İzleyiciler

15 Temmuz 2025 Salı

Bağzı Bilinmesi Gerekenler..

İnsan bilmeli. Az konuşmalı çok bilmeli.

Konuşmayı,

Susmayı,

Sessizliği,

Sevmeyi,

Sevmemeyi.. evet sevmemeyi de bilmek gerek. Öyle paldır küldür sevmediklerimizin göz kapakları arasına eğer gece yarısı bir uykusuzluk hapsoluyorsa, insan sevmemeyi de bilmeli.

Gelmeyi,

Gitmeyi de bilmeli insan. Şimdi tüm bekleyenler belki kızacak bana fakat emin olun sevgili bekleyenler, bakın size sevgili diyorum gidenler geldiklerinde her şey iki katı oluyor. Korkular, kaygılar, tekrar gitme ihtimali, kabuslar, sevgi. İnsan gidenler geldiğinde yine gidecek korkusuyla sımsıkı sarılıyor. Her şey için kendini suçlayıp en çözümsüz şeylere dahi çözüm bularak sarılıyor.

Bu yüzden defolup gidenler için diyorum gitmeyi bilin. Kırmadan da gidilebilir. Ve edepli bir giden olun, bir daha dönmeyin. (Hepsi döner bu arada, halk arasında bu duruma sap döner keser döner at gibi giden it gibi döner sendromu denir) 

Şairin de dediği gibi küfrüm edebimi aştı bu gece.

Yukarda demek istediklerimin bağzılarını da sadece Nurgül anlayacak bunu da buraya yazayım..

Sonra insan neler bilmeli biliyor musunuz?

Uyumayı,

Uyanmayı,

Güne 'günaydın' demeyi,

Asaleti,

Zarafeti,

Nahifliği,

İnceliği ve bunun hem aptallık olmadığını hem de tamamen insanlığın en belirgin özelliklerinden biri olduğunu, 

Evinin önünü süpürmeyi,

Müzik dinlemeyi,

Şarkı söylemeyi,

İbadet etmeyi,

Ağlamayı,

Gülmeyi,

Boşvermeyi,

Boşunu vermeyi (bunu yazarken suratımda yarım bir tebessüm vardı. Çünkü boşvermek ve boşunu vermek arasında ince bir kırgınlık çizgisi vardır) 

Sonracıma neler bilinmeli? Yok mu artıran? Olmaz mı var var, bende neler var bugün.

İnsan bilmeli;

Sabretmeyi,

Tahammül etmeyi,

Vazgeçmeyi bunu çok iyi bilmeli, ama öyle böyle değil baya iyi bilmeli. Her sokak başında bir vazgeçme durağı olmalı. İnsan vazgeçmeyi bilmediğinde, kendinden geçiyor. Kendinden vazgeçenden de bahsetmek istemiyorum. 

Kıymet bilmeyi de bilmeli bu arada. Bu da önemli bilinmesi gerekenlerden. Çünkü kıymetini bilmediğimiz her şeyin yokluğuyla sınanırız. Bu şaşmaz bir kuraldır.

Affetmeyi ya affetmeyi bilmeli insan. N'olur herkese öğretilsin bu lütfen. Hepimi şu kelimenin önünde diz çöküp bir ömür öğrencisi olalım rica ediyorum. 
Çünkü biliyorum, insan hata yaptığında o hatasından ance affedildiğini bildiğinde dönebiliyor. Ve inanın affetmediğimiz her hata insanı eksiltiyor. Şimdi bize yapılan nasıl bizi eksiltebilir diyeceğiz. İnsan o hatanın yörüngesinden çıkmadıkça uykuları, iştahı, yaşam enerjisi çıtırdan kaçıyor. 'Lan ben bunu mu hak ettim?' İle 'beter olsun' arasında gidip gelmek şöyle dursun, hatayı yapan bizsek; affedilmek için şekilden şekile girip, konuyu habeş maymunu olarak kapatıyoruz.

Çok uzun cümle kurdum. Dönüp okumayacağım. Hatam varsa da uyarın, hatalarımdan utanacak değilim. Düzeltiriz..

Sakin başladığımız yazının, gazı nereden aldığını bilmeden saatte bilmem kaç km hızla değişik konulara evrilmesi beni de şok etmiyor değil. 

Fakat benim beynim böyle çalışıyor. 

Daldan dala atlarım.. ben de değişiğim.

Yazmayı da bilmeli insan bu arada. 

Çizmeyi de.. (bağzen altını ve bağzen yer yer sağnak bir şekilde üstünü) 

İnsan çok bilmeli. Az konuşmalı..

