardan adam yapmak istiyorum..

Gidip kitap okuyayım belki bir gün trenim olursa içine koyarım..

13 Aralık 2020 Pazar

İnsan Kendinden Büyük Cümleler De Kurar..

Bir insanın yüzünü sevmek günah mıdır? 

Ya da mesela ellerini? 

Gülüşünü ( bu yüzü sevmekten farklı bir şey)

Duruşunu,

Sıcaklığını,

Sesini..

Günah mıdır bunları sevmek? Ya da gerçekten o insandaki hakikati görmeyi perdeler mi?

Biliyorum bu soruların genelleme yapılarak bulunamaz cevabı..

İnsan bir sebebe bağlı kalarak da sevmiyor zaten, ama hakikatini sevdiğin birinin her şeyi ayrı geliyor biliyorum.

Sanki milyarlarca insandan bir insanı ayıran, bir kalbe koyan, onun adımlarını, mimik ve jestlerini ezberleten o irade; bir kalbe bu sevgiyi üflüyor gibi..

Bir sevgi bir kalbe ilahi bir nefes gibi giriyor sanki..

Ya da bana göre öyle. Ama öyle olmasa kalpte işi ne? 

Oldum olası bazı şeylerin esnetilemez kurallarla kaim olduğuna inanmışımdır. Mesela bir kimliğe sahip bir insan o kimlikle bilinir ve istediği kadar maske taksın hakikati o kimlikte gizlidir.

Hatta somutlaştırayım belki biraz da sivrileyim, (bilmem bu cesaret akşamın bu vaktinde nereden peyda oldu..)

Örneğin, Müslüman bir kadın diyelim; belirli sınırlar dahilinde istediğini giyebilir. Yani saçının bir kısmını önden, arkadan açamaz.. gibi..

Sevgi de böyle. Hakiki bir sevgi kalbe girdiyse, o Allah'ın Hz. Musa'ya 'beni göremezsin' demesi gibidir. 

Hz. Musa'da çok sevdiğim bir peygamberdir. Ama konumuz bu değil..

Yani bir yüzü sevmek zaten onda Hakk'ın cemalini görmekse sevmektir.

Bir ses, seslendiğinde eğer içinde Allah'ın sesini duyabiliyorsan milyarlarca insanın sesinden farklıdır.

Çünkü her insana Allah kendi diliyle seslenir.

Onun kulağının işitebileceği sese tecelli eder.

Bir gülüş, bir bakış, bir gözyaşı sadece sevene özel bir lütuftur. 

O hakikati sevilen hiç idrak edemez sanki. Bana öyle geliyor. Şairler bu konuda ne der yahut alimler bilmem. 

Ben bir kendimi bilirim, kendimde bugünlerde dünyanın kıyısına oturmuş, ayaklarımı dünyadan sarkıtmış ve yıldızlara bakıyor gibi bir ruh halindeyim. 

Evet, ne diyorduk? 

Heh sevmek.. 

şekli olur mu bilmem, ama Allah bana birinin sesiyle sesleniyormuş gibi hissettiğimde bu hissin de uzayda yok olmasını istemem..

Bu konu sanki kalbimde bir yara gibi. 

Şu an hissediyorum dokunsam kanayacak gibi tövbe estağfirullah.. 

Gidip çay alıp konuyu kendimle biraz daha tartışayım.

Bir de bakayım bu ayaklarımı sallarken dünyadan aşağıya, acaba rüya görmek mümkün mü?

12 Aralık 2020 Cumartesi

Bana Ne Oldu?

Nereden başlayayım bilmiyorum. Ama ortasından başlamak istiyorum..

İçimde kendimi nasıl baskıladığım ve sonunda içimdeki her şeyi nasıl bir çırpıda yitirdiğimi anlatmak istiyorum.

İki gün önce beni derinden üzen şeylere karşı nasıl kayıtsız kaldığımı söylemek istiyorum.

İnsanın kendine yapabilecek tüm baskıları sanki yaptım ve bütün baskılar içimi benden aldı..

O kadar basit, o kadar kolay bir konu ki oysa.. 

kendime şaşırıyorum..

Bir süre evvel bir sempozyumda konuşmacı olmuştum. Konuşacaklarım ve konum hazırdı. 

Bir gün öncesine kadar..

Sempozyumdan tam 1 gün önce konum değişti ve hiçbir hakimiyetim olmayan bir konunun içerisine girdim.

Yanımda tecrübeli, bilgili ve yaşça benden çok büyük insanlar arasında iyice küçüldüm.

Sıra bana geldi, en son konuşcakken pat diye sıram da değişmişti. Neye uğradığımı yine şaşırdım. 

Beklemediğim şoklar ve ben..

Neyse, ön sıraların erkeklerle arka sıraların kadınlarla dolu olduğu bir salondu. Tanıdığım bir göz, bir yüz arıyordum ama ışık gözümü alıyordu.

Tedirgindim..

Korkuyordum..

Sonra sesimi kontrol edemedim titredim..
Konuşamayacağımı hissettim ve gözlerimi kapattım. Bikaç saniyede birçok şey geçti aklımdan.

Tebessüm ettim. Gözümü kapattığım o saniyelerde kendimi eğlendirecek bi şeyler bulmuştum.

Ama salondan yükselen selevat sesleri bana konuşmaya devam etmem gerektiğini hatırlattı..

Gözümü açtım nefes aldım ve kendime baskı yaptım. Konuş, herkesin bildiğini bir de sen anlat..

Derken sempozyum bitti ve ben çok rahatladım..

Aynı baskıyı bu sefer tek bir cümle kurmak için yaptım. 

Kalbime, ruhuma, dilime..

Yine gözümü kapattım..

Nefes aldım ama yapamadım. 

O konuşamadığım kelimeler benden duygularımı aldı.

Söylemediklerimin ukdesini, esaretini yaşamıyorum..

Ellerimin titremesi, yüreğimin çarpıntısı yok oldu..

Ne olacak şimdi?

Bana ne oldu?

Kayıp mı oldum?

Bilmiyorum hiçbir şey.

Ama insanın kendisine yaptığı o baskıyı, o savaşı çok iyi biliyorum..

Başım çatlarcasına ağrıyor ve sağ kolum..

Konuşsaydım ne olurdu bilmiyorum..

Ama o tek cümle dilimden dökülmeyerek bir saniye ile yıllar ötesine attı beni.

Sanki bitmiş gibi.

Dua etmek için oturduğumda gözyaşımın, dua ederken zihnimi açan o sıcaklığın bende olmadığını fark ettim?

Ben ne yaptım? Kayıp mı ettim?

Bilmiyorum..

Biraz Cibran okuyup buraları terk etmek iyi olur sanırım.

Bir de çay..

2 Aralık 2020 Çarşamba

Bir Şey Oldu..



Bir şey oldu.

Dündü. Aslında ben bu yazıyı dün gece telefonumdan yazmıştım. Ama nasıl olduysa kopyalayayım derken yanlışlıkla hepsini sildim.

Demek ki dedim bitmemiş bir şeyler.

Neyse dündü işte. Bir şey oldu, öyle pat diye.

Dizlerim titredi, oturduğum yerde düştüm. Kalbime bir ok saplandı, gösteremem ama hissediyorum.

Kaçmak istedim. Ömrümde ilk defa İstanbul’dan gitmek istedim. Çünkü bir şey oldu.

Hala o ok kalbimin üzerinde duruyor. Nefes alış-verişimi etkiliyor.

Daha önce başladığım bir dizinin peş peşe iki bölümünü izledim ve küçük bir iç çekip hüngür hüngür ağladım..

Sonra yürüdüm, hava buz gibi içim ateş gibi. Ben bu iki keskinlik arasında en çok dizlerimi yaraladım.

Bir kedi gördüm, yanına yaklaştım, yolun ortasına oturdum, başını okşarken ağladım. Kedi hissetmesin diye dişimi sıktım, dudaklarımı ısırdım ve her kafasını kaldırıp sanki anlıyormuş gibi bana baktığında tebessüm ettim.

Yürüdüm.. Kuşlar yine uçuyordu. Sabah bir dua ederek yanlarından geçerken, birden kanat sesiyle irkildiğim ve sanki içimden ettiğim o duaya ‘âmin’ diyen kuşlar, yine gökyüzüne heves ettirecek kanatlarını iki yana açmış ve uçuyorlardı.

Sabah içim coşkuyla dolmuştu, ama şimdi..

Sonra yine yürüdüm..

Eve gittiğimde, annemi gördüm. Ki onu görmek baharı getirir gönlüme daima, ‘sanki bir şey olmuş, senin neyin var?’ dediğinde, önce ‘dünya ağır geliyor’ diye sonra da ‘neden bu programı izliyorsun’ diye ona sarılarak ağladım..

Kaçmak istiyordum, kendimden, yeryüzünden, gökyüzünden..

Kaçmak isteyince ama hiçbir yere gidemeyince, ilk elimin altındaki her şeyden kurtulmak istedim. İnstagram hesabımı kapattım. O an ilk oradan çıktım.

