İzleyiciler

18 Aralık 2019 Çarşamba

Ufak Tefek İtiraflar :)





Bugün bir şarkı dinledim ve sonra sana aşık oldum.

Aşk böyle bir şeyse elbette J

Daha önce de demiştim ‘Seni seviyorum’

Sana aşık olduktan 7 yıl sonra seni sevdiğimi anladım. Aşık olduğumda henüz küçüktüm ve sevdiğimde 30 larıma yaklaşmıştım. Hala 30 olmadım. Ama olsun, olsam da fark etmez.

Her neyse, eğer bir gün neydi o şarkı diye soracak olursan ‘Indila - Dernière Danse’ olarak dinlersin. Aynen bu isimle buraya bırakıyorum, kopyala yapıştır ve dinle.

Kendini müziğe bırak

Ne demek istediğimi anca kendini bıraktığında anlayabileceksin çünkü. Aşık olmadığını sandığın her şeye aşık olacaksın.

İçin kıpır kıpır olacak ve bulutların üzerine çıkacak kadar mutlu olacaksın.

Sonra tekrar tekrar dinlemek isteyeceksin. Çünkü aşık olmanın tadını bir kere almış bulunacaksın. Ve bu tadı, bu hazzı defalarca yaşamak için; tekrar tekrar dinleyeceksin.

Böyle bir şey işte.

Günleri yaşamak, seni bir şeylerde bulmak, bulduğum her şeyde yaşatmak için milyonlarca sebebim var.

Kalbim şuan Ortaköy’de atıyor, o bankın üzerinde.

O bankta ve Ortaköy’de hiçbir şey yaşamadım. Sadece sen bir kere o banka oturmuştun. Ve ben o günden sonra hep rüyalarımda Ortaköy’ü gördüm.

Ah elimde olsa kalbimi bu yazının ortasına koyardım. Ve resim çizemiyor olmak ne büyük bir eksiklik.

Çünkü çizebilseydim seni tam bu sayfanın ortasına çizerdim.

O müziği de çizerdim.

Çünkü neden çizmeyim ki?

Ama ben sadece yazabiliyorum. Kelimelerin insafına bırakarak duygularımı, aklımı ve kalbimi.. ne dökülüyorsa onu yazabiliyorum.

Ne kadar konuşabiliyorsam,

Ya da kaç kelime biliyorsam o kadar yazıyorum işte.

Anla!

Anlamalısın, çünkü o şarkı hala çalıyor. Ve bittikçe ben tekrar tekrar dinliyorum.

Peki, bir müziği dinlemek seni gördüğümdeki heyecanı nasıl uyandırıyor biliyor musun? 

Bilmiyorsun..

O halde söyleyim, çünkü ben her yerde ama mütemadiyen her yerde, istisnasız her yerde seni bir kere görüyorum..

Bu şarkıda heyecanlanmamın sebebi ise defalarca görmek oldu.

Ah kalbimm. Durdu duracak..

Merhaba biten gün ve merhaba yarın ve sonraki her şey..

Küçüklerin gözlerinden büyüklerin ellerinden öperim.


7 Aralık 2019 Cumartesi

Düş Kapanı..




Rüyadaydım,

Rüyamdaydım.. yağmur yağıyordu, bahçemde bir bisikletim vardı.

Bir telaş içinde seni bekliyordum, bir yandan yeni bir eve taşınmıştım ve kitaplarımı raflara diziyordum.

Kitapların tozlarını ellerimle alıyordum. Her kitapta birkaç dakika oyalanıyor, içinden bir sayfayı okuyor ve bunları seninle paylaşabilecek olmanın hazzını yaşıyordum
.
Rüyamdaydım. Seni bekliyordum.

Karanlıkları sen aydınlatabilirdin biliyorum, benden başka kimsenin de bilmediği bir şeydi bu.
Bu gece rüyamda seni beklerken gördüm.

Normalde tahammül edilemez sesler vardır benim için. Sessizliği bozan seslerden hoşlanmam. Bütün sesler sessizliği bozmaz. Gürültü mesela sessizliğe değmeyebilir bile.

Ama eğer gece yarısı, tam uykuya dalacakken muslukta damlayan su sesi insanı gece yarısı sinir krizlerine sokabilir.

Ama bu gece rüyamda gördüm, bu ses seninleyken huzur dahi verdi.

Bütün bu şeylerin seninle bir ilişkisi olmalı.

Toprağın, yağmurun, yaprağın, fırından yeni çıkmış ekmek kokusunun, demlikte kaynayan suyun ve demlenmeyi bekleyen çayın, ilkbaharın, yazın, şubatın ve martın..

Hepsinin seninle bir ilişkisi olmalı.

Var zaten gördüm. Rüyamda gördüm. Tüm kitapların arasında altı çizilen tüm cümlelerde, tüm olan her şeyde sen vardın.

Ahh, ne güzel bir beklemekti..

Derken bir anda çatı perdelendi, bir anda yağmur evin orta yerine yağmaya başladı..

Ben rüyamda yağmurda ıslandım. Kış mevsimine girmemiz gerekiyorken hala baharı yaşıyoruz. Ama son baharı..

Evet, havalar soğuk ama rüyamdaki yağmurlar yumuşaktı..

Su damlası yüzüme değsin diye başımı göğe kaldırdım. Şiir okumak, şiir yazmak, bütün dillerde seni anlatmak istedim.

Cahit Zarifoğlu’nun ‘gökyüzüne bakmayanların kalbi daha çabuk kirlenir’ sözü gibi ya da Turgut Uyar’ın ‘durma göğe bakalım’ daveti gibi..

Seni gördüğüm her yer bir durak gibi..

Ben rüyamın yalancısıyım, gelmiştin gördüm..

Şimdi bir masada yapabildiğim tek şeyi yapıyorum, dua eder gibi seni beklediğimi gördüğüm rüyayı yazıyorum.

Hasret ve özlemle..


11 Kasım 2019 Pazartesi

Ben 1 Kere Özledim Seni..



Ben bir kere özledim seni, hatta çok eskiden değil 1 ay olmamıştır belki..

Ama gerçekten aldığım haz, hissettiğim duygunun başka ismi yok bence. Gerçekten çok özlemiştim. 

Mesela bir şeye, herhangi bir şeye biraz uzun baktığımda o sen oluyordun.

Gülme..

Bir ağaçta bir toprakta seni görmek benim için de şaşırtıcıydı çünkü.

Tamam diyorum, o an hissettiğim özlemdi. Çok özlemekti. Peki, şimdi hissettiklerim?

Kendime şaşıyorum.