Haddini bilmeli mesela, kesin bilmeli. 

Büyükleriyle ve küçükleriyle cırlamadan konuşmayı.

Onu seven birini ayaklarının altında çiğnememesi gerektiğini iyi bilmeli. Muska niyetine boynunda taşımalı. Bu var ya insanı ölmeden cehennemin derelerinde yüzdürür..

Ve bilmeli insan kimse kimse için yaratılmadı.

Ve yine bilmeli kimsenin sonsuz bir sevgisi yok. Bağzı şeyler biticidir. 

Neyse başıma ağrı girdi yine yazarım bay

21 Haziran 2025 Cumartesi

Neredeeen Nereye? Vay be..

 




Bir yerde okumuştum ‘ilk ders kırmamak, son ders kırılmamak’ diyordu. Okumadan önce kendime şiar edindiğim bir ilkeydi ‘kırılmamak’. Fakat çok acemiydim ve hem çok sevip hem de o sevdiklerime karşı kalbimi nasıl koruyacağımı bilmiyordum.

Hep daha fazla sevmeyi seçtim. Ben daha çok sevmeyi seçtikçe; kusurlar gözümde küçüldü, anlayışım çoğaldı, hoşgörüm arttı ve çok sevdiklerim hep daha acımasız bir şekilde geldi.

Pes etmedim. Edeceğimi, uslanacağımı da zannetmiyorum. Fakat kalbimi de bu süreçte koruyamadım. Melankoliyi, dramı sevmiyorum. Hem de hiç. Bu yüzden derin derin nefesler alıyorum sürekli. Çiçekleri suluyorum, kitap okuyorum, yazı yazıyorum. Yani bir şeyler arıyorum. Bulanlar arayanlardır biliyorum.

Ama bazen.. Mesela şimdi, bir anda nedense kalbim sızlamaya başlıyor. Burnum sızlıyor sonra..

Bugünlerde her şeyi çifter çifter yaşıyor gibiyim. Yok olmak istiyordum mesela, isteğim galiba dergah-ı İlahi’de kabul olmuş ki yok sayıldığım oluyor. Olsun diyorum, sessiz sakin yürürüz biter günlerimiz.

Ben insanın gücüne çok inanırım. İkna edilmedim, inandım buna. Yani bir insanın, ruhunun gücüne çok inanırım. Olmazları oldurabilecek bir güce sahip olduğumuzu bilirim, inanırım, savunurum, anlatırım.

Öyledir çünkü. Detay vermeyeceğim, fakat olur da detayları konuşmak isterseniz şimdilik adresim belli.

Bu arada, Medusa’yı ve kara kedileri de her zaman ve hep savunacağım. Çünkü sırf birilerinin saçma inançları yüzünden birilerinin lanetlenmesini, onların dışlanmasının ne demek olduğunu 25 yaşlarındayken çok iyi öğrendim. Öğrendiğime pişman olduğum bilgiler arasındadır bu da.

Hayır, öğrendim ne oldu? Sırat köprüsünden geçerken bana destek mi olacak? Hayır. Ee ne oldu da öğrendik, hiç. Yemin ederim o kadar boş bir şey ki.

Çifter çifter dedim ya yaşıyor gibiyim diye. Geçenlerdeydi, öyle bir geceydi ki bir anda 14 yıl öncesinde bir geceye döndüm. Her şey üstüme devrildi. Tozun dumanın içinde kaldım. Nurgül’e ve ablama yazdım. O gecenin benim için açılımı şuydu; bazı düşmanlar, kör makaslarla etimi kemiğimden ayırıyorlardı.

Ben her şeyi unutsam da o acıyı unutamıyorum.

Her şeyi de unutmuyorum bu arada, ne yazık ki 1,5 yaşını dahi hatırlayan bir hafızam var. Hiçbir şey öylesine, gelişi-güzel yaratılmamıştır felsefesine tutunarak onu da kabul ediyor ve unutamadığımız her şeyi de sevgiyle takas ederek yaşıyoruz.

Yemin ederim her şeyin üstesinden sadece bu şekilde geliyorum. Yoruluyorsam da bundan, tükeniyorsam da bundan.

Bu yol bizi nereye götürecek yemin ederim bilmiyorum.

Ben bilinmezliği hiç sevmem bu arada, hatta biraz blogla müsemma olsun şuraya çıtırdan bir itiraf bırakayım; geçenlerde bir defter yazmaya başladım. Deftere bilemiyorum diye başladım. Bilinmezlikle alakalı 5 satırdan sonra bu bilinmezlikleri ne kadar sevmediğimi anlatan 2 sayfa yazdım.