Sonra oturdum, günahlarıma ağladım..

Gerçekten ama gerçekten kimseyle konuşmak istemiyordum. Hala da öyle. Depresyonda değilim. Bir şey oldu işte.

O şey olunca gitmek istedim.

Olmasın istedim.

O bir şey olmasın istedim.

Sonra ağlamak da yetmedi..

Sonra kitapların gölgesine sığındım, okuduğum satırlardan hiçbir şey anlamayınca onları da daha önce okuduğum yere ayracımı koyarak bıraktım.

Çünkü bir şey oldu.

O şey çoktu..

 

30 Kasım 2020 Pazartesi

3:16


Az evvel uzun uzun baktım kirpiklerine.. 

Gecenin bu vaktinde beni aldı götürdü baktığın yerlere.

Açtım İbrahim Sadri'den bir şiir baktım sen. 

Baktım kabzolmuş şiirlerin içinde gülüşün.

Tüm dünya sen misin be insan?

Sonra kapattım gözlerimi, eğer ölürsem son gördüğüm yüzün olsun istiyorum. 

Ve benim hesabım senden başlar, senden biter biliyorum. 

Ola ki bir soruda takılırsam diye; ders notlarına son kez bakan bir öğrenci edasıyla iyice inceledim yüzünün her bir santimini..

Bu duygu mu?

Duygu değil bu.. 

Karşılamıyor içimdekini anlatmaya.

Sen sanki bana üflenmiş ruh gibisin. 

Vatanım, toprağım gibi..

Doğma sebebim gibi.

Gökyüzü senin suretinde

Ve sanki gözlerin yeryüzüne düştü diye, Allah yeryüzünü secdegâh kılmış gibi.

Hamd olsun Allah biliyor içimdekini, 

Daha kurmadan tüm sözlerimi

Ki Allah'tan geliyor hepsi..

Tıpkı sen gibi..

Hiçbir şeyin üstünde değil ama her şeyin içindesin

Dokunduğun yerlere selam olsun

Ve baktığın gökyüzüne

Çayını yudumladığın çay bardağına..

Selam olsun dilimin ucuna kadar gelip söyleyemediğim tüm vasıflarına

Söylesem dar ağacı hakkımdır biliyorum

Uykularım iyice kaçtı gözümden

Hayalin bir an çekilip gitmiyor gözümün önünden

Ve ben onu bırakıp uyuyamıyorum

Ve rüyalarım galip geldiğinde

Uykularım bitmesin diye yalvarıyorum..

Neye yarar okuduğum satırlarda sen yoksan bir kütüphane kitabımın olması?

Besmeleye senden başlamıcaksam ne hayır verir yaptığım iş bana?

Aşk değil bu şehadet ederim

Bu baştan ayağa sensin..

20 Kasım 2020 Cuma

İyi Mi Geceler?


Hani şimdi gecenin bir vakti ya.

Herkes kelimelerden el çekmiş, mışıl mışıl uyurken.. 

Sanki tüm sözlerin sesleri ilahm olur gibi dillere..

Müzik de nereden çıktı öyle pat diye? Bu neyin hayaleti? Bu gecelerin derdi ne böyle?

Niye bildiğim ama hatırlayamadığım şeyleri çağrıştırıyor dinlediğim her melodi?

Uyumamanın da bir anlamı olmalı oysa. 

Bir amacı belki de.. 

Kelimeler dinlenmeli Sema sus, gece gece nereden çıktı bu konuşma arzusu?

Kapat gözlerini hadi kızım, nasılsa yarın hep olur..

Nasılsa güneş hep doğar hadi kapat gözlerini..

Duyma, dinleme Sema boş ver evladım hatırlama..

Anlatma, dillendirme..

Anlattın da ne oldu? Kim verebilir ki sana sen istemezsen içini serinleten o suyu?

Su demişken..

Su demişken..

Bir bardak su insanı yakmaya yeter.. nasıl mı? 

Yüklediğin anlam değil, bu kaderin yazısı gibi..

Evet, diyorum o bir bardak su ne de çokmuş..

Oldum olası, küçüklüğümden bu yana suya hep hürmet etmişimdir. Mevsiminden önce düşen yapraklar için üzülmüş, ağaçlara insanlardan çok sarılmışımdır.

Bir tüy görsem göklere sunup, bir kuşun uçmaktan vaz geçmemiş olmasını dilemişimdir..

Son baharda hiç yapraklara basmadım ben.. 

Toprağa saygı duymuşumdur.

Ateşten büyülenmişimdir..

Sanırım elementleri seviyorum..

Ama su başka.. çok susasam dahi birinden bir bardak su istemek benim için hep külfettir..

Ağır gelmiştir.. 

Utanmışımdır..

Bazen çaktırmasam da..

Ve düşmanım dahi olsa bir bardak su isteyene o suyu vermekten hiç gocunmam..

Su başka işte.

Yağmur da çok güzel..

Hele yağmur damlaları.. 

Her neyse işte birinin susamasını hissetmek der bu yazıyı burada bitiririm..

Çünkü gece ağır gelmeye başladı.. kulağımda da Sabahat Akkiraz 'ah Aşk' dedikçe gönlüm titriyor..

En iyisi susmak..

İyi geceler..

16 Kasım 2020 Pazartesi

İnsan Vaz geçmeye Bir Yerden Başlamalı..

İnsan vaz geçmeye bir yerden başlamalı, 

Mesela, ben direnmekten vaz geçerek başladım.

Cumartesi günü başladım..

Her şey için geçerli değil tabi..

Ama çok şükür bir şeye başlama kabiliyetimi kaybetmemişim..

Çok sevdiğim bir söz var, diyor ki; 'İşine yaramayan şeyi hanende, kalbine yaramayan şeyi aklında tutma; ağırlık yapar..'

Öyle güzel bir söz ki, yumuşatıyor kalbimi..

Değerli olduğumu hissettiriyor..

Evet, bir söz tam olarak birçok şey yapabiliyor..

Ben de öyle yaptım işte, önce eşyalarımı azalttım işime yaramayanları, bir poşete koydum ve attım.

Sonra da kalbimdekilere geldi sıra, vaz geçmeye başladım..

Kendimce verdiğim mühletler, bekleyişler vs sona erdi. 

Ve bir şeye başlamak lazımdı.

Zor biliyorum ama olsun, bir yerden sonra buna da alışırım..

Hem beklemek, vaz geçmekten zor.. 

En iyisi biraz Poyrazcım Karayel izleyeyim.. o dizinin bitmesi de çok saçmaydı.

Neyse iyi geceler..

11 Kasım 2020 Çarşamba

Rüya Ertesi..

 




Bir rüya gördüm, tam net hatırlamıyorum. Ama uyandığımdan bu yana belli belirsiz görüntüler gözümün önüne geliyor.

Yormadım, genelde yormam da zaten.

Ve her şeyi iyi hatırlasam da rüyalarımı unutmakla meşhurumdur.

Bilahare konudan uzaklaşmamak lazım. Rüyamda bir imtihana tabi tutuldum. Ama sanki bunu önceden biliyordum.

Çöl desem değil, şehir desem değil garip bir yerde büyükçe bir hendek vardı. İçerisinde bir grup insan. Kötü niyetli olduklarını düşünmedim ama çok dostane de görünmüyorlardı.

Rüyamda bir kabullenme yaşadım.

O insanların ellerinin arasında biri vardı. Onu kurtarmak için önce onu sevdiğimi kabul etmem gerekiyordu.

Bir süre teveccüh etmedim, hendeğin içinde olup biten her şeyi kenardan izledim. O kocaman oyuk o gencecik çocuğun bedeniyle nasıl daralmıştı.

Ben kabul edene kadar birçok kişi o genci kurtarma çabasına girdi. Ama kim bir çaba sunduysa mayası tutmadı.

Bana yalvaran gözlerle bakan bir kadın vardı ve bir de adam.

Çocukla bir yakınlığı mı var diye düşündüm önce. Ama değildi. Kadının tüm tükenmişliği, benim kabul etmediğim hakikatler yüzündendi.

Genci kollarının arasına aldı, ‘ne bekliyorsun Allah aşkına daha ne?’ dedi. Garipsedim, yanımda bir arkadaşım vardı. Bana mı diyor derken, artık zamanı geldiğini anlamıştım.

Yerimden o oyuğun içerisine zıpladım, üstümü başımı çırptım.

‘Neden bu kadar zor Sema? Neden onu sevdiğini kabul etmiyorsun?’ dedi o kadın. Ardından ‘bak yavrum, ne yaşarsan yaşa, ne kadar incinirsen incin, ister kırık dökük ol, ama Aşk sana her zaman iyileşmen için fırsatını verir. Ve o seni seçtikten sonra ben istemiyorum deme hakkın olmaz.’ Diyerek devam etti.

