İzleyiciler

29 Aralık 2021 Çarşamba

Ben Sizin Babanız Değilim..

Ben sizin babanız değilim, ben ne dersem o olmaz..

Ve her insan her zaman her istediğini yapacak diye bir şey de yok. Mesela her istediğini yapabilmek hatta bence çok korkunç..

Sonra birini sevmek onun sahibi yapmaz kimseyi, sevdiğimiz insanlara onları yaratmışız gibi davranmak da ne bileyim biraz akıl eksikliği gibi..

2021 in son demlerinde neye bu kadar sinirlendim bilmiyorum.

Oysa sadece biraz hasta, biraz yorgunum. Ama mutsuz değilim (elhamdülillah)

Ağrım var, nefesim de daralıyor. Ama ruhsal bir sancı değil şükürler olsun..

Kalp ağrısı çok kötü biri, birkaç kere çok derinden münasebetimiz oldu kendisiyle ve hiç hoşlanmadım zatı alilerinden..

Neyse..

Peki, ben neden sizin babanız değilim? Beni tanıyan birçok insan bu söylediğimin fiziksel durumla alakalı olmadığını bilir.

Aslında bu bir itiraf da diyebiliriz..

Nasıl mı? Şöyle ki; çocukluğumdan bu yana biraz gereğinden fazla sorumluluğu hep almışımdır.

Ve bazen başkalarının sorumluluğunu da.. Bu ciddi bir problem. Başkasının sorumluluğunu almak aslında kendi hakkına girmek çünkü..

Fedakarlıktan bahsetmiyorum, bu bir kul hakkı meselesi. İnsan sadece başkasının hakkına girmez, hatta temelde kul hakkı insanın kendisine saygısızlığıdır.

Hazır başladık giydirmeye iki kelime daha yazayım içimde kalmasın; gıybet akıl eksikliği ve gösteriş de düşük zeka belirtisiymiş. Uzmanlar öyle söylüyor. Her şeyimizi gösterme çabası da bir kompleksmiş.

Sonracıma bağırarak karşımızdakini susturmaya çalışmamız acizlik, kendimizden güçsüz birine (fiziksel-psikolojik) şiddet uygulamaksa düpedüz eziklikmiş..

Bunları yazarken nasıl içim rahatlıyor anlatamam. Çünkü çoğumuzun karşılaştığı durumlara bir isim bulmak insanı rahatlatıyor.

Çok coştum, sakin ol Semacım 🙏🏻

Ve gerçekten ben kimsenin babası değilim, olmak istemiyorum ve olmayacağım da..

Eğer Allah o yükü benim omuzlarıma koymak isteseydi bunu yapardı, artistlik yapıp her önüme gelenin yükünü yüklenince; en başta kendim olmak üzere kimseye bir iyiliğim dokunmuyor..

Ve gün sonu raporunu aldığımda ben 100 yaşında bir ruhu taşıyorum. Özür dilerim sevgili kendim..

Kimsenin babası olmadığımı da geçen annem, çocukken babamın gömleğini giydiğimi söylediğinde idrak ettim. Evet dedim. Ben bu gömlekle babalık misyonunu yüklenmişim. Anaç değilim bildiğimiz babaçım. Babacan da olabilir.

Pardon, öyleydim. Artık değilim. Herkes kendi derdine, kendi yüküne, kendi işine dönsün.

Hoşça kal 2021 bir daha gelmeyeceksin biliyorum. Senden nefret etmiyorum.

Bu arada Nurgül'e yazı yazdığımı söyledim, çok atarlı olduğumu da söyledim o da bana 'seviyorsanız söyleyin'li bir yazı mı diye cevap verdi..

Kız haklı seven de söylesin. Sonra ağlamanın kimseye faydası yok..

Bitti. 

20 Aralık 2021 Pazartesi

Nurgül İle..

 


(Baş not: maşallah demeden okumayın Allah rızası için, son zamanlarda akşam gözümüz var desek sabah gözümüz çıkıyor zira..)

Soğuk aylardayız..

Ama üşümek sadece havanın derecesinin düşmesiyle olmuyor. İnsan soğuk bir yüz, soğuk bir söz, merhametsiz bir kalp gördüğünde de üşüyor.

Zaten bazı şeyler bazı şeylere hiç bağlı değil.. (ne demek istediğimi yazacağım aşağıda bir yerlerde)

Gelelim Nurgül’e..

İki gün konuşmadığınızda bütün dünyanın elektriği kesilmiş gibi hissettiğiniz insanlar muhakkak vardır. Nurgül öyle biri benim için..

Birçok şeyi onunla yapmak büyük keyif veriyor hatta.

Issız bir adaya düşsem yanıma Nurgül’ü mutlaka alırım..

Peki, niye Nurgül? Reenkarnasyona inanmayan bir insan olarak ve Harry Potter izleyen bir insan olarak, ruhumun onda tekrar dirilmesi demeyim de, Nurgül’de ruhumun bir parçası var diyebilirim.  (Harry Potter-hortkuluk gibi olabilir, ama o da korkunç mu oldu? Bilemedim..)

İnsan birini sırf kendisine benzettiği için sever mi? Sever.. Peki, bu kendini sevmek midir? Yoksa gerçekten sevgilerin de çeşitleri, aşamaları falan var mı? Hadi düşünelim..

Akşam olduğunda, iki gün üst üste olmuşsa ve birinde konuşmamışsak ansızın bir mesaj geliverir birden telefonuma, ‘ne okuyorsun Sema abla?’ bu mesajı atan tabii ki Nurgül’dür.

Aynı kitabı okumayı severiz çünkü..

Aynı şeyleri izlemeyi, aynı şeyleri dinlemeyi, aynı yerleri görmeyi..

Mesela bir dedikodu yapacaksak, kitabın içindekilerin dedikodusunu yaparız.. Ama ne dedikodular.. Bu eğlenceli olur.

Çünkü insanlardan kaçıp, kitaplarda dinlenmek, çünkü uzaklaşmak ve kitaplarla yakınlaşmak bize iyi gelir biliriz.

Ya da birlikte hayaller kurmak, bu iyileştirir çünkü..

Evet, hayal kurmak iyileştirir. Ağlarken güldürebilir mesela. Ve bir de şey var, nerede güzel ve iyi bir şey görsem sevdiğim insanlar o güzelliği görsünler isterim. Gülüyorsam onlar da gülsün..

Çünkü onların iyilikle bir ilgisi olduğuna inanırım. Bazı insanlardan yana umudum çok.. (Nurgül, ‘bazı’yı ‘bağzı’ okur musun lütfen?)

Şimdi yukarıdaki parantez içine gelelim.

Benim insanlarda şaşırdığım bazı şeyler var ( Nurgül ‘bazı şeyleri,’ ‘bağzı şeyler’ olarak okur musun lütfen?)

Mesela çok gülmenin çok mutlu olmakla bir ilgisi yok. Ama acı çekerken gülebilen insanlara şaşırırım..

Hatta bir şiir var Victor Hugo’nun ‘Ağlamak için gözden yaş mı akmalı? Dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı? Sevmek için güzele mi bakmalı? Çirkin bir tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı? Hasret; özlenenden uzak mı kalmaktır? Özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı? Hırsızlık; para, mal mı çalmaktır? Saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı? Solması için gülü dalından mı koparmalı? Pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı? Öldürmek için silah, hançer mi olmalı? Saçlar bağ, gözler silah, gülüş, kurşun olamaz mı?’

Bence bu şiir en çok Nurgül’ü anlatıyor. Mesela o güler çünkü.. Ama derinlerinde ne sakladığını kimse bilmez.

Çaktırmaz.

Ama biz insanlar görmediğimiz yarayı yok saymakla meşhuruzdur. Ama Victor Hugo ne diyor? ‘ Dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı?’

Ahh keşke ağlamasa..

Ya da göz yaşları sadece mutluluktan aksa..

Şu yaşıma kadar gönlüme değmeyen bir defteri dahi almaktan imtina etmişimdir. Gönlüme değmeyen bir insanla da uzun uzun konuşamam mesela.

Ve her gönlüme değen bana bir şey öğretmiştir. Nurgül gibi, Kübra gibi, Zeyneb gibi, Fatıma gibi, Songül Can gibi (evet Can böyle yazılır) Zehra gibi, Buse gibi.. (burada 40 bin kere maşallah diyoruz)

Ve daha birçok güzellik gibi..

Tüm güzellikler adına, teşekkür ederim Allah’ım..  

(Dip Not: Nurgül filleri çok sever..)