Sana şaşıyorum. 

Kimyamı bozmana şaşıyorum. 

Kurallarımı bozmana şaşıyorum. 

Yerli yersiz yerde aklıma gelişine, aklıma gelişinle aklımın gidişine şaşıyorum.

Adını her hangi bir yerde gördüğümde kalbimin atışına şaşıyorum.

Günde beş bin defa seninle konuşuyor olmama ve bunların hiçbirinden haberin olmayışına şaşıyorum? 

Sahi hiç çınlamıyor mu kalbin?

İçine bakmak istiyorum. Keşke ultrason, röntgen gibi bir takım cihazlar olsa içimizdeki, hisler için..

Hislerin insafındayız hepimiz.

Ben de işte nereden başlayıp nereye geldim yine. Olsun.

Bak şu an nedir ne değildir bilmiyorum ama seni o özlediğime yemin edebileceğim günü özlüyorum. 

O an bambaşka bir hazdı bendeki.

Sen bir insansın ve ben de öyle. Nasıl oluyor da sen hiç değişmeden bendeki duygu durumu bu kadar çok değişiyor?

Ne yapıyorsun bana?

Çok önemli değil. Ne yapıyorsan eline sağlık. Allah razı olsun.

O halde seni seviyorum..

Görüşürüz..

24 Ekim 2019 Perşembe

Darmadağın..




Darmadağın oluyoruz.

Tam toparlamışken evi barkı ne bileyim işi gücü, borcu harcı.. Bir anda bir ses duyuyoruz bilmem çok alakasız bir yerde, topladığımız her şey yıkılıveriyor birden.

Sonra paldır küldür düşüyor evin duvarlarındaki anılar, sonra işlerin içinden bir koku yayılıveriyor tam odanın ortasına..

Sonra tüm gönül borcum dayanıyor kapının ağzına bir alacaklı gibi..

‘almaya geldim, çabuk öde borçlarını. İster gözyaşı dök ister kahkaha at. Değil mi ikisi de aynı şey. Ben bilmem, anlamam, dinlemem. Bana borcunu öde. Nasıl harcadıysan şimdi öde..’

Derken derken, topladıklarım bir bir başıma yıkıldı. Omzuma yıkıldı. Gönlüm benden şikayetçi.

Ahh.

Peki, ne olacak şimdi.

Susturun tüm şarkıları..

Kıstığım kendi sesimdi. Yuttuğum kendi acımdı. Göğsüme bastırdım acılarımı. Sancılarımı sinemde sakladım. Kucakladım hasretini. Gecelerin koynunda bir rüya umuduyla ben uyudum. Yalnız yattım..

Şimdi nasıl oluyor bir şiir içime bu kadar işliyor..

Darmadağın oluyoruz, sizi bilmem ama ben oluyorum.

Darmadağın oldum. Yirmi dördünde ayın. Ekim ayının..

Şimdi hangi parçam nerede düştü bilmiyorum. Peki, merak ediyorum. Bir satırla beni dağıtan bu şiirin memleketi neresi?

‘Ruhun mu ateş yoksa o gözler mi alevden?

 Bilmem bu yanardağ ne biçim korla tutuştu.

Pervane olan kendini gizler mi alevden?

Sen istedin ondan bu gönül zorla tutuştu.

Gün senden ışık alsa da bir renge bürünse,

 Ay secde edip çehrene yerlerde sürünse,

Her şey silinip kayboluyorken nazarımdan,

Yalnız o yeşil gözlerinin nuru görünse..

Hançer gibi keskin ve çiçekler gibi ince,

Çehren bana uğrunda ölüm hazzı verince,

İçimdeki azgın devi rüzgârlara attım,

 Gözlerle günah işlemenin zevkini tattım.

Gözler ki birer parçasıdır sende İlah'ın

 Gözler ki senin en katı zulmün ve silahın

Vur şanlı silahınla gönül mülkü düzelsin

Sen öldürüyorken de vururken de güzelsin’

Dün gece Büşra’yla otururken dinlediğimde, ufaktan bir değdi gönlüme.. Bu sabah okuduğumda..

Darmadağın oldum..

Sabah sabah oldu mu şimdi?

Sabah olmuş mu oldu şimdi?

Büşra da dertlendi zaten, kıza bir gecede on yıllık yükleme yaptım..

Sözlerime son verirken,

THE END

17 Ekim 2019 Perşembe

ne bileyim?




Bundan iki yıl öncesine gidiyorum. Biri çıkıp ‘bir gün onu göreceksin’ dese inanmazdım.

Bu inançsızlığım mı seni görmeme sebep oldu bilmiyorum. İnsan her zaman inandıklarını değil bazen inanmadıklarını da yaşıyor demek ki.

Bana yokluğunu öğreten varlığın nerede şimdi? Olmasaydın bilir miydim kalbimin yerini? Madem varsın, o halde neredesin?

Ne yapmam gerekiyor senin varlığın için?

Neden ansızın gelip, durup dururken gidiyorsun mesela?

Kaç satır yazmam lazım? Kaç yıl beklemem?

İlla şair mi olmalıyım? Yoksa bir klişeye göre hareket edip beni kaybetmeli misin?

Bütün bu bilinmezliklerin mucidi sensin, senden önce bilmediğim her şeyi, seninle öğrendiysem, varlığınla yokluğunu öğreten de sensin..

Ama neden?

Bu sorunun cevabı yok işte..

Şimdilerde yine sardım Sezen Aksu’ya..

Yine bir şarkı seçtim kendime usulca.

Sen bilmezsin bana armağan ettiğin şarkıları. Mesela şu anda da ‘Hasret’ geldi senden bana..

Ne zaman bitecek seni bu beklemelerim bilmiyorum.

Madem gideceksin, neden beklememem gerektiğini öğretmiyorsun?

Tamam git, şimdi, yarın ya da dün..

Ama öğret beklenen gittikten sonra kalan ne yapar?

Ve bekleyenler bizim neyimiz olur? Bekleyen nasıl teselli edilir?

Giden nereye gitmiştir?



11 Ekim 2019 Cuma

Kendin Ol..




Bir iyilik yapın kendinize..

Bir değil, birden çok yapın ama birden başlayın.

Mesela bir örnek vereyim ‘kendiniz olun’..

Bu da neyin nesi? Nereden çıktı? Valla tam olarak iç sesimiz bu. Hepimizin hayatına birileri giriyor birileri çıkıyor, bu bir rutin yani.

Herkes gittiğinde sadece sen kalırsın mesela, kimse olmaz ama o başka bir mevzuu..