Sendeledim, ne Aşkı bu kim, burası neresi derken, kollarımdan tuttu, ‘şimdi çık buradan ve iki tane eczaneden birine gir ve şu ilacı al’ dedi. Reçeteyi bir adamdan istedi ve az evvel göz göze geldiğim adam buruşturulmuş bir kâğıdı elime verdi.

‘Niye yapayım?’ Dedim.

Derken, çıktım hendeğin içerisinden. Hayır, âşık olduğum kimse bir kere görmedim. Ama garip bir şekilde kabul ettim.

2 tane eczaneyi bulmak ise hiç kolay değildi. Çölde serap görenler gibi, sürekli girdiğim dükkânlar başka bir şey olarak karşıma çıkıyordu.

Beni oyalamak isteyenler de oldu.

İlacı buldum tabi.

Evet, döndüğümde ve ilacı verdiğimde gördüğüm kişiyi tanıyordum. Ama ilacı oradakilere verip hendeğin kenarında oturduğum yerde oturmak için döndüm.

Arkadaşım sandviç yapmıştı onu uzattı.

Çocuk iyileşmişti.

Ve tüm sağlıklı olduğu zaman gördüğü tüm ilgiyle yine karşı karşıyaydı.

Sandviçi elime aldığımda ise sabah olmuş, güneş doğmuştu.

Gözlerimi açtım..

Ve sabahtan beri bugünü Cuma zannediyorum..

Meğer rüyamı hatırlıyormuşum. Yazınca fark ettim..

Teşekkürler.   

9 Kasım 2020 Pazartesi

Aşk'tan yana..

 


Allah’ım, Aşk’tan yana ateşimizi bol et.

Yaksın gönüllerimizi, üzerimize öyle ateşler dökülsün ki küllerimizden doğmayı öğrenebilelim..

Allah’ım, Sevgili’nin nazarını üzerimizde daim kıl ve hasretine beka libası giydir.

Gözyaşlarımızın izi iyilik nedir görmesin..

Allah’ım Aşk’tan yana nasibimizi azaltma.

Sevgili’nin toprağına secde etmeyi, onun sesiyle ihrama bürünmeyi, sükutuyla kıyama durmayı nasip et..

Hatırasının kokusunu kadehlerimizden eksik etme.. Ki o kokunun sarhoşluğundan ayılmak nedir bilmeyelim.

Binlerce defan kırılan kalbimizdeki harabemizi imar etme Rabb’im..

Kırgınlıklarımıza hürmet edebilmeyi bizlere öğret.

Yıkıntıları saray sütunlarına değişmeyecek bir basiretle yürüt bizi gönül harabelerimizde.

Ama hepsiyle beraber Yar’in vuslatını erteleme Rabb’im..

Gamzesinden doğan güneşi, kirpiklerindeki Ay’ı.. eksik etme..

Ama hasretini çoğalt..

Bizleri Sevgili’nin aynadaki sureti

Bizleri Sevgili’nin gölgesi

Bizleri Sevgili’nin Mecnun’u eyle..

Ki San’a benzeyelim..

5 Kasım 2020 Perşembe

İtiraf Değildir..

 


Hiç kimseye ve hatta hiçbir şeye benzemeyen ama hep bir yerden tanıdık olan kişi bizim neyimiz olur?

Affedin daldığım oluyorsa eğer..

Hangi köşe başı,

Yahut biri var mı; bu sorunun cevabı bana gizli, ona ayan olsun?

Bu yabancı tanıdıkları nereden ısırıyor bu gözlerimiz?

Rüyalar mı?

Sokak lambaları mı?

Aynı toprağa mı düştü tohumumuz?

Aynı hamurda mı mayalandı ekmeğimiz?

Aynı suyun başından mı aktık?

Biri varsa cevabı bilen söylesin..

Söylesin de bu kalbim, elime avcuma sığmayan, sancıyan, çırpınan bu kalbim bir sükunete ersin..

Ne gariptir.. içimde günlerdir milyonlarca kelimeyi biriktiriyorum.. ne gariptir ya Rabb’im konuşmaya gelince lal kesiliyorum.

Aşk diyorum 3 gündür içimden, ama öncesinden biliyorum.. Aşk deyince sızlayan izlerim var, düğümlenip susuyorum..

Bir de boğazımda kabzolan nefesim..

Ama işte bu kadar.

Ahh, bugün ne zor bitti. Oysa yeni bir şeylerden bahsedecektim.

Bir kanadın kalbime nasıl dokunduğundan, kuşları izlerken yere nasıl düştüğümden söz edecektim..

Akşamın bu saatinde..

Hem de bu saatte..

O halde biraz yağmur ve klasiktir bir battaniye..

İyi geceler, geceyi arzulayan herkese..

26 Ekim 2020 Pazartesi

8 Merhaba 1 Hoşça Kal..

 




Merhaba,

Bir gün 3 geceye tekabül ediyor bu günlerde. Sıkça zehirleniyor ve yolda sürekli kuş kanatları buluyorum.

Ekim bitmedi..

Merhaba,

Secret Garden bana Ankara Küçük Esat’ta bir dükkânı hatırlatıyor. Ama hiç kötü hissetmiyorum. Gözlerimi kapattığımda 16 yaşıma götürüyor beni, 15’i yeni bitiren 16..

Merhaba,

Bugün Pazartesi ve hep sevmişimdir Pazartesileri.. Ben bir tek Salı’yı sevmiyorum günlerden. Apostrofla ayırdım ama özel bulduğum için değil bazen sevmediklerimi de bu şekilde ayırıyorum kendimden..

 Merhaba,

Az önce bir aktör gördüm, ne şirin dedim ve sadece o kadardı. Ama bunu yazmak isteyecek kadar şirin buldum onu.

Ve keman ile piyano gerçekten harika bir çift olabilirmiş. İnsanlara ders verecek nitelikle uyumlu bir çift.. Ama ben yine de Ney üfleyeceğim bir gün bütün nefesimle..

Merhaba,

Gergin, kaygılı, telaşlıyım.. Ağzımı açsam sanki sesim çıkmayacak gibi.. Gözüm açıkken basıyor karabasanlarım..

Ne yöne gitmeliyim? Hangi yön çıkar bir yol? Ve neden ağrır insanın başı, kalbi ağırken?

Merhaba,

İyiyim, Selamun aleyküm..

Gerçekten iyiyim.. Anlayamadıklarım var ama.. Mesela; bizi seven insanlar zarar görmemizi isterken neden ‘sana bir şey olursa ben çok üzülürüm’ diyorlar? Onlar için iyi olmak kendimiz için bir şey yapmak nasıl sayılıyor?

Birinin iyiliğini, sıhhatini, mutluluğunu kendimiz için mi istiyoruz aslında?

Ve Merhaba,

Sorularım ne güzel cevapsızlar, bu beni üzmüyor.

En son şeyi fark ettim, üzülebileceğim bir durum ile karşılaştığımda, gülüyorum ve direkt karşımdakinin bunu neden yapmış olabileceğini anlamaya çalışıyorum. Anlamak bana iyi geliyor. Yara almadan kapanacakmış gibi hissediyorum..

Ve uyandığımda her şey düzelecekmiş gibi hissettiğim günden beri, uyuyamıyorum..

Bir daha Merhaba,

Biten çayımı keşke zihin gücümle doldurabilsem ve keşke keşkeler hiç olmasa..

Sözlerime son verirken, mevsimidir, yapraklar dökülür. Ve ben oldum olası yapraklara basamamışımdır. Ve ben hep mevsimi olmadan dökülen yaprakları özenle yerden alıp, sevmişimdir.

Bu bir delilik belki..

Ama düşen yapraklar bana kim olduğumu hiç unutturmaz..

Herkes bir parçasını bir şeyde buluyor işte..

Ve Hoşça kal..

Bu sefer de böyle olsun.  

21 Ekim 2020 Çarşamba

Ekim'den Yana Bir Derdim Var..

 


Bir şeyi çok yönlü düşünmek bir lanet mi bir nimet mi?

Her şeyi düşünmek demiyorum, bir şey diyorum. Mesela ben biri üzgünken gülmekten hayâ ediyorum, biri mutluyken de acı çekmekten.

Bu sanki insanlara saygısızlık etmek ve onlardan bir şeyler çalmak gibi geliyor bana.

Ama hep yanlış anlaşılıyorum.

Aslında belki sadece biraz hassas ve ince düşünüyorum.

Ama neden hep yanlış anlaşılıyorum? Benimle alakalı bir şey olsa gerek.. Evet, tamam kabul herkes ben gibi değil. Herkes zaten kimse kimse gibi değil.

Kimse üzerine bir şey alınmasın, aman kimse benden bir şey ummasın diye verdiğim çaba ne çok yoruyor..

Mesela bir de kırmamak için gösterdiğim gayret var..

Ahh Allah’ım, peki adını koyamadığım, açığa çıkmayan, isme cisme bürünmeyen, ama içten içe kalbimde kanayan bu derdimi ben nereye götüreyim?

Adını bilmediğim derdi kime anlatayım da derdimi iyi edeyim?