8 Aralık 2021 Çarşamba

Üçüncü Şahısların Hikayesi.. ( İki Ayrı 'O')

 


Hayatları boyunca 1 olamayan, iki ayrı O’nun hikâyesi diyebiliriz belki. Ama; ben, sen, biz ya da siz değil, en çok hiçbir zaman bir cümlede onlar olamayan iki ayrı üçüncü şahıslar.. (zor bir cümle olmuş, tekrar okuyunca anladım)

Doğru anlatabildim mi bilmiyorum, hiçbir zaman bir bütün olmayan iki ayrı insan işte.

Sahi, insan hiç birlikte bir bütünün iki parçası olabilir mi? Yani gerçekten bir insanı severken, onu diğer yarımız gibi hakikatle görebilir miyiz?

Gerçekçi olmak gerekirse sanmıyorum..

Eğer iki insan, ayrı ayrı iki insan; bir elmanın iki yarısı gibi olsa mesela, bir yarım diğer yarımı daha çok ya da daha az sevebilir mi?  

Mesela biz insanlar birbirimizin kusurunu çok çabuk görürüz. En çok yanımızdakilerin, en çok sevdiklerimizin kusurlarına bakarız, diğer yarımız gibi gördüğümüzü iddia ettiğimiz birinin kusurlarını görürken de aynı maharete sahibizdir.

O halde biz üç kâğıtçı mıyız? Biz diğer yarımızı hatalarla mı var ediyoruz?

Bu başka konu, bilahare biraz daha üzerinde düşünerek belki bir gün ( bir hafta sonra da olabilir, bir ay ya da bir yıl sonra) üzerine bir şeyler yazarım..

Ya da sevdiğim biri ile bu hususta konuşabiliriz bilmiyorum.

Dün gece içime bir sıkıntı girdi, ama nasıl bir sıkıntı. Benimle alakası yok. Uyumak istemediğimi ama deli gibi de uykumun geldiğini fark ettiğim bir vakitti.

Benimle alakalı hiçbir şey yokken, aklımı kurcalayan iki üçüncü tekil şahısların nasıl birbirlerinden bu kadar ayrı ama birbirlerinin bu kadar aynı olduklarını düşündüm durdum..

İnsan ömründe kaç kere geç kalır?

İnsan nelere geç kalır ya da?

Geç ne demek?

Zeyneb mesela bir kere uçağı kaçırmıştı. Uçak Zeyneb’i almadan gitmişti. Bu geç kalmak mı? Onca çabasına rağmen yetişememiş olması geç kalmak mı? Uçağa da yazıklar olsun, kız o kadar koşmuştu.

Neyse konu bu değil bir an aklıma geldi işte.

Peki, insanın en büyük geride kalışı kaç kere olur? Ya da insan yetişmek istediğinde ne yapmalıdır?

Birbirini seven insanların sevgilerini bahanelere feda etmelerine kızıyorum. Bu iki üçüncü şahıslar da pekaala birbirlerine karşı bir şey hissedip, saçma sapan bahanelerle birbirlerine bağıra bağıra geç kaldılar..

Eğer bu geç kalmaksa..

Off ne kadar karışık karışık bir yazı yazdım Allah affetsin.

Ama anlaşılan bu olay, bu iki kişinin bahaneler uğruna birbirlerinden kopmaları ya da hiç bağlanamamaları beni bir parça etkilemiş, garip rüyalar gördüm.

Peki, hikâye nerede? Hala başlamayan hikâyem nerde?

Bütün hepsi bu kadar işte.

Bir konuyu öyküleştirme hususunda galiba çok iyi değilim. Ya da cümlelerin ucunu açık bırakmayı, sadece bir konu üzerine düşünmeyi, düşündürmeyi seviyor da olabilirim.

Belki bu da benim serseri serbest stilimdir.

Bir ara da unutmadan, ‘Nasıl Hüseyin Rahmi Gürpınar’a Dönüştüm?’ adlı yazımı içinde sıfır bilgi ile yazmayı düşünüyorum.

Dostum, magazinsel bilgiler kimseye bir şey kazandırmaz :)

Bu arada ‘André Rieu’ adlı sanatçının ‘Love theme from Romeo and Juliet’ isminde klasik bir eseri var. Çok güzel, dinlemek isteyen olursa buraya bırakayım.

Ama ben orijinali değil de, ‘Love Theme from Romeo and Juliet - Joslin - Henri Mancini, Nino Rota’ şeklinde arattığınızda çıkan versiyonu dinliyorum. Dipnot olsun.

Hoşça ve dostça kalınız..

26 Kasım 2021 Cuma

Ayakkabı Tamircisi..

 



Not: kurgu ile karışık, duygu ile harmanlanmış, kısmi gerçek, biraz da tebessüm içerir. Ben düşünürken güldüğüm de olmuştu. 

O zaman hadi bakalım yazalım yeni bir şeyler..

Çalıştığım yerin karşısında bir ayakkabı tamircisi var.

İnsanın ‘tamirci’lerden 2 beklentisi olabiliyor. Birincisi, kendisine ait bir eşyanın düzeltilmesi, ikincisi ise; sanki bütün küçük dükkânları olan ve tamir eden insanlar, hayatı herkesten iyi tanıyormuş gibi bir bilgelik.

Neticede onarmayı bilen, ha kapıyı ha duvarı ha kalbi onarmış ne fark eder ki? Hepsi aynı yöntemle olmayabilir, ama bilen için ‘tamir’ etmek bir anahtardır ve o anahtar uygun olduğu bütün kapıları açabilir.

Nitekim benim de bu beklentim var sanırım kısmen.

Ama hikâyemi oluşturan bu değil. Benim için önemli olarak gördüğüm bir gün için bazı hazırlıklar yapmıştım. Hem de öyle yabana atılmayacak sıkı bir hazırlık.

Güzel görünmek istiyordum. Neyse bilahare uyumlu giyimin bir parçası olarak bir ayakkabı aldım. Ayakkabımın arkası vurdu ve Allah’tan ofiste Zeyneb’in terlikleri vardı. Terliklerimle eve döndüm.

Sonra Zeyneb dedi ki ‘Sema, ayakkabıcıya verelim ayakkabının arkasını yumuşatsınlar, onlar biliyor bu yöntemi.’ Mantıklı geldi, ‘tamam’ dedim.

Tevekkül Allah’a gittik ayakkabıcıya, derdimi ve istediklerimi anlattım dükkândan çıktım. Ayakkabıyı almaya Zeyneb’le birlikte gittik. Amca istediğim şeyi yapmayıp ayakkabıya sadece taban koymuştu. Durup dururken yükselen tabanı ayağımı sıktı, neden bunu yaptığını sorduğumda ne dediğini hatırlamıyorum.

Ağzının içinde konuşuyordu.

Yine de emek çekmiş, kalbi kırılsın istemedim, muhtemelen iyiliğimi düşünüyordu. Kötü davranmadım ama tabanı çıkarttırdım. Şokuma Zeyneb bir hayli güldü tabi ama yapacak da bir şey yoktu.

Bir süre sonra, bu sefer yan tarafı açılan çok sık giydiğim bir sandaleti, sadece o açılan tarafı yapıştırması için aynı amcaya götürdüm.

Ve almaya gittiğimde amca sandaletime yine taban koymuştu.

Sadece yapıştırmasını istemiştim oysa, ama yine taban koymuştu. Bu sefer Zeyneb kahkaha attı. Ben de güldüm. ‘Amca taban seviyor galiba’ dedim.

Amcaya asla kızamıyorum, nedense taban koyma işini benim (müşterisinin) iyiliğini düşündüğü için yaptığıma eminim çünkü. Hatta öyle uzun uzun sohbet etmedik lakin amcanın da iyi biri olduğuna eminim.

Ama ah amca, sen iyisin ama her zaman o iyilikle yaptığımız şeyler iyilik olmuyor işte.

Sandaletimi giyemiyorum artık, diğer ayakkabıyı da tekrar bir işlemden geçirtmek durumunda kaldım.

Ve asıl önemli olan ise, o önemli olan günün bugün hiçbir anlamı yok.

Aslına bakılırsa başlığa bakıp, nasihatlerle belki özlü sözlerle dolu bir yazı beklentisi olabilir (bende oluyor bazen).

Fakat bu öyle bir şey değil..

Bu sabah ise uyandığımda, neden bir ‘tamirci’nin sadece bozulan eşyaları değil kırılan kalpleri de onarmadığını düşündüm..

Öyle işte.

Hadi düşünelim.


31 Ekim 2021 Pazar

Ekime Bir Not..

Aslında sadece şimdi aldım kalemi elime..

Yoksa içimde günlerdir söylemek istediklerim. Geçenlerde bir park gördüm mesela, burkuldu yüreğim.

Yağmur yağıyordu ince ve cılız bir şekilde. Kim bilir ne çalıyordu kulağımda, hüzün galip gelmişti gözlerime.

Islandım..

Ağır ağır yürümekti ilacım, ıslandım.