Birilerinin karakteriniz, tarzını, üslubunu vs işte birçok özelliğini beğenip onu örnek alabiliriz. Ama dur!

İleri gitme!

Kimseyi kendinle karıştırma!

Sen sensin, başkasından kopyalayıp kendine yapıştıramazsın.

Doğa, yaratılış, ruh, genler, bedenimiz buna izin vermez. Herkes kendi olmak zorundadır.

Doğrular ve yanlışlar (ki tartışılır bu da kişiye göre) hariç mecburuz kendimiz olmaya. O doğruyu kimse sana göstermek için sorumlu değil..

Kimse de kolundan tutup zorla çıkaramaz içinde bulunduğun yanlıştan.

Mesela kendini parçalasan da Türkçe bilmeyen birine Türkçe şiir okuyunca onu etkileyemezsin. Şiir sever dahi olsa anlamadığı bir dilin duygusuna da giremez insan.

Hem başkasını taklit edince onda beğendiğin kadar güzel durmuyor sende bilmelisin!

O onda güzeldir, sende değil.

Böyle sakin yazıyorum ama birinde taklit gördüğüm an ne kadar iğrendiğimi beni tanıyanlar çok iyi bilir. Yani klavyeyi kırmıyorsam şuan tek sebebi ‘hayırlı cumalar’ olmasıdır.

Ayrıca çok da saçma, bir başkası emekle bir yere ulaşıyor, diğeri sırf ona imrendiği için onun yerinde olmak istiyor.

Az ötede oynayın..

Al işte yine beyin nöronlarım zıplamaya başladı. Sinir sistemim aktifleşti.

O yüzden çok uzatmayacağım.

Bir iyilik yaparak ‘kendiniz olun’



3 Ekim 2019 Perşembe

Bir İyilik Yap Kendine..




Bir iyilik yap kendine ve kurtul benden..

Sahile git,

Çay iç ya da kahve bilmiyorum hangisini daha çok seviyorsan.

Sonra yürüyüş yap ya da bir sporla uğraş. Herhangi bir hobi de edinebilirsin. Ama ne yaparsan yap önce benden kurtulmakla başla.

Çünkü ben kimseye vermediğim kadar zarar veriyorum sana.

Hatta ben kimseye zarar vermedim senden başka..

Hani demiştin ya bana ‘mikrop gibisin diye’ öyleyim evet. Ama bir tek sende bu böyle.

Kalbinde bana duyduğun öfkeyi azat etmelisin. Benden kurtulmalısın. Beni kendinden azat etmelisin.

Kanatlarımı kırıyorsun,

Beni yoruyorsun,

Gereğinden fazla susuyorsun.

Eğer bilsem ki işe yarayacak sana yalvarırım, ‘ne olur artık kurtul benden’ diye.

Bunları okumak seni öfkelendirecektir. İçinde affetmediğin ne yanın varsa bu sözler gidip onlara tuz biber olacaktır.

Öfkeni büyütecektir belki de bilmiyorum.

Sadece bildiğim şu var, bilmem kaç yıldır tek kelime etmesek de, ne bileyim gözlerini görmesem de, senden uzakta da kalsam, benden uzağa da düşsen, seni o zamanki kadar iyi tanıyorum.

Benden nefret etmiyorsun mesela biliyorum.

Kimseye itiraf edecek cesaretin olmasa da, senin sevgin öfkenle diri kalıyor.

Beni sev demiyorum, demeyeceğim de, nefret et ya da etme bununla da ilgilenmiyorum. Ama kendin için bir iyilik yap ve benden kurtul..

Sadece sen ve benim bildiğimiz bir yol burası. Ben oturmuşum sen de gelmiyorsun. Yollar tozlandı, kimse yürümüyor. Ama sen de gelmiyorsun. Ben de kalkmıyorum.

Bir düğümün bir ucunda sen bir ucunda ben.. ne sen çözüyorsun ne ben başka düğüm atıyorum.

Biz birbirine yabancı iki aşinayız. Yüzleşmemiz gerekiyor. Ama ben senin beni kırmandan korktuğumdan oturduğum yerden kalkmıyorum sen de artık ne duymuşsan kendini inandırdıklarınla kandırıyorsun.

İnan aynı yolda yürüyelim demiyorum.

Sen benden kurtul istiyorum. Bu yolu bırakalım, kim nasıl isterse yürüsün. Eşkıya gibi yol kesen olmayalım.

Yaramıza dokunan herkesi düşman bellemeyelim. Adımı duyduğunda sinirlerin tepene çıkmasın. 

Fotoğraflarımı sil. Ben de yok zaten.. 

Pardon 4 tane fotoğraf var, içinde ben de varım diye sakladığım.. Ama sen sil..

Hani şu kimsede olmayanlar. Birlikte gittiğimiz yolların fotoğrafları. Hatta bence benim çektiklerimi de sil. Sana beni hatırlatan her şeyden kurtul. 

Birlikte geçirdiğimiz anıları beraber unutalım.

Biz birlikte yürüyemedik, beceremedik.

O halde bırakalım yol başkalarının olsun.

Olsun, birileri de zahmetsiz bir yol bulsun.. olsun..

Ne senden eksilir ne benden.

Ama kurtul artık benden. Kurtul özgürleş ve benim kanatlarımı da bırak artık.

Tüm kalbimle affediyorum seni.

Hoşça kal..

Ama lütfen 'Hoşça Kal'..

19 Eylül 2019 Perşembe

Affet Beni Kalbim..




Bir takım pişmanlıklar yaşadığım doğrudur. Bu kendime ait en ağır itirafım.

Keşke’lerle empati yapıyorum. Pişman olacağımı bile bile yaptıklarımın keşke’si beni yıkıyor.

Bazı şeyler artık hiç olmayacak.

Ve bazı şeyler artık hiç olmayacak.

Defalarca tekrarlıyorum aynı cümleyi. Çünkü biliyorum, ne kadar pişman olursam o kadar az kalacak belki de..

Kendimce haklı sebeplerim yok, düpedüz hatalar bunlar.

Ve her şeyden özür dilerim. En çok kendimden.

Okuyan, duyan herkes şaşıracak belki de. Ama vicdanımdan, kalbimde sakladıklarımdan kaçamıyorum.

Umudum yoktu. Melankoli değil bu, baya bildiğin yoktu umudum. Oysa ben belki şu yeryüzünde en çok mucizeye inanan insanlardanımdır. Son ana kadar bekleyenlerden..

Ama bu öyle bi umut ya da umutsuzluk değil.

