İzleyiciler

20 Temmuz 2022 Çarşamba

Sana Bakarak Yazıyorum.. (Arşivden)

 


(Baş Not; söz konusu arşiv yazılarım olunca baş notlar eklenmeden olmaz. Ama bu sefer birkaç ayrıntıyı da eklemek istiyorum. Yazının künyesini yazayım evvela bir dakika; bu yazı 16 Nisan 2019’da saat: 15.26 da tarafımca yazılmış ve yayınlanmıştır. Yazı içeriğinde değişiklikler olmamakla beraber, reklam araları mevcuttur. Neden arşivlediğimi hatırlamıyorum. Ara notlarım günümüz düşüncesiyle yazılmıştır. )

 

Şöyle bir giriş yapmışım;

 

‘Sana bakarak yazıyorum bu sözleri..

 

Ellerine,

 

Gülüşüne,

 

Gözlerine,

 

Kalbindeki acına,

 

Aşkına,

 

Yürürken adım atışındaki ahenge..

 

Nasıl diyorum besteliyor kirpiklerin bu şarkıları? Nasıl oluyor da insan, tüm çıkmazların içinde kaybolmuşken; her şeyin mümkün olabileceğine inanıyor, dudağının kenarında sıkışmış bir tebessümle?

 

Sana bakıyorum ya ama şimdi. Gözlerin nasıl güzeller öyle maşallah diyelim.

 

O nasıl bir endam?

 

Yüzündeki çizgileri sayarak tükensin ömrüm. (Reklam arası; buraya kadar okurken açıkçası biraz sıkıldım, yani fazla romantik geldi. Oysa yazıma ilham olan şey komik de olsa yeşil sebzelerdi.)

 

Ellerim titriyor..

 

Hiç olmamıştı oysa. Hiçbir yazı beni böyle heyecanlandırmadı.

 

Hani defalarca, bir şeyler için hep heyecanlanmışımdır; bu olur yani. Yani, bu ilk heyecanım değil. Ama bir yazı için ilk defa heyecanlanıyorum.

 

Çünkü sana bakarak yazıyorum..

 

Gözlerim doluyor, sonra dolanlar taşıyor bir bir gözlerimden.

 

Ama ah bir de içimi görsen, bir bilsen içime dolanları.

 

Kafanı kaldırdın şimdi, bana bakıyorsun. Yine yeniliyorum sana. Bu bir savaş değil oysaki. Peki, neden ama sürekli ben yeniliyorum?

 

Ellerim hala titriyor.

 

Bacak bacak üstüne attın şimdi, ama biraz sonra toparlanacaksın. Ayağının üzerine oturacaksın biliyorum.

 

Sana bakarak yazıyorum bu yazıyı, gözlerimi kırptığım her dakika için kendime kızarak.

 

Çok ama.

 

Bu kadarı sana da bana da çok. Bu çok ama. (Reklam arası; çok şükür bir uyanış göstermişim ve bir şeylerin çokluğuna kanaat etmişim. Ama iyi de ilerliyor, akıcı olmuş; aferin bana)

 

Herkes gibisin oysa. Herkes kadar değil ama.

 

Sana bakarak seni yazamıyorum.

 

Güldüm buna.

 

‘ne oldu?’ dedin..

 

Derdin.. (Reklam arası; işte buraya kadaaar, yani bir hayal ürünü, bir kurgu, peki neden yapmışım bunu?)

 

Ben sana bakarak yazıyorum ama sen karşımda değilsin. Ben seni gözlerimin önünden hiç ayırmıyorum ama sen nicedir semtime uğramıyorsun.

 

Ben hep sesini duyuyorum, hep..

 

Ama sen bana seslenmiyorsun.

 

Ben senin sadece sesini değil; ben var ya ben, olur olmadık her seste seni duyuyorum. Fark etmiyor nerede olduğu, nasıl olduğu.

 

Geçen yolda mesela çocuk annesine seslendi. Ben orada seni duydum.

 

Sonra ne bileyim yağmur yağarken falan hep seni duyuyorum.

 

Sen bilmiyorsun, sen yoksun ama ben bu yazıyı gözlerinin ta içine bakarak yazıyorum. Yazarak içimdekilerden kurtulmuyorum.

 

Kendimi bu kelimelerin kaderine bırakıyorum.

 

Her yara bandı yarayı sarmaz. Her yaraya da yara bandı yapıştırılmaz. Bu cümle de burada kamu spotu olarak dursun.

 

Ben şimdi bu yazıyı sana bakarak yazıyorum ya. Ama seni yazamıyorum..

 

Elim hala titriyor..

 

Yüreğim titriyor be ne eli?

 

(Son; evet, sancılar içerisindeydim bu yazıyı yazarken.. O anki duyguların zerresine sahip değilim. İlk defa reklam araları koyma gereksinimi duydum bir yazıma. İlk defa mı kaçmak istiyorum, ilk defa mı savunasım geldi bilmiyorum? Son zamanlarda yaşadığım gergin duygular neticesinde, duygusal deformasyona mı uğradım bilmiyorum..

 

Yazarken o reklam aralarını, kendi yazdığım ve hissettiğim duygularla dalga geçme ihtiyacı duydum. Savunma mekanizmam mı? Yüzleşemiyor muyum? Kabullenemiyor muyum bilmiyorum..

 

Arşivdeki diğer yazılarıma göz attım. Başım ağrıdı bazılarını okurken. Ne arabesk, ne edebi cümleler kurmuşum höh.

 

Yayınlar mıyım bir gün bilmiyorum. Bu yazıyı neden yayınladığımı bilmediğim gibi..

 

Olsun bakalım, bu da çıksın gün yüzüne. Maksat itiraf değil mi?

 

Son cümleyi tebessümle yazdım. Kendini gıdıklamak gibi bir şey oldu bu da. Gülmüyorsun ama çaban hoşuna gidiyor. Henüz benden umut kesilmemiş)

 

7 yorum:

  1. Yazı fena değil aslında ama yeşil sebzelerden sonra odaklanamadım bir türlü, yorum yapamayacağım 😊

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kabul etmek gerekirse, çok keyifli bir yazı olmamış. Ama yine kabul etmek gerekirse bu az keyifli yazıyı da ben yazdım :) teşekkür ederim

      Sil
  2. Söz sebzelerden açılmışken, şöyle bir şey okudum az önce;

    Hayat, mevsiminde olmayıp satılan domates gibi; ne tadı var ne tuzu be Hüseyin...
    +Aynen abi, sanki iyisini yurt dışına gönderiyormuşuz da kötüsü bize kalıyormuş gibi!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Buradan (tam bulunduğum yerden) Hüseyin'e bir şeyler demek istemiyorum :) ama diyalog güzelmiş. Az öncenin üstünden ne çok zaman geçmiş.. :)

      Sil
  3. Birileri bloga mı küsmüş, hayata mı küsmüş, birine mi küsmüş yoksa kendine mi küsmüş? Terkedilmiş bir şehir havası var buralarda. Şehrin hamisi nerde?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kim o? Bloga küsen? Derdi neyse oturup konuşalım böyle olmaz kendi kendine küsmeceler falan :) şehirleri terk etmek de çok karizmatik geldi bir an :)) cevap olmuş mudur bu :)

      Sil
  4. Uzun süre yeni yazı görmeyince blogun sahibinin küstüğünü düşünmüştüm ben. Küsen yoksa oturup konuşacak bi mevzu da kalmıyor sanırım ortada. Hem insan kendi bloguna neden küssün değil mi? Benimki de düşünce işte :)

    YanıtlaSil