Bir yazıya iki ayrı konuyu sığdırmak olsa olsa kafa karışıklığıdır. Ama bu benim, bu ben.

Aynı anda 5 şeyi düşünüyorum ne yapayım?

Peki, bu ekim ayının başlattıkları tam olarak hangi ay da bitecek?

Kalbimdeki bu ağrıyı, bu sancıyı, bu yükü, bu sıkışmışlığı, bu daralmayı, bu avazı, bu.. nerede bitecek?

İsmini koyamadığım, adını bilmediğim bu derdi nasıl anlatayım?

Dinlemediğim müzik, izlemediğim film, okumadığım kitap-dergi kalmadı..

Boyamalar yaptım, yürüyüşe çıktım ve spor yaptım; geçmedi

Elimi kalbime koymaya korkuyorum.

Bu ağrının, bu derdin bir adı olsun diyorken olmuyor işte.

Ekim ne büyük acılar ektin sinemize..

Ne merhem sürülüyor ne sancısı diniyor..

Bir yol var elbet, bir yerlerde bir çıkış yolu. Ama nasıl nerede?

Allah’ım bu sarsıcı, bu yakıp kavuran, ama açığa çıkmayan, adını bilmediğim ve belki henüz tanımadığım; ama anlatırken gözlerimi yaşartan, ama anlatırken nefesimi kesen, ama anlatırken burnumu sızlatan, ama kalbimi acıtan bu derde merhemini sür.

Ve bitsin bu Ekim artık..

 

8 Ekim 2020 Perşembe

Bir Emekli'nin Dilinden..

 


Sonbahardayız..

Ve ben kendimi emekli olmuş gibi hissediyorum. Sanki hayattan payıma düşenleri almış ve bu kadarmış gibi. Yaşamam gerekenler bitmiş gibi. 

Yeni bir heyecana hevesim,

Yeni bir duyguya arzum yok gibi.

Düzenli ve sakin bir hayata geçiş yapma vaktim geldi. Artık sadece bazı sohbetleri edip, bazı yerlerde bulunup, bazı yerlerden uzak durmam gerekiyor gibi.

Gerçi hiç emekli olmadım ama bence böyle bir şey. 

Kavgasız, gürültüsüz, kaygısız, telaşsız, koşturmasız, heyecansız.. Sessiz, sakin, huzur içinde. Bir balkonum eksik..

Gerçi kendime okuma köşesi yaparak iyice kök saldım evin çalışma odasına.

Ve sonbahardayız, bu mevsime en çok sarı yapraklar, yağmur, yağmurun suya düşürdüğü iz, kitap, Secret Garden, sessizlik ve çay yakışıyor.

Bir de şiir.

Ama çay başka o her mevsime yakışıyor..

Ve birini sevmenin ne kadar derin anlamlar içerdiğini, gözlerim uzaklara dalarak anlatmak istiyorum dizimin dibindekilere.

Ama şu an, sanki kalbim yokmuş gibi hissediyorum.

Evet, tam olarak bu.

Bu yüzden bir heyecana yer yok gibi.

Sanki kalbim emekli etti beni. Sanki sadece aklımla devam etmeliyim hayatımın geri kalanında.

Hiçbir çılgınlığa, çocukluğa ve belki pamuk şekerlere yer kalmadı artık.

Lunaparka da belki gitmemem gerekiyor artık.

Bilmiyorum.

Bu halim sanırım etrafımdakileri biraz sıkıyor.

Annem ‘yeter artık biraz bizimle sohbet et, bırak kitaplarını bir kenara’ diye sitem etti. Babam çalışma odasının kapısını kilitleyip, anahtarını gizlemekle beni tehdit etti.

Arkadaşlarım suskunluğumun çaresini arıyorlar.

Ve yağmur yağıyor.

Bülent Parlak bir kitabında ‘insanın en büyük hevesi, karşılaştığı son hevesidir’ diyor.

Ve eve, tam olarak takılıp kaldığım nokta burası. Benim çok acımasızca kırıldı hevesim.

Şimdi yeniden başlamaya ne cesaretim ne gücüm kalmadı.

Yağmur hızını artırdı, sabah Kübra yağmurun çoğalması için dua ediyordu. Yüksek ihtimalle duası kabul oldu.

Ve ben üşüyen ellerimi ısıtmak istemiyorum artık.

 

5 Ekim 2020 Pazartesi

Hmm..

 


Kendimi anlatmaya ihtiyacım var. Evet, buna bir hayli ihtiyacım var.

Ve ardından uzun uzadıya susmaya. Susmak için anlatmaya ihtiyacım var.

Ne zaman kendimle konuşmalarım artsa, bu içimi sıkıştırıyor. Ama şu an nereden başlayacağımı ve nasıl başlayacağımı bilmiyorum.

Nasıl bir başlıkla yazacağım ve nasıl devam edeceğim?

Tamam, plansız olsun diyelim ama söze nasıl gireceğim?

İşte normalde de hep böyle olduğundan susuyorum. Söz konusu kendim olduğunda dilim lâl oluyor sanki.

Ne başlayabiliyorum ne uzaklaşabiliyorum..

‘Neden’ diyorum günlerdir kendime.. Neden her şey bu kadar iç içe?

Mesela birini sevmek neden hep yanlış anlaşılmaya müsait? Yani birini insan sadece güzel bir kalbe sahip olduğu için sevemez mi?

Birine hayran olmak neden ona âşık olmakla eş değer gibi?

Aşk’ı mı küçümsüyoruz, hayranlığı mı yanlış anlıyoruz?

İçimdekiler beni kemiriyor. Açıklama yapma ihtiyacı beni yoruyor, ama konuşasım da pek gelmiyor.

Ne olur anlatmadan doğru anlaşılsak?

Güzel bir kadına, ‘sen güzelsin’ demek neden bir erkeğin ona duyabileceği Aşk’mış gibi? Yani insan hiçbir şey hissetmediği sadece güzel gördüğü birinin bu güzelliğini onaylamak istemiş olamaz mı?

Ama kalp var dimi? Peki, sahiden ama herkes kalbinin sesini duyabiliyor mu?

Aşk’ın girdiği bir kalpte Maşuk sorgulanmamalı. Çünkü hakiki bir Aşk zaten dokunduğu kalpte her şeye Aşk ile bakmayı nasihatler bu böyle bilinmeli.

Ama bu illa bir bedene, bir kaşa göze olması şartmış hissine nereden kapıldık?

Ahh ne çok yanılıyoruz, ne çok yanılgıdan ibaretiz.

Nerede bitmeli bu yazı? Bu söylediklerimle içimdekiler bitti mi?

Hayır.

Çünkü içimdekiler konuşmak, yazılmak istemiyor.

İçimdekiler bir his ise eğer, onu anlamak için hissetmek mi gerekiyor?

Ya da bütün bunları boş verip tarhana çorbası tarifi mi verseydim?

(Ki ben tarhana çorbasını çok severim.)

Kübra’yı da alıp gideyim en iyisi. O beni doğru anlıyor en azından bunu biliyorum.

Hem nankör de değil. Ve onu sevdiğimi de biliyor.

İyi akşamlar..

1 Ekim 2020 Perşembe

Hiç Özlememek İçin..



Ne kadar uğraşırsam uğraşayım, ne izlersem izleyim, ne dinlersem dinleyim ve ne okursam okuyayım sürekli başa dönüyorum.

Hangi başa mı?

Seni özlediğim ana..

Bastıramıyorum, kontrol edemiyorum, hükmedemiyorum.

Ama Özdemir Asaf’ın dediği gibi; ‘utangaç bir kalbi taşırım geceden, ben sana aşık olduğumu ölsem söyleyemem’

Ama Aşk büyük bir dava zaten.

Aşk bir dava mı?

Hay Allah kendi yazdığım cümle dahi şaşırtıyor beni.

Özlemek böylesine tuhaf bir duygu olmayı kimden öğrendi? Bir insan her gün ömründen bir günle vedalaşan bir insan, özlerken nasıl çoğalabiliyor?

Görmemek için kapattığım gözlerim, nasıl oluyor bir yüzün bütün detaylarına takılıyor?

Ama hayır, ben seni özleyemem.

Bütün duygularımın bir sonunun gelmesi lazım. Her şeyin bir bitiş çizgisi vardır öyle değil mi?

Üstelik adına ‘hevesim kırıldı’ dediğim duygunun yükleri omzumdayken, kaç adım daha ilerleyebilirim.

Hissetmiyorum, gerçekten bu bir his değil. Adını da koyamıyorum.

Ama bir anda göğüm delindi.

İçinden yıldızlar düşmedi. Ve ben küçükken gökyüzünü içinde yıldızlarla dolu bir perde zannederdim.

Yerlere yağan bembeyaz kar gördüğümde, karın o ıssızlığında, o aşina sessizlikte; gökyüzüyle yeryüzünü bir bütün görürdüm.

Evet, kar benim için göğün perdesini aralar ve yıldızlar yeryüzüne damlardı.