İnsan bazen, sesinin Allah’a ulaşmadığını, ne yaparsa yapsın görünmediğini hissedebiliyor. Bu herkesin başına gelen bir hadise değil farkındayım..

Ama ben tam olarak kimsesiz kaldım. Belki de günaha, hataya en yakın olduğum zamandı. Dönüşü olmayan bir yola girmeme ramak kalmıştı.

Az hasarla kapattık elhamdülillah. Ama bir keşke’miz kaldı işte.

Ve bana varlığını hissettirenden, kalbimde açtığım bu yaraya merhemini sürmesini bekliyorum.

Yazmasaydım ne olurdu?

Yazmasaydım çok şey olurdu..

Yazdım bir şey değişmedi, ama yazmasaydım değişirdi..

Buradan beni seven ve sevmeyenlere selam ederken,

tüm pişmanlıklarımın

tüm yalnızlıklarımın

tüm umutlarımın

tüm gözyaşlarımın

tüm kahkahalarımın

tüm arkadaşlarımın

tüm dostlarımın

ve kalemlerimin

ve defterlerimin

ardından müziğin

ardından günahlarımın huzunda..

özür diliyorum senden Kalbim.. Sana sürdüğüm bu keşke için affet beni..

İnan bir ömür taşıyacağım izini asla izin vermeyeceğim bu Keşke’nin iyileşmesine..

Sen affet beni. Ama bil, ben asla affetmeyeceğim kendimi..

Hoşça kal..



26 Ağustos 2019 Pazartesi

100 leştim.. :D




Korkuyorum..

Zerrelerime yayılan, içimi ürperten bir korku bu. Kaybetme, bulamama gibi değil.

Bir şeyi çok sevme korkusu.

İçini nasıl doldurursam doldurayım. Bu kadar içimi açmak, bu kadar yansımak..

Alışkın olmadığım bir hal bu. Bilinmezlikler.

Bunca derdin arasında, bu korku beni nasıl mutlu ediyor? Ağlarken nasıl güldürüyor? Bu korkuyu neden seviyorum?

Şimdiye kadar hiç üzerine düşünmemiştim, güvensizliğin. Meğer ben çılgınlar gibi güvenmiyormuşum çoğu insana. Herkesten her şeyi bekliyor olmakla, kimseden hiçbir şey beklememeyi birbirine karıştırmışım.

Yani beklentisizliğimi güvensizliğim besliyormuş ne ilginç.

Ve bununla pat diye bugün yüzleştim.

Az önce hatta..

Korkuyorum yine. Her şey artık çok farklı. Çok gerçek.. Birkaç gün sonra 29 yaşıma gireceğim. 

Büyüdüğümü de hissediyorum.

Yorulmak da var.

Ama bu korku beni diri tutuyor gibi. Neden?

29 yaşımın korkularımla alakası yok. Hiçbir şeyin bir şeyle alakası yok aslında.

Bugün kendimle yüzleştim. Güvenli alanımda. Kimse vurmadı beni. Yüzüme vurmadı. Canımı acıtmak istemedi kimse.

Ben kendimle yüzleşirken, kimse menfaatlerini gözetmedi.

İki kişiydik kendimle yüzleşirken. Ben ve o.

Her şey artık çok farklı olacak biliyorum. Şakası yok, gülmüyorum mesela bak.

Kendime iyi bir bağlama kursu bulmalıyım. Kansere falan iyi geliyormuş. Elhamdülillah kanser değilim. Ama bilmiyorum. Bir şeyler değişecekse bir enstrüman çalmalıyım.

Başkalaşım, dönüşüm herkes için gerek.

Derin derin iç çekiyor, yüzeysel düşünüyor, düşüncelerimde derinlere inmiyorum.
Sen güzel bir yüzleşme, iyi bir korkusun.

Çocukluğuma yazacağım güzel bir mektupsun. Çocukluğumda da olmalısın çünkü.
Ve bir isim vermeliyim sana..

Adın saklı kalmalı.

Herkes bir şarkı seçsin şimdi kendine..

Not: başlıkla yazı birbirinden alakasızdır. Hiçbir organik bağları yoktur.

22 Ağustos 2019 Perşembe

Bir Gün Seni Yazacağım..



Seni yazacağım bir gün.

Bir gözün bu kadar anlamı nasıl taşıdığını karalayacağım beyaz bir kâğıdın üzerine. Ve değmeden her hangi bir göz gözlerine, o satırlara değen herkesin içi ısınacak..

Gülüşünün gölgeliğinde dinlenen herkes, dudaklarından dökülen harflerin serinliğinde huzur bulacak.
Bir gün yazacağım seni.

Hiç dokunmadan kalbinle nasıl sarıldığını..

Sesini hiç duymadan bütün dilleri bildiğini.

Evrenselliğini..

Sonra biraz ketumluğunu yazacağım, bir sırra sadakatini.

Şefkatini..

Yutkundum şimdi ve gözlerim doldu. Çünkü biliyorum, acımasızlığın, önyargının, nefretin, kinin olduğu bu coğrafyalarda.. Ne çok ihtiyaç var sendeki bu merhamete..

Ve yine aynı merhamete iliklerine kadar ihtiyaç duymak.

Ve ‘ihtiyacım var merhametine’ diye bağıramadığı için kimsenin, şefkatine sığınmanın ne demek olduğunu bilme nimeti..

Bir gün yazacağım işte hepsini.

Seninle geçirilen bir anın ömürden sayılmadığı, saatlerin en hızlı ilerlediği, zamanın nasıl güzel geçtiğini yazacağım bir gün..

Okuyan herkes sana sırılsıklam âşık olduğumu düşündükleri bir yazı yazacağım. :)  Ama bunun aşk olmadığını senden başka kimsenin anlamayacağı bir yazı işte..

Bir gün tüm kalemlerimi önüme toplayıp, en sevdiğim kâğıtların üzerine, adına kıyıp yazamadığım, ama her okuduğumda sana sarıldığım bir yazı yazacağım.

İnsaf et, bu kadar güzel olma.

Bütün defterlerime seninle ilgili bir satır düşeceğim. Ben defterleri çok severim ve birçok defterim vardır. Ama hepsine seni bir kere yazacağım..

İnsaf et, bu kadar güzel olma..

Bahsetmeyeceğim güzelliğinden. Ama yeşili, maviyi, suyu, güneşi, denizi ne bileyim bir çiçeğin ihtişamını falan..

Böyle güzel olunmaz.. :)

Bir gün yazınca seni, sen bile bilmeyeceksin belki. Ama keşke herkesin ömrüne değsen bir kere dahi olsa.

Güzelliğin bulaşsa..