Ama ne kadar seviyorsan o kadar imtihanın oluyor ya işte tam tersi de öyle, ne kadar sevmiyorsan da o kadar sınanıyorsun onunla.

Neyi sevip neyi sevmediğine de dikkat etmeli insan.

Şu an nasılım? Bilmiyorum :)

Bu yılın en bilmeyen ödülünü bana versinler istiyorum. Bilmiyorum çünkü. Öyle hiçbir şeyin ortasında, bir bilinmezlikte, 14 yıl önce düştüğüm o çölde, yönsüz, yolsuz, pusulasız, ayakkabısız ve çaysız kalmış gibiyim.

Lan bari kalemlerimi verseydiler; çölü boyardık.

bay



16 Haziran 2025 Pazartesi

Yeni Yayın..

 


3 aydır kurumuş bir zeytin dalına su veriyordu. Ümit bu ya ne dal kurudu ne yeşerdi. Hayat da biraz bağzen böyle işte..

Bir süredir çekildiğim kabuğumdan açtığım minik bir delikten dışarıyı izliyordum. Sonra 'derdin ne kızım, ne diye zaten bozuk olan gözlerinle minnacık yerlerden kocaman şeyleri görme arzusuna giriyorsun' dedim.

Mevsimidir, koklayın iğde çiçeklerini ve hanımelini. Ve o an kapatıp gözlerinizi en sevdiğiniz an’a gidin.

Bu sefer biraz farklı olsun istiyorum bu yazı fakat ben ne kadar farklıyım ki yazdığım ne kadar farklı olacak?

Ama istiyorum işte.

Çünkü bağzı şeyler var ya onları hiç anlatamıyorum mesela ve her yazımda bir şekilde o anlatamadıklarımdan bahsediyorum, o anki ruh halime bağlı olarak bir şeyler yazıyorum ve dönüp baktığımda 'bu ne içindi acaba' diye düşünüyorum. Bağzen buluyor bağzen 'ben ne yazdım burada, bunu mu demek istediniz' diyen google gibi 34 saat düşünüyorum.

O yüzden şimdi daldan budaktan, biraz ondan biraz bundan biraz Sarı çizmeli Mehmed Ağa’dan değil de başka şeylerden konuşalım.

Dün bir şey anladım. Hatta bunu o an okuduğum kitaba da yazdım. Evet, o an kitap okuyordum. Anlamama vesile olan şey de kitapta okuduklarımdı. Okurken de düşünebiliyor, yürürken sakız çiğneyebiliyoruz elhamdülillah.

Neyse işte dündü ve ben bir şey anladım. 

İnsan birini gerçekten sevdiğinde; onun tüm kusurlarına, kabalıklarına, hatta bağzen hadsizliklerini anlayabilecek bir düşünce geliştirebiliyor kendine. İnsan sevmeyegörsün, gerçekten normalde bir insanla ilişkisini kesmesine sebep olacak bir davranışı dahi, sevdiği bir insan yapınca pek tabii doğal karşılayabiliyor. Kırgınlıklarını içinde eritiyor ve hatta sevgisiyle doğru orantılı olarak hiç kızmayabiliyor bile.

Çok ilgimi çekti bu anladığım şey ve üzerinde daha fazla düşünmeye devam ettim. Ben düşündükçe zihnimdeki bağzı kapılar açıldı. Açıldıkça da rahatladım, feraha erdim. 'Evet, mesele bu kadarmış aslında' diyebildim.

Gerçekten doğruymuş; insan sevdiği kadar affedebiliyormuş ve sevdiği kadar anlayabiliyormuş. Şimdi buradan yola çıktım. Mesela 'insan sevmese kırılmaz' gibi bir söz var ya, o kendi içimde çürüdü. İnsan gerçekten sevince kırılmıyor. Kırgınlık çok ağır bir şey zaten sevgiyle aynı yerde olması pek mümkün değil.

Sevgi kocaman bir şey bir de.. 

Hastalıkları iyileştiren, karanlığını aydınlatan, çiçeklere su verdiren, ağız şapırdatmasını dahi örten, düştüğünde güldüreni gülerken ağlatan, insanı halden hale sokan bir şey nasıl olur da insanı daraltan bir yapıyla aynı kaba girer?

Kimse bu sözlerime katılmayabilir. Aslında bu meseleyi yazmak yerine konuşarak daha da iyi anlatabilirim kim bilir, konuşmam lazım birileriyle.

Kızlar gelseler ya da hepsine birden ben gidebilsem keşke..