Evet, ama artık o çocuk değildim.

Kaldırım taşlarıyla, çatal-kaşıkla, kalemle, kâğıtla, oyuncak bebeklerle, tespihlerle ve akla gelmeyecek daha bir sürü şeyle konuşan Sema değildim.

Ben artık kimseyle hiçbir şeyi konuşmak istemeyen bir Sema’yım..

Belki bundan, belki büyüdüğümü hissettiğim o andan kurtulmak için kıyılarına sığındım.

Gözlerin gecem olsun, gülüşün güneşim dedim.

Ama hayır, ben seni özleyemem.

Bitti zaten, yazdıklarımdan daha fazlası değil. Hepsi bu kadar işte.

Biliyorum 3 kitap okuduğumda özlemeyeceğim artık seni.. Hem şimdi de hiç özlemedim ki.

Boğazımdaki düğüm sen de dâhil olmak üzere hiç kimseyi ilgilendirmiyor.

Ve ben Allah’tan hasret yükünü benden almasını, gerekirse saçlarını ve gülerken küçülen gözlerini, hiç alakası olmayan elimi yıkadığım sabun kokusunda seni hatırlamamayı dileyeceğim.

Ve inan 3 kitap sonra seni bir daha özlemeyeceğim.

Ne bir çay hatırı ne bir vefa borcu da olmayacak..

Hatta şimdi başlıyorum ve bugün dinlediğim hiçbir şarkı senden bana gelmeyecek.

Yarın seni özlemek biraz daha tükenecek. İnan tükenecek..

O zaman ben gidip çiçeklere su vereyim. Kurumasınlar..

 

28 Eylül 2020 Pazartesi

Var Bir Şeyler..

 



Dün gece bir kelebek girdi odama. Işığın etrafında döndü durdu, sonra yanına kondu. Beyaz kanatları vardı.

Bir gece yarısı bir kelebek rüyalarımı korumaya gelmişti.

Hayallerimi belki de..

İçimde bir çocukluk arzusu belirdi.

Dün gece birden 9 yaşında oluverdim. 9 yaş bir kadın için annesinden doğan çocukluğunun son yaşıdır.

Sonra kendi çocukluğunu doğurur kadın kendisi ve kendi çocuğunun annesi olur.

Ve bir kelebekle yeniden içimde yeni doğan çocuğun ve ölen bir çocuğun son gününe gittim.

Gerçi ben öldürmedim. Annemin doğurduğu çocuğu da kendimle büyüttüm.

İçim huzur dolu.

Bir kelebekle kendimden özür diledim.

Rüyalarımın bekçiliğini yapmış bir kelebeğe ‘günaydın’ diyebilmek için yumdum gözlerimi.

Ve bir süredir aklıma takılan sorularımla uyandım sabah.

Düşündüm; Allah düşünme kabiliyetimden razı olsun. Düşündüm; bir süredir aklımda evet. Bir şarkı dinledim geçenlerde.

İçinde bir yer var, bir satır; ‘ömrüm ömrün kadar olsun’ diyor.

Söyleyen çok samimi ve yazan da bir insan.

‘Bir insanı bu kadar sevmek mümkün mü’ diye sordum kendime? Sahi, bunlar ne büyük sözler..

Ama bu cümleleri kuranlar da insanlar öyle değil mi?

Sonra sonra işte, ertelediğim, hatırlamayı en çok istemediğim çağlarıma düştüm.

19 yaşındaydım. Hatta yeni bitmişti 18’im.

Büyümek hiç mutlu etmemiştir beni. Oldum olası. Bir insan tekli yaşlarda olmayacak diye ağlar mı? Ben ağladım..

Bir insan ben büyümek istemiyorum diye kendini banyoya kitler mi? Ben kitledim. Annemler saatlerce beni çıkarmak için diller döktüler.

İki gözüm iki çeşme büyümeyeceğime beni ikna ettiklerinde çıktım banyodan.

Diyorum ya oldum olası sevmedim büyümeyi..

Ama şimdi başka bir şey. 19 yaşım başka bir şey..

Ne büyük sözleri, ne büyük cümleleri yüklendim. Büyümek istemiyorken bir anda kendimi yabancılar diyarında buluverdim.

Fiziksel bir yabancılık değil bu, ruhen.

İbrahim (a.s) değildim, ama çok şükür bütün o yangınlardan sağ çıktım. Güle dönüşen ateşlerim de oldu.

Ve şimdi şaşırdığım tüm sözleri kurabilecek kapasitem olduğunu da biliyorum.

Ve bilmek lanetlenmekti..

Sonra bugün, hatta az evvel yolda bir kelebek eşlik etti yanıma.

Ben yine aynı keşmekeşin içinde, cümlelerin esrarını düşündüğüm sırada..

Sanki nöbeti devralmıştı bu tatlı kelebek. Ama bu sefer kanatları siyahtı. Ahh Allah’ım ne güzelsin.

Ne güzel halkediyorsun..

Gözlerim için teşekkür ederim.

Bir kelebeğin koynunda bir ömür, kaç günlüktür?

Bilmem..

Ama şeyi biliyorum, bir ömrün uzun günler ve gecelerle alakalı olmadığını ve sevmenin sözlere sığmayacağını..

Teşekkürler kelebek..

 

17 Eylül 2020 Perşembe

Sahibine Küsen Hamster..

 




Ne zamandı bilmiyorum, ama çok uzun bir geçmişi yok onu biliyorum. Bir gün uyandığımda sanki hiçbir şey hissetmiyordum.

Hayır, hayır uyandığımda değil. Evet, şimdi hatırladım.

Bir akşamüstüydü..

Bütün hislerimi sanki pat diye düşürdüm.

Sanki zor tutuyordum gibi.

Ertesi gün mimiklerim olmadan uyandım. Konuşmak, gülmek, ağlamak..

Hiçbiri hiçbir şey ifade etmiyordu.

Heyecan duygum da yoktu. Çok heyecanlanabileceğim bir şeyler dahi hiçbir şey ifade etmiyordu.

Kimseyle konuşmak, kimseyi dinlemek de istemiyorum açıkçası.

Yani nasıl oldu bu bilmiyorum. Ama ablama izlettiğim bir video var, hatta unutmadan not edeyim buraya da.

‘sahibine küsen hamster’ videosu.. Bir hamster var, bir de sahibinin eli ve elindeki meyve. Önce çabalıyor o meyveyi almak için, sonra da ulaşamadığında bırakıyor, yani vazgeçiyor. Ama donuk bir halde. Sahibi ona o meyveyi uzatsa da tepki vermiyor.

Şu an bu tepkisizlik dönemindeyim hayatının ve o hamsterın aslında küsmek değil, hevesinin kırıldığına yemin ederim.

Hatta kalbi de kırılmıştır.

‘Hayat’ dedim ablama bu videodan sonra. Önce biraz güldük tabi. ‘insana heves ettiğinde değil, her şeyden vazgeçtiğinde tüm heveslerini uzatır’ dedim. Yine güldük, ama bu sefer acı bi gülüştü.

Öyle ama kendimden biliyorum. Her şey vazgeçtiğinde, hiçbir şey hissetmediğinde önüne düşüveriyor.

Sonra kimse beni sevmesin istedim. Kimse benimle konuşmak, görüşmek için heveslenmesin. Çünkü ben hep kendimden yola çıkıyorum. Ve her şeyi kendim gibi düşünüyorum.

Mesela beni seven bir insana karşı istesem de keskin çizgiler çizemiyorum. Ama bu onları sevdiğim için değil, sadece seven insanlara hürmet ettiğim için.

Mesela görüşmeyi nezaketen kabul ediyorum olayı bende yok, ben yine kendimden yola çıkıyor ve bir insanın başka bir insanın yüzünü görmesinin ne kadar önemli olduğuna inanarak kabul ediyorum.

Evet, belki nezaketen benimle görüşmek istiyor ve sahte sevgilere sahip oluyorlar. Ama ben yine de o böyledir, şöyledir değil kendim nasılsam öyle değerlendiriyorum.

İşte bundan mı bilmiyorum.

Hissizleşmem bundan mı?

Kimseyi de suçlamamak lazım şimdi.

Şunun bunun yüzünden değil.. Ben böyleyim.

‘Canımı yakanın canı yansın’ demem, pusuya yatıp perişan olmasını beklemem, ah edip pişman olsun diye düşünmem. Canımın yanması bana aittir der, yaramı sarmaya çalışırım.

Ah etmeden, bağırıp çağırmadan, çirkefleşmeden..

İşte maksimum bir yazı yazabilirim. O da kimse okusun diye değil.

Kimse, biri, bir şey gibi hedeflerim yok hayatımda. Bu bana iyi gelmiştir zaten hep. Ama konu şimdi bu değil.

Aslında konu hiçbir şey değil..

Ama ben birileri gibi değilim diye büyük bir suç işliyormuşum gibi. Yani canımı yakanların canı yansın diye beddualar etmeliyim, etmesem de içten içe kin güdüp perişanlık beklemeliyim.