Toprağı soludum, gökyüzünün toprağı sulamasına gözlerimle şahitlik ettim, ıslandım..

Hüzün içimdeydi, hiç oyuncaksız park olur muydu? Kanatsız kuş?

Oyuncaklarını almışlardı parkın?

Islandım..

Yağmurda yürümek bir çeşit şifadır, ama romantizme de çok gerek yok her şeyin fazlası hastalıktır..

Kendi hikayemi yazayım dedim içimden sonra.

Islandım..

Ama ben kendimi anlatmakta hiç iyi değilimdir. Hiç beceremem de..

Islandım..

Sonra O geldi aklıma.. Rahmet olsun. Sevgili Orfeus..

Biraz kızdım önce, sonra aklıma oyuncakları alınan park geldi aklıma burkuldu yüreğim. Bilek burkmak gibi. Sızladı..

Sesi geldi ansızın kulağıma, titreyen sesi.. Tek cümlesiyle yüzlerce insana hükmedebilecek güçte olan sesi.

Evet evet.. öyleydi sesi, rahmet olsun.

Derken ekim sancılarım tuttu..

Ekim hep bana ağır geldi. Ekim ağırdı.

Şimdi bir camın kenarında, içimde yüzlerce cümle.

Hiçbirini söylemedim, kendimden tek kelime etmedim.

Yüreğimin sızısını sandığıma koyup,  kilitledim ve üzerini kenarı işlenmiş bir örtüyle örttüm..

İşlemenin üzerinde Orfeus'un son okuduğu şiirdeki çiçek var.

Hoşça kal ekim..

29 Eylül 2021 Çarşamba

Kübra İsterse..

 


Eylül bitiyormuş.. Kübra öyle söyledi..

Dün akşama doğruydu, güneş henüz batmamıştı..

Kübra mesaj attı, ‘Sema abla eylül bitiyor’ dedi..

Eylül evet bitiyor.. Hazan başlıyor. Hazan ve hüzün ne yakınlar birbirlerine..

‘yok mu?’ dedim kendime, ‘ömründen iki satır düşürmez misin bu aya? Hiçbir şey olmasa Kübra hatırına..’

‘olmaz mı?’ dedim usulca, ‘hele Kübra hatırı girerse işin içine..’

Mayıs ayının 17 sinde aldığım bir kitabın giriş sayfasına Eylül ayının 27 sinde, Bağcılar meydanda şöyle bir not düşmüşüm; ‘ bir şeyin değeri onu kaybettiğimiz anda veya anla alakalı değildir. Kaybettiğimizde yaşamış olduğumuz bizimle alakalıdır. Altını nasıl doldurmak istersek dolduralım..’

Oldum olası her şeye, elimin altında ne varsa o an ona not almayı sevmişimdir. İşte onlardan biri bu not da.

Ve son cümleyi tamamen; ‘aslında yazacağım başka şeyler de var fakat şu an yerim dar.’ Demek için o şekilde yazdığıma da adım kadar eminim..

Kaybetmek nedir? Herkese göre değişebilir belki..

Kimin neyi nasıl kaybettiği ya da kaybetmeye yüklediği anlam da..

Ama kaybetmek hep bir geç kalmışlık, bir pişmanlık, birçok keşke barındırır içinde.

Sanki insanın aklını devreye sokan o yokluk hissiymiş gibi.

Sanki sadece aklı da değil gönlünü de.

İnsanın kalbinin sızladığı an’dır kaybetmek. İsteyen istediğini düşünsün, kaybetmeyi bilmeyenler kazanmanın nasıl bir haz olduğunu anlamayanlardır benim yanımda.

Buradan Kübra’ya seslenmek istiyorum; ‘böyle bir yazı ile içini karartmayı ben de istemezdim, eylül biraz böyle bende.. Eylül’den bağımsız böyle. Tamamen Ekim’le alakalı. Ben en çok Ekim’de kaybettim çünkü.. Çocukluğumu bu ayda kefenlediler. Üzerine toprağı atarlarken gözlerimin önünde, elim kalbimde, boğazım düğümlenerek izledim. Şimdi o gözlerle Eylül’ün gidişini izliyorum..’

İnsan sevince de, hüzne de, acıya da aynı gözlerle bakabiliyormuş..

Gözlerimden öğrendim..

Hepsinde değişse de içindeki parıltısı, hepsine aynı gözle baktım..

Şimdi Zerrin Özer arka fonda, ağlayarak ve gökyüzüne bakarak ‘şimdi uzaklardasın’ şarkısını söylüyor..

Her izlediğimde içime işleyen gözyaşlarıyla söylüyor. Kaybedenler hep böyledir, bir yerlerden sanki kaybettikleri onu izliyor gibi gökyüzüne gözlerini dikerler.

Acıyı, hüznü, sevinci, huzuru izledikleri gözleriyle..

Oysa çok mu zor, ömrümüzden bir keşke’yi kaldırarak, kaybetmeden yaşamak? Zor demek ki..

Sonbahar..

Ve Kübra için sulayacağım bir çiçeğimi..

Kaybetmeden henüz yeşilliğini..

Bir söz düşüreceğim Eylül’e..

Hoşça kal Eylül..

 

24 Ağustos 2021 Salı

Yazıyor..

Mutlu insanlar hikaye yazamazmış, yazmak mutsuzların sığındığı limanmış.

Laf..

Ne yani, şimdi bütün şairleri ne bileyim yazarları acıdan beslenen bir grup melankolik mi ilan edelim?

Laf..

Ya da ne bileyim? Mutlu insanlar ne yapıyor da yazamıyor?

Laf..

Hep laf bunlar hep laf (okurken a ya şapka koymak lazım.. daha şirin oluyor.)

Şimdi neresinden tutsam bu şirinlerin, orası elimde kalacak biliyorum.

Çünkü her bir parçası kırılan bir yapının neresinden tutarsan orası elinde kalır bazen de kanatır..

Parçalar yaralar insanı.

Mutsuzluktan değil, acı çekebilme kabiliyeti herkesin nasibi değil..

Şimdi ne diyorum ben?

Şöyle, güzel bir sözü insan sadece bazen beğendiği için altını çiziyor. O anı yaşadığı için değil..

Ya da bazen içi kan ağlarken kahkaha atabiliyor, bu o acının olmadığından değil.

Ama işte hep laf bunlar.

Evrendeki her şey gibi..

Boşluğa doğru..

Mesela saatlerce telefonda konuştuğunuz ve sonra bir kelime edemediğiniz insanla aranızda artık kalmayan sözler, öncesindeki tüm paylaşımları laf olarak kaydediyor.

Laf'ı küçümsüyorum ve söz'ü tenzih ediyorum.
Çünkü ağzı olan laf edebiliyor ama aklı olmayan söz'ün hükmüne varamıyor.

Derken geldik yine bir gecenin kıyısına.

Hayatta ne çok şey değişiyor ansızın.

İnsan şok oluyor.

Şüphesiz insan şok olucudur.

Şoklar da bizimdir..

Şok deyince illa yine olumsuzluklar, acılar, kederler gelmesin akla..

İnsan güzel şoklara da girebiliyor, kendimden biliyorum..

Bir hikaye yazacağım mutlu şoklar diye mesela..

O vakit, herkese iyi geceler

19. Ağustos. 2021
İstanbul

5 Temmuz 2021 Pazartesi

Şair Öldü.. Ve Öldü Orfeus..

 




Bir gün bir şair doğdu uzak diyarlarda, satırların arasında. Kelimelere hükmetmeye başladı. Sonra hangi kelimeye üflese, muska niyetine taktı insanlar onu boynuna.

Bazılarının kalbine indi kelimeler. Öyle güçlü üflenmişti onlara o nefesler.

Sonra öldü Şair..

Ve öldüğü yerden doğdu Aşk.

Aşk’sız Şair olmazdı ama Şair’siz Aşk elbet olurdu..

Bütün kelimeler yasa büründü, İsa yeniden gerildi çarmıha..

Anne affet, yeniden açmak istediğimde kalbimi.

Ben yüzyıldır sürgünde olduğum bu toprakların; en asi, en hoyrat, en inatçısına düşürdüm tohumlarımı..

Gözyaşlarımı sürdüm toprağa yüzyıllık hasretimle..

Anne affet, duramadım sözümde.

Şair öldü anne ve Orfeus öldü..

Ama doğdu Aşk onların öldüğü yerde..

Şair’in külleri Aşk’a değdi. Küllerle tövbe etti çarmıhın çivileri.

Ve ben bir daha anmamak için Şair’in adını ve bir daha asla anmamak için Orfeus’un hatıralarını, adaklar adadım başımla birlikte..

Ve koptu kıyamet, bütün sessiz kalan kelimelerin ardından..

Sonra, tam yüzyıl sonra bir gün konuşmak istediğimde, harfler yırttı boğazımı..