İnsaf et, bu kadar güzel olma :)

Seni seviyorum.. :) 



15 Ağustos 2019 Perşembe

Sonunda Bunu Yazdım..



Kuş öldü ve kanatlarından şiir yazılmadı. Kuşun gidişinden kimseye bir pay ayrılmadı. Kuşun ölümünden sonra cenaze namazı kılınmadı ve kanatları da kimseye miras kalmadı.

Ama kuş öldü.

Sonra saksıdaki çiçek bir bir döktü yapraklarını. Toprağı kurudu, çatladı. Saksısı kırıldı çiçeğin. Ve çiçek kurudu. Çiçekler de soldu. Kimseye bir anı bırakmadı yaprakları. Okunmak için satırları kalmadı yaprakların.

Çiçekler soldu..

Sonra mürekkebi kurudu kalemlerin. Alın yazıları silindi. Kağıtların hepsi uçtu. Mürekkeplerin hepsi kurudu. Kalemler kalemlikleri terk etti. Hepsinin görevine burada son verildi. İmzalar atılmadan kurudu mürekkepleri.

Gölgelerim beni terk etti.

Güneş bugün kalbimdeki topraklarına tersten doğdu. Bu bir kıyamet alametiydi. Kıyamet koparken güneş doğudan değil batıdan doğacaktı. İşte bu da onun gibiydi.

Notaları düştü şarkıların. Paldır küldür. Sol anahtarı kırıldı. Hiçbir kapıyı açmaz oldu.

Şiirlerin mısraları hükümsüzlük giydi. Bu dava da düştü. Şiirlere müebbet verildi.

Ve ben senden vazgeçtim..


6 Ağustos 2019 Salı

Başlık Yok..




Bir gün sana yazacak hiçbir şey bulamayacağım. Ve o gün belki yarın belki yarından da yakın..

Ve inan zerre suçu olmayacak hiç kimsenin.

Kimsenin omuzlarında bir yük olmayacak, herkes özgür kalacak kelimelerden.

Ne bir ah ne bir damla gözyaşı..

Ama eminim bir gün, bütün bu iç hesaplaşmalarım bittiği gün mesela, sana yazacak tek kelime bulamayacağım. Tek kelimem kalmayacak senin adına içimde.

İnsanlardan kaçmak istiyorum. Kaçmanın kurtuluş olmadığını bile bile üstelik. Ama kaçmak istiyorum. Çünkü bir hayli rahatsız edenlerine tanıklık ediyorum.

Ama güzel şeyler de var hayatta. Mesela sana yazacak bir şey bulamayışımın üzerinden çok geçmeden yeni bir hikâye derleyeceğim. Belki 30 umda belki 29 umda..

O kadar yakın düşün..

Yeni bir masal sabahında, bulutların ardından gülümserken güneş, tüm neşemi giyinerek uyanacağım sabahlara.

Evet, seni yazarken yapamıyorum bunu. Hem gözlerim de şiş zaten.

İşin aslı hiçbir şey senin yüzünden de değil. Ama istemiyorum artık. Kalbimde atmanı istemiyorum.
Olur olmadık yerlerde heyecanlanmayı, nabzımın yükselmesini, sesimin ve hatta göz kapaklarımın titremesini istemiyorum.

Bir şarkıda aklıma gelmeni, sonra başka bir şarkıda yine ve derken tüm müzik listemde bir anı bırakmanı istemiyorum.

Ama inan buna, bir gün bunların hepsi bitecek. Ve o gün tek kelimem kalmayacak..

Bazı yazılar okunmasın diye yazılır, bu da öyle. Bu yüzden bir başlığı olmayacak..

22 Temmuz 2019 Pazartesi

Anlayanlar Anlamayanlarla Uğraşmasınlar..




İnsan kendine çarparsa ne olur? Buna da çarpışma denir mi?

Bir kitap hakkında kaç kelime konuşulur? Hiç susulmaz belki de. Ama bu konuşma kimleri kapsar?

İnsan bir hayalin içinde kaç yıl yaşar?

Bir bağ duygusal olarak nasıl kurulur? Ve nasıl olur da hayaller 7 katlı bir bina enkazından daha ağır gelir yıkıldığında?

Çok mu önemli bu sorular?

Hayır..

Çay daha önemli. Sonra kitap okumak çok çok önemli.

İnsanın birine içinin en derinlerinden gülmesi, bazen teşbih elinde zikir çekmesi bazen kulaklık kulağında müzik dinlemesi çok daha önemli.

Kutsal kalabalığa sığınıyorum.

Yalnızlığın bu denli övüldüğü bu dünyada, yalnızlık aşıklarının kalabalığa nasıl meftun olduklarını günlerce anlatabilirim.

Ama bütün bunlar faydasız bilgiler.

İçimde coşup duran bir nehir var.

Okyanus derdim de o tufana gerek yok şimdi. Boyumdan büyük laflar etmeye de gerek yok.
Şuan yüksek sesle bağırasım, ardından bütün evlerin ziline basıp kaçasım, kilometrelerce yürüyüp, hız trenlerinde kalbimi küt küt attırasım var.

Gözüm telefonda, neden olabilir mesaj bekliyorum.

Peki, biz buraya nereden geldik? Sahi neredeydik ki buraya geldik?

O değil de, bu aralar deli bir hava var başımda. Her an bir çılgınlık yapabilirim. Mesela pat diye gidebilirim. Yahut her şeyi bir anda silebilirim.

Yok olabilirim.

Niye olmasın ki?


20 Temmuz 2019 Cumartesi

Kendimle Başım Belada..



Sonra bir gün bir müziği yine ezberimde tutmam gerekiyor gibi defalarca dinledim. Biliyorum, o içimde bir yere dokunmuştu.

Ben böyleyim ama..

Bir şeyler gönlüme değince onu ezberliyorum. Sesin de böyleydi mesela.

Duymasa da kulaklarım sesini tanırım ben senin..

Sonra derken bir gün kalbim ağrıdı

Bir gün yoruldu kalbim

Bu kalbim başıma iş açtı mesela.

Senden önce olmayan dertlerim peyda oldu birden. Seni sevmek, özlemek belki içimde büyüttüğüm bir düştü. Sonra ben o düşten düştüm.

Bu düşmeden sonra Adem’in değil, Havva’nın düşüşünü de ezberledim. Ama yine de başımı kaldırıp gökyüzüne sükunetle bakamadım.

Ah sen benim kalp ağrım.

Sanki ruhuma açılmış, ah sen benim yara izim..

Bütün yollar da senin gidişini ezberlemişler. Tüm dileğim beni bu gelişlerden azad etmen..