Yahut mutluluklarım herkesinki gibi olmalı.

Neyse ki Rabb’im biliyor beni..

Çok şükür Rabb’im biliyor beni..

Çok uzatmadan, herkese benden Kent Şarkıları- Hayat Devam Ediyor ve bir bardak açık çay..

Göğe bakalım..

 

14 Eylül 2020 Pazartesi

Bir Düş'ten Düştüm..

 



Bir rüyaydı..

Oturduğumda kaldırımdaki sıcaklığı hissettiğim ve kaldırım taşlarının havadan, ellerimden daha sıcak olduğu gerçek bir rüyaydı. 

Karşımda duran apartman ve bahçedeki ağaçlar bana eşlik ediyordu. 

İnsanın içinde bir şeylerin kalması ne korkunç. Rüya gerçek bir rüyaydı ve içimdekiler rüyam kadar gerçekti..

Rüzgâr hafifçe esti, soğuktu. Zaten bana hep soğuk. Ama insanın anlaşılmaması daha soğuk. 

Rüzgâr ve hava soğuktu evet, ama anlaşılmamak gerçekten daha soğuktu. Hele yanlış anlaşılma korkusu, ne büyük tutsaklık, ne büyük esaret..

Derken gönlümün yarası geldi yanıma oturdu. Hiçbir şey olmamış gibi, ‘ben geldim’ dedi..

Tebessüm ediyordu, sanki bir savaştan çıkmış gibiydi. Yorgundu belliydi ama tebessüm ediyordu. Yine tekrar etti ‘ben geldim’ dedi. 

Bakmadım, sadece dinliyordum. 

‘Sana söz’ dedi, ‘söz veriyorum telafi edeceğim, hiçbir şey olmamış gibi yeniden tanışalım’..

Döndüm yüzüne baktım, sonra gözüm ellerine ve ayaklarına düştü. İçim üşüdü. Avazım çıktığı kadar bağırmak istedim. Ne kadar istediysem o kadar sustum. 

‘hiçbir şey olmamış gibi’ diyebilmek nasıl bir duygudur acaba..

Ahh Allah’ım, çok şükür sadece rüyaydı. Yoksa bu kelimelerin ağırlığını hangi omzumla kaldırabilirdim. Gönlüme değmeden nasıl oradan uzaklaşabilirdim? Çok şükür sadece rüyaydı. 

Devam etti o yürek ağrım, ‘sana söz veriyorum, hadi..’ dedi.. 

Sustum, tam üç yüz yıllık bir suskunluktu bu.. 

Gönlüme baktım, üşüyen ellerime sonra.. Titreyen ellerimden eser kalmamıştı ve ben o yaranın yangınında da ısıtmak istemiyordum ellerimi. 

Avuçlarımda dermanım duruyordu. Ona bakarken bir kere daha kıyamadım, öyle masum, güzel ve duruydu..

İçimdeki kelimelere ses üflenmedi. İçimde kaldı söylemek istediklerim, cümleye dönüşmedi..

Tekrar döndüm yarama baktım, ‘hangi birini unutacağım?’ Dedim ‘hangi biri silinecek, giden zaman geri gelmiyor. Hiçbir şey yok olmuyor..’ 

Söylemek istediklerimi söylemek de gelmedi içimden. Yarama merhem sürmek de.. 

Dermanın nahifliğine sığınıp, huzur ve sefa da da yoktu gözüm. 

İşte bu yüzden, o rüyadan sıçrayarak uyandım.. 

Hepsi buydu..

7 Eylül 2020 Pazartesi

Ne Sen Leyla'sın, Ne Ben Mecnun..

 


Bilinen bir hikayeden bahsederek başlayalım sözlerimize..

Çok özet anlatacağım. Çünkü uzatınca, bazen unutuyorum aslında neyden bahsedeceğimi. Ve zaten içimdekilerden kurtulmak için yazdığım yazıdan, içimdekilerle tekrar çıkmış oluyorum. Ve hatta bazen yenileri de ekleniyor

Her neyse..

Bir gün Leyla’nın babası harika bir ziyafet verir. Yemeğin başında Leyla vardır. Ve Mecnun da sıradadır. Herkese yemeğini veren Leyla, Mecnun’un tabağına kepçeyi vurur ve tabak kırılır. Herkes şaşırır ama Mecnun mütebessimdir. Leyla’nın onu sevmediğini söyleyenlere de o meşhur sözü söyler, ‘olmasaydı bana meyli, hiç çanağımı kırar mıydı Leyli?’

Yani kastı eğer bana da sizin gibi hiçbir şey demeden yemek verseydi, sizden ne farkım kalırdı? Beni sizden ne ayırırdı? Bunu okuduğumda kendim çıkarmıştım.

Kendi çıkarımlarımla yaşıyorum zaten. Âşıklar ve Sevgilileri arasında, mukattaa harfleri gibi sırlar var. Bazılarını hatta sadece âşık biliyor, Sevgili’nin haberi dahi olmuyor.

Ama gelelim yaşadığımız çağa.

Bizler atalarımızdan genlerini alan insanlarız. Kaşımız, gözümüzle değil sadece. Huyumuzla ve suyumuzla da..

Sanırım bu hikâyenin genlerini de almış olacağız ki, günümüz dünyasına vurduğumuzda çatır çatır kırıyoruz Mecnunların kâselerini.

He herkes Mecnun biz Leyla değiliz. Hatta bence hiç değiliz.

Yani bugün düşünüyordum, Aşk için irşat edecekse bir Sevgili, çanağı kırmasın. Çünkü artık Mecnunlar tebessüm edip, perde arkasına bakmıyor. Bunun yerine kalbine gömüp ya da bırakıp gidiyorlar.

Yani ‘ne sen Leyla’sın, ne ben Mecnun.. sen benim çanağımı kırarsan, ben de kapıyı çarpar giderim..’

Yani, kimse Mevlana değil, Şems’in gidişinde başını bir dilenciye vermeğe razı olsun.

Kimse zaten Şems de değil, arkalarında bıraktıkları Mevlana olsun.

Zaman değişti, insan dönüştü.

İnsan dönüşmeli de..

Zaman zaten değişir..

Tabi çok umutsuz da olmamak lazım, ama umut etmekle kendimizi kandırma arasındaki farkı da gözetmek lazım..

Sonra takvime darılmanın pek anlamı yok :)

Küçüklerin ellerinden, büyüklerin gözlerinden öperim..

5 Eylül 2020 Cumartesi

Ateş Ve Rüzgar'a..

 


Ağlaya ağlaya, susa susa, yaza yaza; söküp attığım, ezip geçtiğim, yıkıp kırdığım neyim varsa 3 kez üst üste baktığımda toprağına yine doluyor gözlerim.

Sızlıyor burnum..

Ve dişlerimi sıkıyorum.

‘hayır’ diyorum, ‘geçti, kendine gel..’

Unutamıyor insan.. unutulmuyor, silinmiyor.. hiçbir şey yok olmuyor..

Dinlemeyince o şarkıyı sen, radyolar insaf etmiyor.

Ben oldum olası sevmişimdir radyo dinlemeyi, frekanslar arasında düğmeyle oynamayı..

Ama insaf etmiyor ve yok olmuyor şarkı..

Oysa en fazla bir kere doğuyor insan ve en fazla bir kere yaşıyor. Ama ölüm öyle değil.

Ne arabesk bir cümle, ama hakikat.

Her ölümde bir parçasını gömüyor insan. Her gidiş bir ölüme denk geliyor benim lügatımda.

Her anı biraz daha toprak istiyor üzerine.

Ben anılarımı toprağa gömmekten de vazgeçtim oysa. Çünkü toprak bereketli, gömdüğünün hasatını toplatıyor sana..

İşte ey ateş, sana biraz daha muhtacım.

Toprağın hasatını, burnumdaki sızlamayı, ellerimdeki üşümeyi ve dinlerken bir müziği titreyen yanını sinemin, yak..

Ve ey rüzgar, savur kimsesiz diyarlara küllerimi..

Yoksa bu sızı benim kalp krizlerim olacak..

Yoksa yok olmamak için verdiğim tüm çaba elimde patlayacak.

Yoksa inanmalarımın bir sonu olmayacak.

Yoksa yine şiire meyledeceğim

Yoksa yine yazmaya yelteneceğim..

Kalbim yine itiraflara gebe düşecek ve bu doğumdan bir İsa (a.s) olmayacak.

Yoksa yine Meryem’in sancısına sevdalanacağım.

Yoksa yine Yusuf’un (a.s) kuyusunu, kuyusundan sonra zindanın arzusunu taşıyacağım.

Ve ben Musa (a.s) da değilim

Ben İbrahim (a.s) hiç değilim..

Ya bu gönlü elden vereceğim ya da tükenene kadar seveceğim..

Ey ateş ve ey rüzgar..