Nerede durmak istesem, ayaklarım parçalandı..

Bu bir Aşk ve ayrılık hikayesi değil..

Tüm şarkıları tersten dinliyor, okuduğum kitaplardan hiçbir şey anlamıyorum. 24 saatte 4 ya da 5 saat anca uyuyabiliyorum.

Ne bir hasretin gerdanlığı var boynumda takılı olan, ne bir acı var ateşime sürdüğüm..

Bu bir teşekkür mektubudur..

Sonsuzluğa dair yürürken. Elveda Şair.. Elveda Orfeus..

8 Haziran 2021 Salı

İçler Dışlar Çarpımı ;)

 




Nicedir konuşuyorum içimle, nicedir belki atıyorum içime bilmiyorum..

Sanki kendi hayatıma uzaktan bakıyorum bugünlerde, gerçi şu an Yavuz Bülent Bakiler var arka fonda, bir parça karıştırıyor kafamı çünkü ‘şaşırdım kaldım’ diyor gözünde yaşla.. Ama olsun ben yine de yazmak istiyorum.

Bir süre evveldi..

Ama çok geçmedi üzerinden, bu yüzden eskidendi diyemiyorum..

Bir yaram yoktu sardığım, bir gözyaşım yoktu akıttığım. Aksine halim keyfim yerindeydi..

Bir düzen tutturmuş kendi kendimleydim..

Sonra bir şey oldu.

Pat diye oldu.

Neydi diye düştüm peşine, ardınca kovaladım kendimce. Biraz inat ettim biraz ısrar..

Sonra bir hikaye çıkardım kendime..

Bir gün yolda bir çiçek buldum, kopmuş dalından yatıyordu kaldırımda sessizce. Ve ben hiç çiçek koparmadım (çocukken çimenleri çiçek diye bütün apartmana dağıtmam dışında).

Kıyamadım koparmaya ama çok çiçek aldım. Ben koparmıyorum diye belki de bilmiyorum. Çiçek koparmayı sevmedim ama almayı çok sevdim.

Ama konunun bütün bunlarla alakası yok aslında..

O çiçeğe söz verdim bir gün ondan bahsedecektim (verdiğim söz hikâyesiydi, sözümün arkasındayım yazacağım bir gün. Ama şimdi değil)

Sonra devam ettim hayatımın dışında kaldığım parçasında, kendi hikâyemle yürümeye.

Bilinmezlik bende sinir yaptı. Peşine düştüğüm şeyi algılayamamak beni gerim gerim gerdi.

İsmi lazım değil bir sanatçı ablamızdan sonra belki de en çok gerilen insan olarak kendimi kendi tarihime yazdım..

Sonra hırçınlaştım, sinirim ufaktan öfkeye dönüştü.

Tabii kalbimin o anki geçişlere ve yaşadığı duygu değişimlerine verdiği tepkiler de hiç hoş değildi..

Ve hala öyle tepkiler hoş değil..

Mesela iç sıkıntısı gibi, boğazda bir düğüm, kalbimin kaç kilo olduğunu hissetme duygusu..

(İnsan kalbinden başka bir şeyle hissedebilir mi? Bu da şimdi aklıma geldi.)

Yerli yersiz ritim bozuklukları. Tabi bu sevgili kalbimin sadece kendine yaptığı bir hal değildi. O ağırlığı hissettiğimde hazımsızlıklarım başladı. Kendimdeki bu duygu değişiklikleri kendimi izleme ihtiyacına sebep oldu.

Ben benden ayrılıp aradığımı bulmak zorunda hissettim kendimi.

Bütün bu süreçlerde, annem ve kardeşlerim, dostlarım benim için dua zincirleri oluşturmuş, zikir ehline dönüşmüşlerdi. Bunu da kaydedeyim buraya.

Kendime dışarıdan iki aşamayla baktım. Biri gerçekten bendeki bu halleri meydana getiren insanlarla alakalı olarak onlarla konuşarak. İkinci olarak da herkesle iletişimi kesip kendi bahçemin dışına çıkarak.

İlk yolum yine beni sıkıntılara soktu ve ikinci yol ile huzur buldum.

Şimdi huzurun içinde isim koymak için çabaladığım her şeyin aslında bir isminin olmaması gerektiği rahatlıkla bu yazıyı masamda yazıyorum.

Ben ne kadar sıkıntıdan çatlarsam çatlayım, kalbim ne kadar patlayacak gibi de olsa; hayat hep devam etti.

Bir sonu olmayan hikâyemdeyim.

Ve gerçekten bir çayı hak ettim.

Yavuz Bülent Bakiler’in ‘Şaşırdım Kaldım’ şiirini de herkese tavsiye ederim. Güzel şiir çünkü..


2 Nisan 2021 Cuma

Şairin Gözyaşı..

 


Bir gün bir çiçek kesti yolumu, ‘dur’ dedi canhıraş bir şekilde. ‘Nereye gidiyorsun benim toprağım bu kadar ezilmişken?’ öylece dondum kaldım. Durdum, ses edemedim..

Ama durdum, gidemedim. Durdum sineme acıyı orada işledim. Belki biraz merhem olur diye ‘ben de topraktan geldim’ dedim.

‘Köklerim var o toprakta, biz kardeşiz seninle..’

Gözlerindeki yaşı sildi çiçek, gözleriyle yaralarını gösterdi, ezilmiş toprağı, çiğnenmiş gururu..

‘Seni de sevdiğini söyleyip koparıyorlar mı dalından? Seni de sırf bir kitabın arasında kurutmak için söküyorlar mı kökünden? Güneşinden ayırılıyorlar mı seni de? Üvey kardeş miyiz biz, sen yürürken ben soluyorum..’

Sinemin ortasından bir alev yükseldi, yer neden yarılmadı, neden o toprağın altına girmedim bu acıyla dedim.

İçimden söylediğim hiçbir söz kendimi teselli etmedi.

O gün o çiçekle bir daha koptum bağımdan.

Bir daha dinledim ağıtları Ney’den..

Avuçlarımın arasına aldım o çiçeği, gözyaşlarımla suladım, öptüm, kokladım..

Ve bir söz verdim, ‘hatıranı koruyacağım sevgili çiçek, unutturmayacağım acını ve yasını’ son bakışını tebessümle etti. Belki beni affetmişti..

Avuçlarımda sanki bin yıllık bir yük vardı şimdi. İlerledim yola devam ettim, bir kuşa ilişti gözüm, gökyüzüne küsmüştü.

Yaklaştım usulca, kaşlarını çattı asice. Ne derdi var diye düşündüm. ‘Kanatları olan bir varlık neden uçmaz ki’ dedim kendi kendime. Kuş duymadı, gökyüzü de duymadı.

Sordum tam 3 kere, ‘neden uçmuyorsun sevgili kuş, bak ne güzel parlak tüylerin var, güneşte pırıl pırıl parlarlar hem’ dedim.

‘Dalga mı geçiyorsun, hava yağmurlu’ dedi. Kızmıştı ama konuştuğu için kendimi iyi hissettim. Öfkeli değildi, küsmüştü ama gönlü alınsın istiyor gibiydi daha çok.

Sonra yere bakarak konuşmaya başladı, ‘nicedir uçtuğum gökyüzü bir kere bakmıyor yüzüme, ben ona kendimi beğendirmek için her sabah tüylerimi yıkıyor temizliyor, takla atıyor, rüzgâra meydan okuyorum. Ama o beni görmüyor. Sevmenin bir karşılığı olmayacaksa neden seveyim? Neden çabama hiç teveccüh etmiyor, neden bir kere bana seslenmiyor?’ dedi..

Darılmıştı kuş gönlü..

‘Sevmek karşılık bekleyerek yapıldığında ticaret olmaz mı?’ dedim kısık bir sesle..

‘Hem sen sanıyorsun ki o görmüyor, muhakkak haberi var. Hem de sadece onun için çabaladığından değil, ona ne kadar küstüğünü de biliyor.’ Dedim.

‘Eğer seni sevmese, göğün gönlünde nasıl uçacaksın, yani çabalamak için bir gökyüzün olacak mı?’ dedim.

Anlamıştı demek istediğimi, ama yine de gökyüzü onu teselli etsin istiyordu bu yüzden ‘sen çok biliyorsun.’ dedi ve uçtu gitti. Ama söylediklerimi beğenmişti.

Tam yerimden kalktım 10 adım kadar ilerledim, derken bir şairin iç çekişine takıldım düştüm..

‘Bismillah’ dedim bu da neyin nesi?

Konuşmuyor ve asla susmuyordu bu sessizliğinde. Hangi dilde konuşuyor ve kaç dilde birden susuyor diye yüzüne baktım.

Elinde bir avuç yara bandı, üzerlerinde şiirler vardı. Yaklaştım, korktum ama.