Şairin de dediği gibi, ‘ya topla yaralı kırlangıçları ya da bu vefasız şarkıyı sona erdir.’

-         -İnsan kalbinden şikayet eder mi Sema?

-          Ah bilmiyorsunuz, şikayetim kalbimden değil..

-         - O halde nedir bu halin? Ne olmuş olabilir sana?

-          Kırıldım.

-          -İlk defa mı?

-          Hayır, belki de hepsini toplayıp şimdi kırılmışımdır..

-         - Yine de şikayet mi etmeli insan? Muhakkak bu imtihandan senin faydana bir kazanç elde edeceksin..

-          Biliyorum, ama..

-          -Ama’lar sıkıntılı cümlelerdir biliyorsun değil mi? İnsan ama’dan öncesine saklanarak ama diye başladığı yerden sonra hakikati izhar eder..

-          Biliyorum, nolur bi şey olsun, olsun da bütün bu kırgınlığımı yele vereyim..

Derken derken iç hesaplamaların da bir sonu olmadığını ve onları da ezberlediğimi anladım.

Senden önce gitmenin korkusunu yaşamıyordum,

Şiirler bıçak gibi delmiyordu yüreğimi..

Ah ne kadar arabesk..

En iyisi dizlerini iyice kendine çekip tüm sancıları bastırarak milyonlarca kitap okuyup, yüksek sesle şarkı söylemektir belki de..

O zaman ben gidip çay içeyim.

Herkese benden çay, Şakir’e de..



3 Temmuz 2019 Çarşamba

Bir Gün Şaşırdım..




Milyonlarca insan ve milyonlarca kelimenin, cümlenin hatta noktalama işaretlerinin olduğu bir dünyada iki insanın aynı cümleyi söylemesini..

Ne bileyim, açıklayamıyorum.

Sonra birbiriyle alakası olmayan insanların aynı duygularla birbirlerine bakmaları falan, ilginç geliyor. Her iki anlamda da, sevmek ve nefret etmek..

Hani göz göze geldiğinde bütün derdini anlatmanın ne demek olduğunu biliyorum, tek kelime çıkmadan ağızdan, anlaşabilmeyi mesela..

Ama hiç görmeden, hiç konuşmadan, sesini duymadan, gülüşünü görmeden sonra gözlerindeki manayı tartmadan, ölçüp biçmeden..

Nasıl oluyor açıklayamıyorum..

Hiç görmediğin birini yağmurda iliklerine kadar ıslanmış gibi tüm zerresiyle hissetmenin bir ismi olmalı oysa..

Bu hissi karşılayan bir kelime?

Düşünüyorum,

Düşünüyorum

Ben bilmiyorum, bulamıyorum.

Ama bu duyguyu karşılayan bir kelime icat edilmeli artık bence.

Şey vardı, neydi o kadının adı? Şuan başka bir müzik dinlediğim için aklım o kadını bulamıyor.
Dur bulacağım..

Heh buldum, Gülay..

 ‘Kalanların Ardından’ adında bir şarkısı var, bir yerinde şey diyor ‘sürmeden yüzümü ben sana uzaktan iman ederim’

Bu şarkıyı dinlediğimde 16 yaşında falandım. Bu kelime o zaman da ağırıma gitmişti, şimdi de ağırıma gidiyor.

Bu cümleyi kurmak için kaç fırın ateş tüketmesi lazım insanın? Bilmiyorum..

Bir gün belki, bir gün ateşten de bahsederim..

Ama şimdilik, zihnim yeşil defterimde olduğu sürece hatta..

Söylemek istediklerim bu kadar..

Büyüklerin ellerinden, çocukların yanaklarından öperim..



27 Haziran 2019 Perşembe

Boşunu Verdim..




İçimi bir kenara bırakıp usulca, gitmek istiyorum.

Ölüm gibi bir gidiş değil, her yerden gitmek istiyorum. Kendimi götürmeden..

Mümkün değil biliyorum.

Biliyorum mümkün değil..

İmkansız bir şeyi istediğimin farkındayım..

Ama istiyorum. Daha önce de dedim, kalbimi koruyamadım diye. Koruyamadığım için onu da bırakmak istiyorum. Benim ona bir faydam yok çünkü.

Bir gün belki, bu dediklerimden pişman olurum.

Keşke şimdi ya da yarım saat sonra pişman olsam. Dönüp okuduğumda kendi halime gülsem şimdi ya da yarım saat sonra.

Kalbimdeki şu sıkıntı sanki içime atılmış bir virüs gibi.

Sıkıntılar kemirgendir. İnsanın içini kemirir.

Ama ben içimsiz kaldım. Ve içimi de istemiyorum..

Bugün Zeyneb’e, “artık acı çekmiyorum Zeyneb, beni çok üzebilecek şeylere üzülmüyorum. 

Kırılmam, dağılmam gerekiyor ama ben tepki dahi vermiyorum” dedim.

“Yoruldun Sema” dedi “çok yoruldun”

Çok yoruldum..

Ben biliyorum bugün kalbimde olan bu hüznün sebebini. Biliyorum ama neden böyle oluyorum bilmiyorum.

İnsan..

İnandığı kadar aldanıyor. İnandığı kadar..

Ben de inandım mesela. İnandığım kadar aldandım. Ama hala inanıyorum.

İçim başka telden dışım başka terane..

Ne ben iflah olurum, ne söylediklerimi birkaç kişiden başkası anlar.

Gerçi çok umurumda değil, kimsenin bir şey anlaması.

Aslında hiçbir şey o kadar önemli de değil.

O zaman şimdi ya da yarım saat sonra bu yazdıklarımdan pişman olma ümidiyle..

Hoşça kal. Ya da kalma bana ne?

25 Haziran 2019 Salı

Ve Bir Gün..




Ve bir gün,

Hiçbir şey olmamış gibi

Biliyorum öyle tüm güzelliğinle

Umursamaz ve içten gülüşünü takarak dudaklarına..

Sonra huzur yeşili ve özgürlük mavisi

Ve kıyısına doğru eylül elası gözlerinle

Beni benden ederek çıkıp geleceksin..

Ve ben işte, tam o gün, o gülüşü ve gözlerini bugünkünden daha az sevmeyeceğim. Ama gelişini de beklemeyeceğim..

Ansızın nasıl düştüysen gönlüme bundan bilmem kaç yıl evvel, tıpkı o zamanlardaki gibi, uzun yolların sonunda bulduğum deniz gibi karşılayacağım seni.

Habersiz,

Beklentisiz,

Belki unutmuş..