Mesela Rıza geldi bugün, fakat konumuz asla bunlar değildi. Rıza, ateş ustası. Çok müthiş bir şey, ateşe yön verebiliyor. Avatar gibi, elementlere hükmediyor..

Ve bence sanırım günden güne benim fantastik filmlere olan inancım biraz sağlamlaşıyor. Detaylar detaylar.

Ve zeytine dönelim.

Kurudu mu yapısı mı bu bilmiyoruz. Fakat 3 aydır suluyordu.

Ve ben sakinleştim. Sanki sözler çoğalmış ama söz kalıpları da genişlemiş gibi taşası yok belli ki.

Sözlerime son veriyorum. Yine yazacağım biliyorum.

bay

3 Haziran 2025 Salı

Çabalı İyileşme Tamlaması..



Siz hiç Mihriban'ı dinleyerek ağladınız mı?

Ben ağladım..

Dündü (31. Mayıs) hem de.. 

Yere oturdum, huzu ve huşu içinde ağladım...

Lambada titreyen alevle üşüdüm. Aşkı kağıda yazmadım. Mesele aşk değildi çünkü, mesele Mihriban da değildi. Mesele lambada titreyen alevdi. Mesele sarı saçlar, bir gönle nasıl böyle bağlanırdı? Hem de deli bir gönle..

Aşkın elinden çektiklerimiz yeter..

Yeter artık yeter..

Mihriban bitince bitti mi ağlamak? Bitmedi..

Neşet Ertaş varken nasıl bitsindi? 

Bitmezdi.

Bitmedi.

Aşıklar şair olmasın arkadaş, aşıklar türkü de söylemesin. Ben evimde sessiz sakin otururken Gönül Dağ'ı beni niye dağlıyor? 

Ya Hu biz dünyaya azcık konuşmaya, biraz sevmeye, 3-5 satır kitap okumaya, hunharca müzik dinlemeye ve sınırsız çay içmeye gelmedik mi?

Bu çivi gibi, hançer gibi (keskin ve çiçekler gibi ince) yüreğimizi oyan, tarumar eden mevzular nerden icat oldu?

Gönül dağı ile de ağladım evet. Hem de eşlik ederek türküye. Ve ağladığım için çok da titredi sesim. Sesim titredi diye bir de ona ağladım..

Evet, Gönül dağı yağmur yağmur gözlerimde boran oldu. Aktı can özümden sel gizli gizli..

Bir tenha oturduğum odaydı fakat can cananı bulmadı. Dert, keder halının ortasında geldi beni buldu.. fakat sinemi yaraladı mı? 

Anamı bile ağlattı.. canıma okudu. Resmen cellat gibi..

Kimse kimsenin derdini bilmiyor, biliyorum. Anlattıklarımız sadece laf-u güzaf.. onu da biliyorum fakat ne yapalım onu bilmiyorum.

Mesela ben şu an içimde yine hücum eden bir sürü sesin, cümlenin, sözün önünde dizimi kırıp çay içiyorum. Zor vallahi çok zor. 

İnsanı uykusundan eden, gün daha başlamadan akşamı getiren, nereden geldiği belli olmayan bir kokunun rüzgarla burnunun direğini sızlatması çok zor. 

Şimdi derin bir nefes aldım bu cümleyi yazabilmek için; toprağa, ağaca, suya, yeşile, güneşe derdimi anlatmaya geldim. Çünkü iyileşmemiz lazım ve Allah biliyor iyileşmek için verdiğim çabayı..

Bağzen çok zor bağzı şeyler. Yemin ederim içim titriyor, elim titriyor ve konuşamıyorum. Kalsın bakalım içimizde nereye kadar kalmalıysa..

Fakat iyileşeceğiz. Allah'ım n'olur iyileşelim.. 

Bay

31 Mayıs 2025 Cumartesi

Kördüğüm Masalı..(Benimle alakası yoktur, sizinle alakası vardır)


Şimdi beni allak bullak eden, beynimi yakan bir masal anlatacağım size. Bir sonu yok başı da meçhul.
Ben ortasından bodoslama girdim mevzuya, siz de bana eşlik edin.

Sevgili bodoslama kardeşlerim, bir varmış bir yokmuş..

Çıtırdan röportaj etkisi hissedebilirsiniz.

Geçtiğimiz günlerdeydi. Ama ben hala çok geçemedim. Her şeyin üst üste gelmesi biraz yormuştu. Fakat hep dahası varmış bu hayatta hep fazlası onu biraz daha yakından görmüş oldum. Meğer bozuk gözlerim bağzı şeyleri görmeme konusunda da iş başındaymış. Acıyı, aşkı, kederi, sevinci; etten kemikten insan gibi gördüm öyle. 