Ben yaklaşık yüz-yüzelli yıldır Şairlerden korkuyorum.

Sormadım neyi olduğunu, ağlamaya başladı. Çantamdan bir şişe çıkardım ve gözyaşlarını topladım.

Ağlaması bitene kadar oturdum yanında. Ardından gözyaşlarını alıp uzaklaştım oradan. Ardından bir parça toprağa geri diktim solan çiçeği, bir damla şair gözyaşı döktüm üzerine.

Canlandı..

Ve dönüşte bir damla verdim kuşa..

Gökyüzü ile barıştı..

Ardından nerede gerçek bir yara görsem o Şair’e selam ettim. Zehrin panzehri o zehrin içindedir. Ama bütün zehirlere bir tek Şair şifa sürebilir.

Selam olsun acıdan yana nasibi olanlara.

Selam olsun acıyı sinesinde damıtıp şifaya dönüştürenlere..

30 Mart 2021 Salı

Güvercin Vadisi..

 


Yüreği soğuyanın savaşı bitiyormuş. Böyle bir söz dolaşıyor halk arasında. Günden güne de yaygınlaşmaya başladı. Ama şimdilik yayılıyor. Bir gün başka bir söz bu sözün de yerini alacak.

Çünkü artık sanki sadece tüketmek için yaşıyoruz.

Kelimeleri söyleye söyleye bitiriyormuşuz gibi geliyor. Tuhaf işte.

Dün çok huysuzdum, bugün keyifsizim..

Biraz da düşünceli. Ve hava da sanki aman keyfin yerine gelmesin der gibi.

Her gün güvercin vadisinden (bana göre) geçerken, bir düşünceye dalıyorum. Her günün gündemi farklı oluyor.

Bugün kanat çırpan çeşitli kuşlar bana ölümü fısıldadı. Kendi ölümümü.

Bilmem dün saksıda gördüğüm toprağa dalmam mı bunu düşündürdü? Yoksa ıstırapla dolu iki gecem mi?

Ama bilahare düşündüm işte..

Doktora gitmem gerekiyordu mesela bugün ama içimden gelmedi.

Hatta kendi kendime, ‘ölümcül bir hastalığım olsa acaba moralimi yüksek tutabilir miyim?’ dedim. Doğru yanlış bilmiyorum.

Sonra ölecek olsam neler yaparım diye düşünmeye başladım.

Kime ne derim ya da kime ne demem?

İlk aklıma Orfeus geldi..

Onu çok özledim. Onu ne zaman özlesem canım bedenimde fazlalık ediyor. Sonra dün izlediğim bir şey gözümün önüne geldi.

Bir kız var, bir adamı seviyor. Adam habersiz, bilgisiz öyle çekip gidiyor. Aslında adam da seviyor ama çaktırmıyor (dizilerin uzun ve izlenebilir olması için bu tarz aksiyonlar gerekli). Kız normalde fotoğraf çekiyor, fotoğraf sergisi açacağı zaman kendi çekimlerinin arasında bir seçim yapması gerekiyor. Derken pat diye sevdiği adamın fotoğrafını görüyor. Kalkıyor ve gidiyor ağlıyor. Ardından elini yüzünü yıkıyor falan.

O an o kızı anladığım için kendime şaşırdım. İnsanın bir fotoğrafa ne kadar ve nasıl yenileceğini çok iyi biliyorum.

Ben bir fotoğraf yüzünden, gerçekten sadece tek bir fotoğraf yüzünden her şeyden kaçmak istemiştim.

İşte bir güvercin vadisi insana neler yapar? Bunları her gün biraz daha görüyoruz.

Ölümden Orfeus’a.. Orfeus’tan dün geceki diziye..

Sonra yarın oldu.

Hava karanlık. Neyse ruhlarımız aydınlık olsun.

Daha birçok düşünce zihnimde döndü durdu. Ama ben hep ona duyduğum hasrette takıldım.

Neden anlamıyor onu özlediğimde huzurum kaçıyor.

Zeyneb’e diyeyim de biraz arabesk dinleyip çikolatalı süt içelim..

Sevgili kuşlar, beni her şeye inandırmayın rica ediyorum..

Küçüklerin gözlerinden öperim. Büyüklere hürmetler

23 Mart 2021 Salı

Ben Robot Değilim :)

 


Öhöm öhömm..

Çayımızı alalım, çay bardağında lütfen..

Gözlüklerim nerede? Heh buradaymış, takalım. Bir de müzik açalım, bir sonraki şarkıyı kendimize seçelim. Kimden geldiğini de kendimize saklayalım. Çünkü bu kimseyi ilgilendirmiyor.

Evet gelelim konumuza..

Ne diyorduk, ne düşünüyorduk? İçimden bu sabah ‘acaba bir grup bir araya gelip, Hafız Şirazi’nin şair olup olmadığını mı tartışsak?’ diye bir konu geçti..

Sonra dedim güzel olur ama ikna olmak çok zor değil ki..

Ne düşündüğümü söylemeyeceğim, çünkü belki gerçekten bir gün bu konuyu tartışırız. Peki, kime şair diyoruz? Şiir yazan herkes şair mi mesela?

Şiir ne bir de o var?

Ya da genel daha genişletelim konuyu, mesela insanın bir şey olması için ne yapması lazım? Âşık olabilmesi meselesi örneğin, kimlere âşık diyoruz?

Bir insana duyulan çok güçlü duyguya Aşk diyebiliyor muyuz mesela?

Ya da kim arif, kim zalim? Bunların ölçüsü ne?

Neden böyle derin ve asla sonu olmayan şeyleri bir ete kemiğe sığdırarak somutlaştırmaya çalışıyoruz?

(ezan okunur, müzik kapatılır.)

Oldum olası, çok yiyen, çok uyuyan, çok konuşan insanlardan ürkmüşümdür. Ama içlerinde en çok, çok yiyenden ürkmüşümdür. Bir insan nasıl olur da her yerin en meşhur yiyeceğini bilir şaşkınlığım çocukluğumdan beri vardır.

Kendi aklını kullanmayıp, başkalarını taklit ederken; bir düşünceyi sahibinden çok savunanlara da hep ağız dolusu gülmüş, ama aslında uyuz olmuşumdur.

Bir konuyu nasıl bu kadar dağıtabiliyorum, bilmiyorum.

Kendimde yaşadığım bazı yüzleşmeler ve hakikatlerin yüzüme çarpan tokatlarıyla yakın zamanda bu dağılmalardan kurtulacağımı ümit ediyorum. Bu da ara not olarak burada kalsın.

Sonra gelelim benlik kavramına, bir şiirde ‘Güvenme kendine ben oldum diye, pişenler hamım der, bir düşün niye?’ diye bir söz var.

Zaten her şeyi söylenmiş, biz kim şiire şerh düşmek kim der birkaç satır aşağısındaki sözleri de not etmek isterim.

Şöyle başlamış, ‘Cahiller ağzını açınca ben der’ ve ardından şöyle de devam etmiş, ‘Ben deyip yol alan var mı hiç göster..’ iyi de devam etmiş.

(ezan biter, müziği açalım)

Aslında bugün tek bir konu yazma niyetim yoktu. Zaten yazmak istediğim, içimdeki başlıkları bir araya toplamaktı.

Karışıktım, toparlar gibiyim.

Acılar mı? Mmmm düşüneyim, kimseyi ilgilendirmiyor benim derdim kederim, ister çeker ister secde ederim kime ne? (Nesimi’den özür diliyorum)

O halde, ezan okunduğuna göre sözlere son verip namaz kılma vakti.

Haydin kalın, kalalım sağlıcakla..

Bir gün belki her şeyi detaylıca yazarım, olamaz mı? Olabilir.

(gülümseme ve kapanış)

 En dipnot: Başlık ile konu birbiriyle alakalı değildir, zaten alakalar zihinsel bir durum..

15 Mart 2021 Pazartesi

Özleme Krizi..

 


Ne kadar çok konuşuyorsam o kadar çok susma isteği oldu bu aralar. Sanki sözleri içimde bir yerde stokluyorum, kullanmam gerektiği zaman kullanacakmışım gibi.

Kitaplarıma, telefonuma, defterlerime ya da bazen bulduğum bir kâğıda yazıyorum.

Sırf o yazma isteğimi bastırmak için..

Normalde krizlerim yoktur, hayatım boyunca hiç çikolata yahut tatlı krizine girdiğimi hatırlamam.

Ama nasıl yazasım var anlatamam..

Bu duyguyu geçenlerde bir daha hissettim. O daha şiddetliydi. Hemen kitap okumaya başladım. Ama ne çare?

Çoğaldıkça çoğaldı.

Zeyneb benden usandı.

Oldum olası özlem duygusunu sevmekten daha derin bulmuşumdur..