Yüzümde bir gülümseme ama biliyorum aşina gözlerimle bakacağım, yorgun yüzüne..

Ah delikanlım, ah yarım kalmışlığım. Ne güzelsin yine bugün, dünden daha güzel.

Ah yorgunum, yaralanmış yanlarım, nedir derdin senin böyle?

Derken düşüverdim yine bir kitabın satırlarından tam olarak Ortaköy’e.. Hazır demişken Ortaköy diye, bir sır vereyim kendimden.

Biliyorum sırlar gösterilmiş yaralardır. Biliyorum sırlar ilk hançerle vurulan yanlardır ama olsun. Benim bu sırrımı bilecek kadar beni bilen, yaramdan da vursun. Zaten vuran vurana, bir de buradan vurulalım.

Ne kaldı ki zaten geriye?

Ben rüyalarımda ilk..

Kavuştuğum, sustuğum..

İlk Ortaköy’dü işte orası..

8 yıl öncesine gittim bak şimdi. Hani orada bir bank var ya, işte tam o bankın üzerinde, gözlerin düşünce denize..

Gönlüme düştü o gözler..

İşte o gözlerle bugün çıkıp gelsen, inan o günden daha az sevmeyeceğim seni..

24 Haziran 2019 Pazartesi

Kırgınlığı Kim İcat Etti?





Ben sağlam bir kaya gibiydim.

Öyleydim..

Biliyorum, çok derin olmasa da büyük bir göl gibiydim. Umursamazdım çok bir şeyi. Öyle derdim. Öyleydim değil, öyle derdim.

Sonra kış geldi bir gün ansızın. Suyum buz tuttu..

Derinlerime kadar içim dondu.

Üşümedi bir anda buz tuttu, her şey bembeyaz oldu.

Sonra bir anda her şey tuz gibi un ufak oldu..

Bu benim kendime dahi itiraf etmekte zorlandığım belki de en derin konuydu.

Bir gün çat diye kırıldım. İçime, dışıma kadar..

İnsanın kalbi içinde kırılır aslında, ama dışına da vurur. İnan vurur..

Bakışları anlamsızlaşır. Her yere bir duvara bakar gibi bakarsın. Kimseye sırtını dönmesen de karşında olmaları da bir şey ifade etmez.

Yol kenarındaki papatyalardan özür diliyorum.

Kalbimi koruyamadım, kalbimden de özür dilerim. Bu dağılmaya gücüm yeter mi bilmiyorum? Kendime olan inancımı da kaybettim belki bilmiyorum.

Erimedi benim buzlarım; kırıldı, dağıldı. Doğamın seyri bozuldu. Ne kışım ne yazım kaldı.
İçimdeki çocuğu kaybettim. En zoruma giden de bu oldu. Büyüdüğümüzü sandığımız bir zaman diliminden çocukluğumuza nasıl uzanıyor ellerimiz?

Uzanıyormuş ama, içimdeki çocuğun yok oluşundan biliyorum..

Kalbimde beslediklerim, belki yarına olan sevincim, gökyüzüne attığım aptalca bakışlarım..

Hepsi top yekûn kırıldı. Artık ben de herkes gibiyim.

Kendime yabancı, kendimden uzak. Bir gittim bir daha gelemediğim yerlerden..

-        -   Ne gerek vardı ki? Değer miydi?

-        +  Değmezdi Sema, hiçbirine, hiçbir şeye değmezdi.

-         Hem biliyor musun, hak müstehak sana! Evet, ne lüzumu vardı bu kadarına?

-         + Neyse döküldüm zaten üstüme gelme..

-        -  Kaybettiklerini toplasan düzelir mi?

-         + Yapıştıracak mıyım? Nasıl düzelecek? Hem neyi nerede kaybettiğimi de bilmiyorum.

-        -  Bilmem

-         + Ben de bilmiyorum.

-        +  O zaman hoşça kal..

-         - Hı hı, inşaallah.. görüşürüz.

-         + Tamam

-        -  Murat Kekilli’den ‘Ver Bana Düşlerimi’ sana gelsin

-         + Tamam


8 Mayıs 2019 Çarşamba

Neymiş?




Neymiş? Demek ki insan vazgeçebilirmiş.

Öyle çat diye, yıllardır alışkanlık haline getirdiği her şeyi bırakabilirmiş. Öncesinde o yılları yürümesi lazımmış, ama yine de vazgeçebilirmiş.

Bir gün öğleden sonra yahut akşamüzeri fark etmez. Yazı yazar gibi, konuşur gibi, nefes alır gibi vazgeçebilirmiş.

Şimdi şu geliyor aklıma?

“Ne bu esrar arkadaş, neyden vazgeçtin öyle pata küte?”

Ne ben yalan söyleyeyim ne sen kendini avut. Tam da dediğin gibi, öyle pata küte, ama esrar falan değil apaçık bir hadise bu.

(Aşırı Hüseyin Rahmi Gürpınar’a maruz kalan kızın Türkçesiyle yazıyorum bu itirafı)

Ramazan ayındayız, en sevdiğim ay. Cidden çok seviyorum. Ama konumuz bu değil, vazgeçmemin de ramazanla bir alakası yok zaten.

Geçen haftaların birinde, böyle yine birtakım insanların bencilliklerini gördüğümde vaz geçtim.

Demek ki neymiş? İnsan yapabiliyormuş.

Ama öfkem..

O dizginlenmeyen bir hal aldı, Allah yardımcım olsun.

Ne diyorduk? Bencillik.

27 yılın içine birçok defa sıkıştırılan bencillik..

Ne demek istediğimi en çok Zeyneb anlar. Sonra annem babam ama en çok Zeyneb anlar. Zaten galiba ben bu itirafları falan hep Zeyneb için yapıyorum. Ondan başka kimse anlamıyor çünkü biliyorum.

Her şeyi bir kenara bırakarak, bencillik denen zıkkım, sigaradan, alkolden, ne bileyim her türlü bağımlılıktan çok daha zararlı.

Ömrümde ilk “nefret etme” duygusunu bu bencillikte kullandım ve şuan bunu kabul ettim. İçinde bencillik olan, bencilliğin bir parçası bulanmış olan, ne bileyim zerre dahi bencilce bir şey barındıran her şeyden nefret ediyorum.

Her insanın bir cenneti ve cehennemi vardır kendinde. Ben kendi cehennemime bu bencillikleri nefretle atıyor, yok olana kadar yakıyorum.

Beni, sırf kendi bencil duygularını tatmin etmek için seven, arayan, soran, özleyen herkesten beri olduğumu da, kendi bloğumda açıkça bildiriyorum.