Ağlaya ağlaya ne varsa heybemde kalan, size teslim ediyorum. Emanet değil, size vakfediyorum ve tek şartım yakıp yok etmeniz..

Selam ve sevgilerimle..

1 Eylül 2020 Salı

Bir Eylül Başlangıcı..

 




Senin de bilmen gerekenleri, sana söylemek gelmiyor içimden.

İçimde yağmurlu bir güne doğacak güneşin hüznü var ve her gördüğümde heyecanlandığım adını görmek de istemiyorum.

Sana kırgın değilim, çünkü ben kırgınlıklarımı bir süre önce terk etmeye niyet etmiştim.

Sadece içimde umut olmuştun, bu inanmışlığın sancısı var..

Seninle konuşmak için biriktirdiğim hiçbir konuyu sana açmak istemiyorum.

Konular uzamasın, sözler çoğalmasın ve ben senden cevap bekleme sancısı çekmeyeyim hepsi bu.

Seni gördüğüm rüyalarda günlerdir, yüzümü çeviriyorum senden.

Haberin olmasın istiyorum.

Zehirlendiğim için üç gün çektiğim tüm sancıların içine sana dair olan incinmişliğimi de sığdırdım. Kimse anlamadı bu yüzden sana ne kadar incindiğimi. Ve sen de sormadın ‘nasılsın?’ diye..

Ve ben de zehirlerimin içine incinmişliğimi koyup, bir damla gözyaşı dökmeden ettiğim duama kattım ismini.

Bir insan yalnız ağlamayı arzulayacak kadar yalnız bırakılmamalı. Ve bir insan hep aynı düştüğü çukura itilmemeli.

Kimseyi suçlamıyorum.

O çukura hep ben düştüm.

Herkesi kendim gibi sanma hastalığım asla tedavisi olmayan amansız bir hastalık olarak hücrelerime işlendi.

Bir hafta peş peşe 10 tane yazıya başlayıp, hiçbirinin sonunu getiremeyişimin sorumlusu benim.

Zihnimi, kalbimi, ruhumu ben kendi ellerimle yine esir ettim.

Ama inanmıştım.

Belki dedim.

Olmadı.

Burnumun direğini sızlatıyor şimdi satırlar.

Ve içimden gelmiyor hiçbirini sana söylemek.

Ben de senin için herkes gibi biriyim. Hepsi bu kadar ve bu yüzden herkes her şeyi söylememeli.

Hoş geldin Eylül..

 

28 Ağustos 2020 Cuma

Bilmediğim Her Şey İçin Teşekkürler Allah'ım..

 


Çok şeyi bilmiyorum, ama bilmediğim her şeyi Allah biliyor ve hatta hiç bilmeyeceklerimi de..

Mesela bilmeme gerek olmayan; ruhuma, bedenime, gönlüme, aklıma, hayatıma artık ne olursa ona yaramayacak her şeyi Allah biliyor. Ama bunlar faydasız olduğu için değil, bana yaramayacak olduğu için bilmiyorum.. Ve Allah biliyor..

Ve çok şükür Rabb’im, benim Rabb’imsin.

Bilmediklerimle beni mükellef kılmadığın için teşekkür ederim.

Hiçbir şeyi bilmiyorken, beni sevdiğin için teşekkür ederim.

Ve yine bildikten sonra eksik bildiğimi bilmene rağmen beni sevdiğin için teşekkür ederim.

Allah’ım, sana bildiklerime amel etmediğimde de beni sevdiğin için her şeyden çok teşekkür ederim.

Sen’in gibi sevemedim affet ve en çok bunun için affet.

Çünkü en çok sevgide ve sevgisizlikte hissediyorum günahlarımı. Ve sanki en büyük günahım sevmediklerimde oluyor.

Severek günaha girilir mi? Bilmiyorum.

Rabb’im ben yine bilmiyorum.

Ve Sen bu bilmediklerimden dolayı beni suçlamıyor, sevmekten vazgeçmiyorsun.

Allah’ım benden hiç vazgeçmediğin için teşekkür ederim.

Bir süredir kendimle verdiğim bazı savaşlar var. Kimine göre saflıklar, aptallıklar belki de. Evet, ben de aptallık var. Bunu söylemekten gocunmuyorum.

Seviyorum da ama korkularım da var.

Ve Rabb’im korkan bütün parçalarımın

Ve Rabb’im bütünümün de Rabb’i .

Ve Allah kalpleri teselli edendir.

Ve Allah teselli edenlerin en güzelidir.

Kendimde bilmek için baskıladığım her şeyi an itibariyle özgür ve serbest bırakıyorum. Sizi bilmediğim için sizden değil, bilmek için zorladığım için kendimden özür diliyorum.

Bazı yolları yürümemeliyim ve bazı insanları sevmemeliyim.

Bazı insanları çok sevmeliyim ve bazıları sadece bazılarıdır bu kadarıyla yetinmeliyim.

Bütün beklentilerimi bir kenara bırakarak, ben bazı cümlelerin de insanı değilim. Örneğin, karıncayı incittiğini öğrendiğimden bu yana ‘bile’ kelimesini dağarcığımdan çıkarıp, alternatif tüm kelimeleri yerine koyarak vicdanımı huzura bırakabilirim. Ama o ‘bile’yi kullandığımda karıncanın incinmesinden Allah’a sığınırım.

Şimdi yine kendim için diliyorum; Allah’ım, kimseye yük olmadan, kimseyi incitip kırmadan, kimsenin yolundaki taş, ayağındaki zincir, boğazındaki düğüm, sırtındaki iz, gönlündeki yara olmadan al beni bu dünyadan.

Ki özgür kalayım bütün bu ağırlıklardan.

Evet, bugün 28 Ağustos 20 günü, doğum günümden tam bir gün önce bilmediklerimi bilen Allah’a hamd olsun yeniden.

Ve bilmek için çabaladıklarım arasında kalbime yaramayacak şeyleri aklımdan, işime yaramayacak şeyleri hanemden azad ediyorum.

Merhaba ben.

Ve teşekkürler Allah’ım..

25 Ağustos 2020 Salı

Günaydın Kendim..

Kendimi bir rüyadan uyandırdım bugün.. 

Rüyamı yaşamak için rüyamdan uyandım ve yine rüyamdan kurtulmak için uyandırdım kendimi.

Uyurken farkında değildim uyuduğumun, ama rüyalarım öyle değildi; istediğimde uyanabilecek iradeye sahiptim. 

Demek ki rüya uykunun bir parçası değildi her zaman.. Ya da benim rüyalarım hep uykularıma ait değildi. 

Rüyamda korkularımı ve sevinçlerimi aynı kabın içerisinde bana göz kırparken ve tebessüm ederken gördüm.

Korkularımın tebessümü tüylerimi ürpertirken sevecen gözleriyle pırıl pırıl bir şekilde merhametli sevinçlerin göz kırpması ellerimi ısıttı..

Oysa çok üşümüştüm uyumadan önce..

Ayaklarımı birbirine sarılı halde bırakmıştım bu yüzden, ama uyandığımda kan ter içerisindeydim..

Ve çok üşürüm ben her zaman..

Korkularımı anlatırken tek kelimelik betimleler kullanmam da korkularımdan korkmak mı bilmiyorum..  

Peki, bir rüyayı en tatlı yerinde bölerek beni oradan çıkaran korkularımın ismi ne?

Mesela neden üşümelerim korkularımdan besleniyor?

Korkmanın kendisi de korkunç mu?

İnsan korktuklarıyla imtihan edilirmiş, ama yeni bir insanı tanımanın imtihanı sürekli yenilerle tanışmak mı?

Biliyorum, kalp Allah’ın haremi, biliyorum Allah kendi haremini korur.

Biliyorum kalbin sakinleri öyle alelade, sıradan şeyler değildir.

Ama aklım?

Onu nasıl koruyacağım?

Kalbim aklımı koruyamaz mısın?

Mesela bir insandan kendimi nasıl koruyacağım?

Allah’ım dost edinmek istemiyorum demiyorum, ancak bu dostluk suretindeki düşmanlıklardan nasıl korunacağım?

Ben bir parça aptalımdır.

İnanırım.. hem de öyle çabuk ve öyle kolay..

Meraksızlığım da benden başka herkesin derdidir.

İnanırken de çok kimseyi sorgulamam.

Belki de aptallığımın gıdası da bu aşırı meraksızlığımdır.

Ve rüyamda tam bu korkular bana tebessüm ederken, bir suyun karşısında suretimi gördüm..

Tabirlemediğim rüyamı, sohbetlerimin bilinçaltındaki canlanması diye yordum.

Bir insanı sevmek, ona güvenmek belki yaş aldıkça insana daha ağır geliyor.

Ve Allah biliyor birkaç gün sonra biraz daha büyüyecek ve ömrümden 1 yaş daha alacağım..

Ve belki bu yüzden yeni dostluklara karşı taassup ehli oldum ve geleneksel, kemikleşmiş dostluklarda kalma tutkusundayım..