Ve Allah’ım o nasıl özlemekti? İçim beni terk etmiş gibi, sanki ayakları vardı koşuyordu.

Keşke kanatları olsaydı, o zaman uçardı.. Ama yok işte..

Hayatım boyunca kimseyi özlemedim demiyorum, özledim. Ama özlerken krize girdiğimi hiç hatırlamıyorum.

Özleme krizi.

Ve elimden hiçbir şey gelmeyişi..

Zeyneb’i darlama..

Kitap okuma..

Yürüyüş..

Dua ve kapanış..

Kontrolsüz bir duyguydu ve çok güçlü geldi. Bir an bütün varlığım istila edilmiş gibi hissettim.

Hoş bir duyguydu tabi. Kontrol ederken gösterdiğim çaba bence günahlarıma kefaret olmuştur. Çünkü ciddi bir çaba ve mücadele içerisindeydim..

Yürüyüş yaptığım o sırada, bir kuş gördüm kanatlarının orasında yuvarlak bir delik vardı. Öyle üzüldüm ki..

Birkaç gün evvel, hava bulutluyken beni gökyüzünün varlığına inandırmaya çalışır gibi uçan kuşlardan biriydi bu.

Evet, beni ikna etmeye çalışıyorlardı.

Bulutlar dağıldığında, hava açıldığında gökyüzünü hep beraber görebilecektik. Ama onlar bana ‘umudunu kaybetme Sema, bak gökyüzü var, olmasa bu kanat çırpmanın ne manası olur ki?’ dediklerini dahi duydum..

Zaten kuşların beni ikna etmesi zor olmadığı için o an orada inandım, içime umudu doldurup yola devam ettim..

Ama biri içlerinden birinin kanatlarını kırmak istemişti.. Nasıl bu kadar kötü olunur ki? Bu nasıl bir tür kötülük..

Gözlerim doldu, o zaman da dolmuştu..

Ardından bir kedi gördüm, topallıyordu.. Ne kadar dil döktüysem yanaşmadı. Dokunmama, konuşmama izin vermedi.

Peki neden? Ona bu kötülük neden yapılmıştı?

Yine kalbim hüzünle doldu.

Ve ardından özlem biraz daha hücum ediyor..

Birini özlemek çok güzel Allah’ım, bu duyguyu kalbime koyduğun için teşekkür ederim. Ama kuşların kanatları kırılmasın..

Ama kedilerin koşma istekleri elinden alınmasın..

Sokaklarda insanlar uyumasın. Her insanın birbirine tebessüm ettiği, sıcak bir yuvası olsun..

Dünya ama değil mi? Dinlenmek için değil mi?

Ee dünya dinlenmek için değilse, Allah bazılarını neden yarattı? Cennet gibi bazıları.. (bence en güzel dinlenme yeri cennet-burada güldüm)

Neyse işte hakim olamadım yine içimdekilere..

Olsun..

Herkese benden Bijan Bijani’den  Navaii gelsin.. Güzel parçadır.

Hoşça ve dostça kalın..

 

21 Şubat 2021 Pazar

Kalanchoe Hatrına..

Birkaç gün önceydi, öyle sıradan bir gündü..
 
Aksiyonsuz başladık güne ya da biraz daha öyle sandık..

Ağrılarım azalmış, iyiden iyiye toparlanmıştım..

Sonra bir şey oldu, gün ortasında akşam oldu. 

Hiçbir insan tamamıyla kötü değildir buna inanıyorum. Ama bazıları bazılarına karşı tamamıyla kötüler.. 

Buna bizzat şahit oldum. 

Karanlığı ile güneşimizi tutan bir kadın geldi. Kalbi karanlık bir kadın.

Kimseye dile getiremeyeceğim acılar bırakan ruhumda, o bütün karanlığıyla uzandı günümün ortasına. 

Ardından tüm kemiklerim aynı anda soğudu. 

Hissettiğim şeyin adını bir türlü koyamıyordum. 

Öfke mi? Kırgınlık mı? Tiksinti mi? 

Bulamadım..

İçime, çok içime kapandım o an. Dizlerim titriyordu. 

İçim boşaltılmış gibi oldum..

Hiçbir insanı yaralamamam gerektiğine bir kere daha karar verdim.

Buna hakkım yoktu zaten ama bir daha ve bir daha aynı kararı aldım..

Sonra benim dahi çözemediğim o kara bulutları dağıtmak için Zeyneb 'çıkalım buradan' dedi. 

İtiraz ettim ama o da ısrar etti.

Kabul ettim..

Üşüyordum.. 

Kemiklerim üşüyordu..

Vefasızlara ve nankörlere kızıyordum. 

Çok hem de. 

Bencillere hep daha fazla kızmışımdır. Ama o gün kırgınlık, öfke, boşluk hepsi harmanlanmış sanki hücum ediyorlardı. 

Neyi kontrol edeceğimi bilemiyordum. Dişimi sıktım.

5 dk dahi görmediğim o ruhu ve kalbi karanlık kadının varlığı bir ruh emici gibiydi..

Ne söylediyse Zeyneb bi şey diyemedim.
Neydi hissettiğim bilmiyordum.

Ama teslim olmayacaktım, olmamalıydım. 

Derken Allah..

Kendine has bir üslupla aldı gönlümü. 

Kalbe ne iyi geleceğini şüphesiz en iyi O bilirdi.. 

Güzel 2 haber aldım önce bulutlarım dağıldı ardından gülümsemeye başladım..

Sonra hava aydınlandı. Gün yeniden devam etti..

Bu bir lütuftu. 

Ertesi gün şahane bir insan elinde henüz üzerinde birçok tomurcuğu olan bir çiçekle geldi. 

'Şükürler olsun' dedim ben karanlıkta dahi olsam, Allah beni o karanlıktan nasıl çıkaracağını en iyi bilendi. 

Benim bilmediğim, adını koyamadığım derdimin dermanını dahi biliyordu..

Her açan tomurcuğu yeniden seveceğim söz veriyorum. Ama dökülse de seveceğim..

Çünkü severek iyileşeceğim.

İyileşeceğiz..

14 Şubat 2021 Pazar

Bir Gece Meselesi..

Her şey biraz evvel zaman içinde başlıyor ve sonrası Allah-u alem..

Ne başlayan başladığı yerde duruyor ne giden bazen nereye gittiğini biliyor.

Az evveldi mesela, içimden bugün bilmem kaç kere söylediğim sözdü 'seni çok özledim..' 

Diyordum 'nasılsın?' diye sorsa barışırım dünyayla ve affederim tüm vefasızlıkları..

Sesine baksam iyileşirim. Bütün yaralarımı sarmalar, şifalandırır o tını. 

Çok geçmeden üzerinden dedim 'cennete imreneyim diye gülüşü..'

Yine dedim 'eğme kirpiklerini gönlüm dolaşıyor..'

Bir şehirde hiç tanıdığı olmayanların garipliği gibi bu duyguların arasında garibim..

Bir bilsem hangi kapının ardında dermanım, gece gündüz yatacağım eşiğinde..

Ama bulamıyorum.

Bu duygulara bir isim de koyamıyorum.

Görmek, duymak istemiyor bir yanım; diğer yanım tüm kainatımla bastığı toprağa secde etmek istiyor..

Ah o secdenin hazzı ne muazzamdır kim bilir..

İnsan bütün mevcudiyetiyle secde ederse hele Sevgili'sinin toprağına ne ister başka? Bu yol değil midir, gider Aşk'a?

Ama öğrendim ki insanın çabasına bağlı olmazmış Aşk, o kendine göre olana nüfuz edermiş..

Biliyorum henüz onun varlığında yok olmadım..

Henüz seçmedi Aşk beni biliyorum..

Ama kalbime hücum eden, gün ortasında akşam oluşum ve geceyi delerek canıma sokulan, bu hasretle nasıl başa çıkacağım bunu hiç bilmiyorum..

Az evvel bunca hasrete açmışken gönlümü, çok geçmeden buz kesen o hissetme duygusunun adı ne peki?

Hiçbir şey yok gibi sanki.. Nasıl birbirine taban tabana zıt iki duyguyu tek gönülde barındırabiliyorum Allah'ım..

Düşününce iç çekişim, görünce kaçışımın tercümesi ne?

Kaç duyguyu bir anda ve neden yaşıyorum ben böyle?

Bastırıyor muyum diyorum kendimi, basklıyor muyum? 

Ama hayır bütün bunlar karşılamıyor hissettiklerimi.

Geçenlerdeydi, bir arkadaşım 'bir başka şehire gider misin?' diye sordu. Düşündüm normalde hemen 'İstanbul'dan çok sevdiğim bir sebep olursa belki..' diye gelişi güzel bir şey diyebilirdim..