Ben söyledim, gerisi uygulayanlara kalmış. Görmeyenler, duymayanlar ve bilmeyenler de beni ilgilendirmiyor.

Çok sinirliyim ulaa..

Valla sinirliyim.

Neyse..

Bağcılar’dan herkese selamlar..


4 Mart 2019 Pazartesi

Ben Her Şeyi Zeyneb’e Soruyorum..




Ben her şeyi Zeyneb’e soruyorum..

Evet, genel olarak her şeyi hem de. Mesela bazen utanmasam “nasılım Zeyneb?” Diye soracağım. O kadar çok soruyorum.

Çünkü ne derse ikna olacağım biliyorum.

Bunu görse “biliyorum beni kullanıyorsun” diyecek. Ama ne yapayım, her kapıyı açan bir anahtar olmasaydı o da.

Mesela canımı acıtmak için cevap vermez Zeyneb, ama sırf ben mutlu olayım diye de beni kandırmaz. Neyse onu söyler.

Bazı acılar vardır ve bazı tatlılar. Tatlılar tatlı acı fark etmez ama acıyı tatlı söylemek marifettir. 

Herkesin damak zevki de bir değildir efendim.

Ama o karınca kararınca ayarlar.

“Zeyneb, bu kitabı okuyayım mı?”

“Zeyneb, bu nasıl olmuş?”

“Zeyneb, sence bunu almalı mıyım?”

“Zeyneb, sence o benim hakkımda ne düşünüyor?”

“Zeyneb, sence buraya gitsem bana zararı olur mu?”

“Zeyneb, şunu yapmak istiyorum, şu sebeplerim var. Sen ne düşünüyorsun?”

Sadece kendimle ilgili şeyleri de değil, mesela üçüncü tekil ve çoğul şahıslarla alakalı soruları da Zeyneb’e soruyorum. Sanki her şeyi bilmek zorundaymış gibi.

“Zeyneb, sence o beni seviyor mu?”

“Zeyneb, sence şuradakiler ne düşünüyordur bu konuda?”

“Bize neden böyle bakıyorlar?”

“Şuan ne yapıyor?”

Ne sorarsam sorayım mantıklı ve gönlüme dokunacak bir cevabı var biliyorum. Gerçi bu bazen çokta iyi olmuyor sanki. Mesela bir mesele varsa ve ben o meseleye dâhil olmak istemiyorsam, “Zeyneb, Sema’ya söyler misin?” oluyor. Yani artık herkes o kadar farkında ki beni ikna edebilecek yegâne bir güce sahip, kızı kullanıyorlar. Tabii bu durum ikimizin de hiç hoşuna gitmiyor ama neyse, o konuyu burada çok açmayacağım.

Açıp açmamayı da Zeyneb’e mi sorsam? (kahkaha attım)

Bu bir iradem olmadığına yahut birimizin diğeriyle yönetildiği anlamını taşımıyor elbette. Beni o kadar iyi tanıyor ki ve onu o kadar iyi tanıyorum ki, tepkilerimizi, olaylara bakış açımızı da biliyoruz. Ben kendimle kaldığımda ne düşünüyorsam mesela Zeyneb çat diye onu bana söyleyebiliyor. Bazen kendime itiraf edemediklerimi o bana söyleyebiliyor.

Bazen kendi kuyularıma düştüğümde kendim çıkabileceğimi bana hatırlatıyor.

İç sesim gibi.

Galiba ben Zeyneb’i yuttum. Bunun başka bir açıklaması olamaz.








25 Şubat 2019 Pazartesi

Bir Tutam Hayal :)




Günaydın,

Selamun aleyküm

Büyük bir hayalimden bahsetmek istiyorum. Bu yüzden bir parça heyecanlıyım.

Beni bilen bilir, bilmeyen de bilmese de olur. Gökyüzünde bulunan Ay’a karşı olan zaafım, dostlarım, arkadaşlarım, gizlice beni takip edenler tarafından bilinen bir şeydir. Saklamıyorum gerçi gizlenmesine gerek yok.

Ve yine bilen bilir hiçbir alanda profesyonel değilimdir. Ustalığı kazandığım bir alanım yok şimdilik. Belki büyüdüğümde olabilirim, bilmiyorum.

Ay çok heyecanlandım..

Neyse, bir gün o her gördüğümde içimi kıpır kıpır eden, ışığından beslenmek için geceleri perdeyi sonuna kadar açtığım, okul zamanlarında yurdun en üst katına çıkarak ışığında kitap okuduğum (ki gecenin köründe, dolaşmak yasaktı), fark etmeksizin nerede görsem pat diye durup selam verdiğim, sonra işte ne bileyim o çok sevdiğim Ay’ın fotoğrafını çekmek en büyük hayallerimdendi işte..

Çok seviyordum, çok seviyorum.

Beni büyülüyor.

Ay’a gitmeyi hiç hayal etmedim, astronot değilim zaten. Fotoğrafçı da değilim, ama en azından bunu yapabiliyorum.

Çok uzatmadan, ben Ay’ın fotoğrafını çektim.

Hı hı ben çektim.

Çok müthiş bir his değil mi?

Birkaç gün evvel İstanbul’da muhteşem bir Ay manzarası vardı. Bir binanın arkasından yükselişini ben Zeyneb ve Ümmülbenin beraber izledik. O günün ertesi günüydü işte, mutfakta babam otururken, dedim “Pedercim azcık karanlığa maruz kalacaksın” pat ışığı söndürdüm. Babam anlamadı önce ne oluyor diye, sonra Ay’ı görünce başparmağıyla onaylayan işareti yaptı.

Sonra çatt çektimm.

Bastım deklanşöre bastım deklanşöre çatır çatır çektim. Hiç affetmedim. Ama sonra baktım çok sevdim.

Bir hayalimdi bu da böyle.

Ve gerçekleşti.

Bunun verdiği enerjiden mi nedir bilmiyorum. Pek mesudum.

Kendime bir kitap hediye ederek mutluluğumu iki ile çarpmayı düşünüyorum.

Hayallerinizi gerçekleştirmek için uyanın. Ve gerçekleşmediğinde, hayallerin de bir süre sonra insana yük olabileceğini unutmayın. Gerçekleştiğinde ise ruhunuzda hapsolmuş bir parçanın nasıl azad olduğunu izleyin.

Gökyüzünde kanat çırpan kuşlar gibi..

Tabii ki fotoğrafı ben çektimm..

Bir gün ama  şimdi değil de bir gün yazacağım hikayesini..

Hoş çakal..