Ve ben şimdi bu yazıyı öyle pat diye bitirmek istiyorum.

Tıpkı gece yarısı kendimi uyandırdığım rüyamdaki gibi..

Tam bu yüzden akşam olmak üzereyken Günaydın kendim.. 

9 Ağustos 2020 Pazar

Bu Bir Yolculuktu..


Bir yola çıktık birkaç kişi. Hüseyin Rahmi Gürpınar, Michel de Montaigne, Fatıma Tebrize ve Sema Nur yani ben..

Birkaç da görünmeyenler vardı aramızda, aklımızda, kalbimizde, valize koyup getirmek istediğimizde, gülüşümüzde, bakışımızda, hatırımızda, hasretimizde ama en çok kalbimizde.. en çok kalbimizde..

Ve bu bir yolculuktu, tepeden tırnağa bir yolculuktu..

Seyir halindeyken yolda, güne bakan çiçeklerinin güneşten yüz çevirdiğini, hiçbir ağacın olmadığı yerde bulutların gölgelik ettiğini gördüm..

Bu bir yolculuktu işte bundan çok belliydi. İçe ve dışa hem de..

Tanıdığım, ama hakikatle tanıdığım günden bu yana Fatıma'da ruhumun bir parçasının olduğuna inanmışımdır..

Bu yolculuk parçaların bir araya gelmesi anlamına da geliyordu bu yüzden.

İşte bir yolculuk delili daha.. Vallahi yolculuktu..

Hem sonra, yol uzun, gece ve gündüz süren bir yoldu, ama baştan ayağa yolculuktu..

Kendimle alakalı bir keşif, kendime dönüş yolculuğumdu belki de..

Hem belki hayatımın merkezinde kalmanın niyeti ya da yeni başlangıçlara Besmele çekme yoluydu kim bilir?

Aklımın iplerini kalbimin kuyularına atıp, akıl ve mantık zindanlarından kalp hükumetlerine seferdi..

Bu bir seferdi..

Han da, yol da, yolcu da, hancı da..

Gün de, güneş de, gece de, ay da..

Şiir de, şair de, kağıt da, kalem de..

Hepsinin ama en çok güneşten yüz çeviren güne bakan çiçeklerinin üzerine yemin ederim bu bir yolculuktu..

'Neden güneşten yüz çevirdiniz?' dedim güne bakanlara.. biri hariç hepsi sustu.. 'Sevgili'ye naz Aşk'tandır' dedi o da sol omzunu silkerek..

Ve bu sözü heybeme koyup dağlara doğru giderken bir daha yakiyn ettim; bu bir yolculuktu..

7 Ağustos 2020 Cuma

Ey Aşk.. Ey Ateş



Bir ateşte iki Aşk yanar mı?

Bir Aşk'ta iki ateş olur mu?

Nasıl olur bu iş?

Derler ki ateşin tabiatındadır; eritir, yakar, ikiyi bir, biri hiç eder..

İki gönül tek ateşte mayalanırsa, iki yürek bir Aşk'a gebeyse; o ateş tüm ikilikleri teke çevirir..

Yine derler ki ateş temizler, siyahı siler, pak eder.. Rahmet'in bir tecellisidir ateş.. 

Bir gönül Aşk'a meyl edince evvela ateşte terbiye edilir..

O yangın, o gönlü gül bahçesine çeviren bir başlangıçtır..

Ve yine derler ki, aslında iki gönlün niyeti de bir sevdaya dem tutmaktır..

O sevdanın ateşinde ikiyi bir yapmaktır. Aşk iki gönülde can bulmuştur. Biri diğerinden daha az ya da daha fazla değildir. 

Aşk'ta adalet vardır..

Ve Allah Aşk'ı yarattı.. sonra da hemen ardından kalplere üfledi..

Ve Allah en çok Aşk'ı yarattı.. sonra kendi makamında Aşk'a yer açtı..

Aşk'ın değirmeni de ateş oldu..

Ve Ey ateş..

Merhamet etme sakın.. iyice düş sineler üzere. Düş ki yanan sineler  Yar'in ayrılığında ağıtlar okusun.. okusun da ikililten birliğe yol alsın..

Ey ateş,

Ey Aşk..

30 Temmuz 2020 Perşembe

Bu gece niyet ediyorum Aşk'a..


Bu gece başka bir hal var üzerimde.

Sanki 'hazırım' diyor kalbim.. 

Kızıl renkler eteklerinde gövdemin, başsız kalmış gölgem,

Bu gece açacağım kalbimi Aşk'a.. biliyorum vuracaksın sen de ey Aşk başımı şevkle..

İşte yine yıllar sonra düştüm eşiğine

Bir sureti, bir gömleği olmayan derdin hizmetine..

Hazanlar vuracak biliyorum yine gönlüme

Baharları arzulayamayacak.

Bu gece başka bir hal var üzerimde

Aşk'a niyet..

Aşk'a besmele..

Aşk'a düğüm..

Ve bu gece bir daha Aşk'la kefenlenecek gönlüm.

Mihrabımda kıyama dururken, tekbirin elifinde, 

Yine düşeceğim kuyulara..

Ama kuyuları azad ederek niyet ediyorum Aşk'a..

Zehri şerbet, acıyı tatlı gösteren şaraba..

Hangi yangına bu özlem, hangi ateşin cezbesi?

Ne çekiyor beni kirpiklerimden kendine, bu neyin nesi?

  
Bu gece ben de var bir hal..

Aşk deyince titreyen yüreğim, 

Ahhh..

Ahhh.. 

Ben neye niyet ettim? 

Hani İsa'nın nefesi?

Hani Musa'nın Tur Dağı?

Hangi dağda kurban ediliyor ruhumun İsmail'i?

İbrahim hangi yangının koynunu güle çevirdi?

Hangi gök altında Adem tövbe etti? 

Hangi zikir Yunus'un gönlüne su serpti?

Hangi ateş İbrahim'e niyet etti?

Hangi dağ vahye gebe şimdi?

Bu gece, gece değil sanki..

Aşk inecek yine bir yerlere..

Ey Aşk, açtım sana gönlümü, işte ben, işte yine ben..

Ey Aşk..

Ah Aşk..

27 Temmuz 2020 Pazartesi

Şairlere şiir yazılır mı?



Hiçbir şaire şiir yazılır mı anne?

Hiç değer mi yani dokunur mu yüreğine?

Şairlerin hepsi Aşk’tan anlar mı anne? Yoksa bildikleri tek şey kendi aşkları mıdır? Mesela içten içe yanan bir aşığı gördüklerinde onun da hikâyesini hiç onunla konuşmadan anlatabilirler mi mısralarında?

Mesela, hatta kendilerine aşık olan bir aşığın halinden anlayabilirler mi?

Her aşkın karşılığı vardır. Her aşkın bir karşılığı vardır.

Evet, yemin ederim zeytinin üzerine, her aşkın bir karşılığı vardır. Ama bu karşılık hep vuslat değildir.

Anne sana soruyorum, çünkü en çok sana sormayı seviyorum.

Peki, bir aşkın karşılığı hep bir kalpte midir? İnsan illa bir insana mı aşık olmak zorundadır.

Gökyüzündeki bir kuş insanı irşad edemez mi?

Bir şair bunları da yazabilir mi?

Bir ömür kaç kişiyi sevmeye yeter? Sevmek deyince neden illa karşı cinsten biri anlaşılıyor anne?

İnsan bir çiçeğin boyun bükmesini, bir kitabın kokusunu, yağmurun sesini sevemez mi? Neden en güçlü sevgilerimizi bir insana yüklemek zorundaymışız algısı var anne?

Ve neden sevgide güç var?

İnsan güçsüz bir sevgiyle de sevemez mi? Güçlü olması için kalbin, günde bilmem kaç defa kan mı pompalaması gerekiyor?

Mesela acısını sinesine bastıran da güçlü sayılmaz mı?

Peki, anne şairlere dönelim; her şairin bir aşkı mı vardır? Aşık olmayan şiir yazamaz mı? Şiir yazmanın altın kuralları nelerdir? Var mı bir tarifi..

Aşkından, kalp ritmi bozulan ama tek kelime konuşamayanların aşkı da sahih mi?

Aşkı doğru kılan ve aşkı şiir yapan sihrin sırrı ne anne?

Şairlerden neden korkuyorum anne?

Aşktan mı korkuyorum? Şiir bana en fazla ne yapabilir ki? Mesela neden en az şiir okuyorum. Oysa çok seviyorum.

Oysa çok seviyorum.

Oysa seviyorum anne..

Ama korkuyorum..

Bir şaire şiir yazsam dedim ya kendisininki kadar güzel cümleleri kuramadığım için aşağılar mı sözlerimi? Aşağılasa yine şair olur mu?

Ama hakkı değil mi anne?

Onun kadar güzel konuşamayan, kelimelere onun kadar güzel can veremiyor diye birini beğenmese bu onun hakkı değil mi?

O zaman ben de en iyi bildiğim şeyi yapayım..

Hoşça kal..