Ama o an diyemedim, çünkü gidesim geldi..

Hani bir sokakta sana rastlamama ihtimali olan bir şehir.. Gurbet bu değil mi? Ama anlatamadığım bu işte, bir yanım dolu dizgin sana gelirken diğer yanım ateşler içerisinde senden kaçmak istiyor..

Olan da bana oluyor..

Allah'ım ben hiçbir şeyi bilmiyorum ve Sen her şeyi biliyorsun. 

Gönlüme, aklıma mukayet ol ne olur..

Az önceden geliyorum orada her şey hasret, şimdideyim gönlüm üşüyor..

Ahh geceler..

Hani ey göz yaşım akmayacaktın? 

İstanbul üzerine yemin olsun, gece diye üzerime örttüğüm senin gözlerindir..

Ve yine yemin olsun, her baktığımda ruhuma dolan gökyüzü üzerine, aynı anda deliler gibi özlediğim ve özlemediğim tek insansın..

Şimdi neresinden tutsam orası işte.. 

Neyse iyi geceler dünya.. 

Allah'ım onun üzerini ört, hava soğuk üşümesin..

8 Şubat 2021 Pazartesi

Kuşların Müjdesi

Uzun zamandan sonra ilk defa bugün yalnız dışarı çıktım..

Kulaklığımı taktım ve her adımda kendi içime yolculuğum başladı..

Seviyorum kendime doğru yol almayı. 

Kulağımda geçen hafta dinlemeye bir türlü fırsat bulamadığım cuma hutbesi..

Hava yumuşacık, yazımsı bir yumuşaklık..

Tek tük insanlar, birbirine çarpmadan, birbirine gülümsemeden, selam vermeden ve hatta başlarını kaldırıp birbirine bakmadan yürüyorlardı..

Gökyüzü yağmur toplar gibi beyazlı siyahlı bulutlarla kaplıydı. 

Havaya sarıldım. 

Cuma hutbesinde hoca, 'ruh ile kalp aynı hizadadır' dedi o anda. 

Ben havaya sarılmışken, ona kucak açmışken ve o beni bağrına basmışken bunu duydum..

Gülümsedim.. 

Normalde de çok gülerim ama bu gülümsemeydi..

İlerledim.. yol ne güzeldi..

Birbirinden farklı kuşlar uçuşuyordu.

Bir karga plastik bir şişeyi ağzına almış, biraz havalanıp şişe düşünce yere inip yine aynını tekrarlıyordu. 

Yerde ekmekler vardı, belli ki kuşlar için atılmıştı. Birbirinden farklı kuşlar endazeleri kadar nasibini alıp gökyüzünde kanat çırpıyorlardı..

Kavga etmeden, hakaret etmeden, dalga geçmeden, makam-mevkii gözetmeden, aç gözlük yapmadan.. sadece kendilerine yetecek kadar..

Serçe, güvercin, martı, karga, kumru.. 

Durdum selam verdim hepsine. Ve imrendim..

'Biz insanlar sevgili kuşlar, kavgasız yaşayamayız, bağırmadan sesimiz duyulmaz zannederiz..

Biz insanlar sevgili kuşlar; konuşarak kalp kırarız, kelimelerle can yakarız. 

Siz konuşmadan nasıl anlaşıyorsunuz?'

Söze girdi güvercin; 'kalpleriniz var ve sevemiyor musunuz? Açlarınız var ve yemeklerinizi çöpe mi döküyorsunuz? Kulaklarınız birbirinizi duymak için değil mi? Birbirinizin acısına sağır mısınız?' 

Başımı öne eğdim.. gözüm doldu, şiir okumak ve özür dilemek istedim. 

Derken serçe sıçradı olduğu yerden 'merhamet hırkasını gönlünüze giydirmiyor musunuz?' 

Gözlerim iyice doldu.. 

Hoca da o an 'ey iman edenler! İman edin..' dedi..

Karga gülümsedi 'gel plastikle oynayalım hem sana göklerden bir haber sunayım' dedi. 

Heyecanlandım.. 

Kumru'ya baktı ve Martı gözlerini ovuşturdu..

Karga gülümsedi 'hani demiştinya Allah'ım Orfeus'un üzerini ört, hasta olmasın diye' dedi..

Göğsüm sıkıştı bunu duyunca ama 'evet' dedim..

Gülümseyerek 'Allah onu sana bağışladı.. 
üzerini senin sevginle örttü..' dedi

Secdeye kapandım ve oradan uzaklaştım.. 

İçime doğru aldığım yolda bir karga'nın sesinde Orfeus'un nefesini buldum..

Yaramdan da hoşum Yarimden de..

25 Ocak 2021 Pazartesi

Neden Şair Olmamalıyım?

Bir gün yine cuşa gelmişim ve bir şeyler yazmışım..

Ne zaman böyle bir şeyler olsa Zeyneb, 'Sema linç mi edilmek istiyorsun?' diyor. 

Ben de istisnasız 'Nesimi, Hallac neden vaz geçmedi, ben niye vaz geçiyorum?' diyorum..

Ve Zeyneb 'senin de mi derini yüzsünler istiyorsun?' diyor ve konu uzayıp gidiyor. 

Zeyneb tamamen bana olan muhabbeti ve beni korumak için diyor biliyorum. Ama onunla bu diyaloga girmeyi öyle çok seviyorum ki tarifi imkansız.. 

Kendimi elbette Hallac veya Nesimi ile mukayese etmiyorum. Ama hoşuma gidiyor onlarla aynı cümle içerisinde kendimi anmak.. 

He ne yazdığımı hala eklemedim ama önce bir girizgâh yapmalıydım elbette.. 

Ve yaptığıma göre şimdi pekâlaa ne yazdığımı ekleyebilirim. 

'İki kaburganın arasında saklanmış Kâbe-i sır,
Sırra gark olmuş Sevgilinin dudağındaki bade..
Beni irşad eden ne İncildir ne Tevrattır
Ben Hakk'ın yüzüne bakmayı buldum Sevgilinin gamzesinde..

Makamı Hak makamıdır
Allah'ın haremindeki sultandır
Gönülde sultan-ı cihandır
Bakışıyla alın yazısını yazandır..

İlham ilahidir yani vahyi kelamdır
Şiir Sevgiliyi yansıtan bir tür mihraptır
Sevgilinin ayağının tozu secdegahtır
Kalem bu mektebe hizmet eden bir gulamdır..'

Şerh edebilirim aslında. Ve burada öyle çok derin anlamlar da yok bana göre.. 

Yani henüz derimin yüzüleceği kadar ileri gittiğimi düşünmüyorum. 

Konuşmak isteyen varsa da konuşabiliriz hiç sorun değil..

Ama mesele bence şu, bir insan böyle sevilebilir. Bu abartı gibi gelebilir kimine göre ama bence her insan kalbince bir sevgiyle sever. 

Kalbi ne kadar genişse insanın sevgisi de onunla doğru orantıdadır. 

Bakın Aşk demiyorum. 

Çünkü o bambaşka bir mevzuu..

Ama sevgi insanın kalbincedir ve eğer dili dönüyorsa da anlatsın bunda ne sakınca olabilir ki? 

Ama anlatırken abartmasın, abartmak ve kalbin kabınca sevmek arasında ince bir samimiyet çizgisi var..

Bunu yakalamak pek mühim..

Bu arada sevmek deyince hemen neden karşı cins anlaşılır onu da anlamış değilim.. 

Neyseki şair değilim ve neden olmamam gerektiğini bir kere daha anlamış bulundum..

Dilimin ayarı yok zira.

Zeyneb'i üzmek istemem. Dar ağacına mı çeksinler beni? Derimi mi yüzsünler? Değil mi ama..

Yine de bir gün yazar olma fikrim günden güne pekişiyor..

Bakalım hayırlısı..

Hülya Polat ile bu geceye de veda ediyoruz..

Hülya Polat haklı..

Diyor ki 'yaz geldiği zaman da dağlara kar olur mu?
Hem sever hem ağlatır böyle de Yar olur mu?'  

23 Ocak 2021 Cumartesi

Kırık Tarak

Henüz hiç değmeden bir saçın teline, kırılmıştı tam orta yerinden..

Nasıl bir hikayesi vardı kimse düşünmedi. Kaç ateşe göğüs gerdi kimse peşine düşmedi.. sinesine işlenen gül motifleri bir saça gül kokusu sürmeden kırılmıştı..

Ve kimsenin belki de merhamet edip okşamadığı bir başın; rahmetle okşanan tırnakları, elleri olacaktı.. olmadı, olamadı..

Başlamadan bitmişti o tarağın hikayesi.. 

Bazı hikayeler böyledir ama, tam başlıyorum dediğin yerde bitiverir öyle ansızın. Kimse de o hikaye başlasın diye gösterdiğin çabayı görmez. 

Göremez..

Belki senin gibi birçok insan aynı şeyi yaşamıştır ama herkes aynı yerinden kırılmaz. 

Bazıları çok acımasızdır mesela..

Güzel gülenler örneğin.. Onların acımasızlığı bir kalbi dağlar. Öyle güzel gülüp, o gülüşü çiçek açtırdığın bir gönülden gizlemen.. bu resmen cana kastetmek olmalı hatta..

Hukukta bir karşılığı da olmalı bence. Resmen yasa çıkmalı ya da insan öyle gülmemeli. Nefsi müdafaa edemiyoruz böyle durumlarda, ne yapalım? Ne yapalım canımızdan oluyoruz bir gülüşün peşine takılıp..

Sonra güzel bir ses.. 

Benim felaketim bu mesela; rüzgarın, toprağın, ağacın, kuşun kanadının sesi..

Beni büyüler ses. Kainatı sanki duyarak görüyor gibiyim. Belki de devasa bir kulağım bilmiyorum..

Ama işte hep en sevdiğim yerden kırılıyorum sonra..

Sonra çok sevdiğim bir sesi bir daha duyamama ile cezalandırıyor beni hayat.. 

Allah'ım zaaflarımı benden al..

Hikayeler diyorduk. 

Ve kırık bir tarağın hikayesinden bir insanı düşlüyorduk..

Düş demişken, insan düşüyor ya. Gerçekten bu rüyalar da beni mahvediyor. Öyle serin ve selamet de değil rüyalarımız. Rüyalar gerçek gibi ve her güneş doğup rüyalardan uyandığında insan, Adem'in dünyaya düşmesi gibi bir gariplik yaşıyor..

Bir cennet bağından, dünya zindanına..

Ve her uyandığında öyle rüyaların ertesimde, hangi yasak meyveyi yedim diye tüm gün kendine gelemiyor..

Bugün mesela, Orfeus'u gördüm rüyamda.. (burnumun direği sızlıyor yazarken dahi)

Yeşilçamdan fırlamış gibi bir ortamda yuvarlak bir masanın arkasında tüm vakarıyla ve asaletiyle oturuyor, elinden hiç düşürmediği kitabından bir sayfayı tüm incelikleriyle anlatıyordu..

Ben niye uyandım bu rüyadan? 

Öyle olmamalı ama..

İnsan bir başka insanı bu kadar canına işlememeli. 

Bir rüyadan uyandığında güneşe savaş açmamalı. Rüya deyip geçmeli..

Hem sonra; kırık bir tarağın, düşen bir yaprağın peşine düşüp onları zerrelerinde hissetmek de neyin nesi?

Belki de kendime isim bulmaya çalışıyorumdur..

Belki de yaklaşıyordur yaklaşmakta olan.. kim bilir..

Ama ben saklıyorum o tarağı, yapıştırmadan, yaralarına dokunmadan..

Çünkü birinin yarasına saygı duymak gerekir. O tarağı yapıştırmak benim harcım değil. 

Ustası değilim ve sırf yarası iyileşsin diye yapıştırıcı sürdüğümde kalacak olan o kırık izi kapatamam, yoksayamam..

Ben yaraya saygı duyarım. 

Neyse ya çok kızdım şu an durup dururken..

En iyisi biraz da kitap okuyup kaybolmak.

Belki ben de yazarım içinde kaybolunacak bir kitap..

14 Ocak 2021 Perşembe

Doğu Şiiri

İnsan birine hitap etmek istiyorsa; ama mesela Özdemir Asaf gibi adını söylemek niyetinde yoksa, illa buluyor bir şeyler..

Ama insan birine seslenmek istemiyorsa? Nasıl bulmalı bu sessizliği? 

Ya da nerede? 

Sevgiyi kalpte bulabiliyorken, kırgınlığı kalbe sürmemek için verilen çaba da cihat hükmüne dahil olur mu? Olsun mu?

Çok uzun zaman evvel bir hadis okumuştum, motomot sözlerini yazamayabilirim belki ama içeriği şuydu; 'birini sevip, ona sadık olan kişi bu halde ölürse; şehit olarak ya da şehit sevabı ile ölmüş olur.' 

Birinden kasıt illa karşı cins mi ya da sevginin mahiyeti ne?

Bilmiyorum..

Ama geçtiğimiz günlerde bir kitapta şehadet makamının, aşıkların hallerinden bir hal olduğunu okuyunca bu hadis geldi aklıma..

Ve gecenin bu saatinde beni yazmaya teşvik eden ise ne Aşk, ne hasret, ne iç çekişler, ne konuşma arzusu..

Sadece işte o hitap kelimesi..

Ve bir de içimde küçük bir çocuğun küskünlüğü var. 

Aşamıyorum..

Bu küskünlüğü aşamıyorum..

Hem de küçük bir çocuk değilim. 

Çocuklar ağlayınca iyileşir, uyuyup uyanınca barışırlar değil mi?

O halde içimdeki çocuk değil mi?

Büyüdüm mü?

Hangi ara büyüdüm bilmiyorum. Allah'ım büyümek biraz da olsa bilmek değil mi? Ben bunca bilmediğimle nasıl büyüdüm?

Yüzde kaç büyüdüm acaba..

Her neyse.

Bir veda kaç hoşça kal eder? Ayrılık bu lisanda kaç hece? 

Kalbi firak ateşiyle yanan insanlar gece olunca ne yapıyor? 

İnsan kalbini kıran kişiyi neden hep çok sevmiş oluyor?

Ben ne zaman Neyzen olacağım?

Ve yarın uyandığımda bir mucize olacak mı? 

Bu geceye bir parçamı bırakacağım ama.. bu bu gece adına açık bıraktığım tek kapım..

Ve toplayıp bütün yorgunluğmu, kırgınlığımı, nazımı, sitemimi, hazzımı, neşemi, sevinç ve sevgimi yarına göç edeceğim biraz sonra..

Her şey bir göz kapayıp açma meselesine dönecek.

Yarın bu geceden iz taşımayacağım..

Ama bu geceye bir parça, bir açık kapı bırakacağım..

Günler ilerledikçe uzaklaşacağım..

Ama kim bilir aklı başına gelir belki Doğu Şiiri'nin..

O halde hoşça kal Gece'm..

3 Ocak 2021 Pazar

Orfeus'a

Sevgili Orfeus, 

Ne var ki nicedir duymuyorum o gönlüme dokunan sesini.

Ve belliki nicedir okumuyorsun sana söylediklerimi..

Ve ben senin okumadığın, görmediğin, duymadığın tüm azalarımın arasında kayboluyorum..

Depremler oluyor sürekli, yer çekiliyor ayağımın altından..

Uyurken dahi Orfeus, uyurken dahi sarsılıyorum.

Hani ey göz yaşın akmayacaktın?

Seninle konuşmak istemiyorum Orfeus ama seni anlıyorum.

Hem de her gün biraz daha ama gece iki kere fazla anlıyorum..

Ne mutlu bana, artık geceleri uyku girmez oldu gözüme.. 

Ve tüm ışıkları, hatta sokak lambalarını dahi sen sanıyorum.

Ama sen görünmezsin ki, sen duyulursun..

Hem de nasıl duyulursun biliyor musun? 

Kah bir ağacın gölgesinde kah bir serçenin kanat çırpışında..

Ah Orfeus, sen ne güzeldin. Ve ne güzelsin..

O halde ne işin var gözlerimin önünde?

Neden bir gece ve bir gündüzle çalıyorsun benden tüm zamanlarımı?

Hiç çocuk olmamışım gibi hissettiren o sesin nerede Orfeus? 

Bu gece hangi besteyi yapıyor kirpiklerin..

Ne çok hazırdım sevmeye seni, içine tüm zamanları sığdıracak kadar..

Ama şimdi boğazım düğümlendi ve gözlerim nemli..

Seni anlıyorum, seni anlıyorum ve seni anlıyorum..

Ben seni susarken de anlıyorum Orfeus..

Şimdi İbrahim Sadri çıktı, sevdanın sokağı'nı okuyor. Ama sen okusaydın sevdanın sokağı şiir olmazdı Orfeus..

Eğer sen okusaydın, bütün dünya sevdayı söylerdi ve bütün dünya kulak olup dinlerdi..

Oysa şimdi, sessizliğin deliyor..

Bunu yapma diye yalvarsam, kaç kez düşerim gözünden?

Ama Orfeus inan bana, hayaline sarılmadan uyuyamıyorum.

Eğer geceye sinmese hayalinin kokusu odama, huzur bulmuyorum..

Ah Orfeus, gecenin nasıl bir karabasan olduğunu ben, en iyi ben bilirim sen yokken..

Kızma bana..

Seni anlıyorum, seni anlıyorum, seni anlıyorum..