Zordu.. 

Siz belki daha zorlarını da görmüşsünüzdür. Fakat benim artık sıkmaktan çenem ağrıyor. 

20 lerinde bir insan düşünün, herkese göre genç bir yaş dilimi. İnsan o yaşlarında her şeye daha başka bakıyor. O da öyleydi. 

Fakat sözleri yaşından fazlaydı.. 

Günlerdir aynı soruyu düşünüyorum. 1 haftada 1 yıl 2 ayda 20 yıl yaşlandım. Beni yaşlandıran sorular ve sözler değildi. Biraz kişisel biraz genel meseleler..

İşte o sözlerden biri şuydu; 'sevmeyi sevmiyorum' ne demek diye düşüneceğiz hep beraber. Fakat ben rıza kapsamında şöyle bir şey yaptım. Yazmasını istedim. Tam bir kağıt verdim. Acıyla baktı. Kağıdı bitirdiğinde bağzı yerlerde mürekkep akmıştı. 

İnsan yazarken de ağlar.. şüphesiz insan çok ağlayandır..

'Yoruldum.. onu sevmekten, geri dönmesini beklemekten, beni tekrar sever mi diye ümid etmekten, her gün yeni bir bahaneyle onu affetmekten, veda edememekten yoruldum.  

Onu sevmek istemiyorum. Onu çok seviyorum. Fakat onu sevmekten nefret ediyorum. Keşke elimde olsa, elimde olsa ilk gördüğüm güne gitsem, hiç görmesem. Hiç tanımasam, varlığından hiç haberim olmasa. Ömrüm ondan habersiz geçseydi keşke. 

Her şeyin bambaşka olmasını dilerdim. İmkanım olsa bu kalbi yerinden sökerim.. 
Onu özlemekten, düşünmekten, acaba hangi köşeden dönecek diye düşüncelere dalmaktan yoruldum. Ben ondan ve içinde o olan her şeyden yoruldum.'

Normal şartlarda kimse 21 yy. da acıdan ölmez, geçer derdim. Hala acının insanı öldürdüğünü düşünmüyorum. Fakat bu düşüncem 3 ay öncesindeki kadar sağlam değil. Acı öldürebilir. 

Ve insan birini bu kadar çok sevince gerçekten tükenir. Yusuf ile Züleyha geldi aklıma.. 

Zamanında çok boş yapmışım. Bir insan bir gömleği, gömleğin düğmesini dahi nasıl sever diyordum.. halt etmişim. Gömleğini sevmeyen kafirdir artık..

İddialı cümleler fakat ben gördüm. Aşkın ruh ve bedenini gördüm. Siz de emin olun var..

Giderken 'bana dua et. Allah ya beni alsın ya bu sevgiyi benden alsın' dedi..

Gittikten sonra bağıra bağıra ağlamak istedim. Yapamadım. 

Şimdi hep beraber el ele verelim ve dua edelim. Allah bu kalbe merhamet etsin ve bu sevgiyi onun gönlünden alsın..

Amin

26 Nisan 2025 Cumartesi

Yazı mı Yazgı mı? Bence Karar..

 


Nasılsa orada diye umursamadığınız, ne yaparsam yapayım anlar diye önemsemediğiniz ne varsa hepsinden af dileyeceksiniz.

Önünde diz çöküp yalvaracaksınız kaybedilen iyi niyetlerin. Çünkü ellerinizle bozuk para gibi siz harcadınız. Harcarken de hiç korkmadınız.

Yalvaracaksınız; görmezden geldiğiniz her şeyden, çölde bir damla suya muhtaç kalmak gibi yalvaracaksınız ‘bir yudum’ diye.

Fakat o gün orada ilk ben olmayacağım. Ve hatta en sonda ben olmayacağım

İçimde darmadağın bir Sema taşıyorum.

Bana neden bunu yaptınız?

Bu sefer hiç örtmeyeceğim hiçbir şeyi, elime aldım taşları atacağım herkesin camına sonra da oturup kaldırımda dışarı çıksınlar diye bekleyeceğim..

Beni bu hale getiren herkes başarısını kutlasın. Artık ne yaparsanız yapın yanınızda değilim. Tebrikler. Sizin beni koyduğunuz yerden kendi rızamla gidiyorum. 

Üzgün, kırgın değilim. Siz de çok dert etmezsiniz. Bugüne kadar en çok hep kendini düşünmüş insanlar; kendilerinden daha çok düşünen birini kaybettikten sonra eksilmezler. Şimdi bu cümleyi anlamadığınızı varsayıyor ve size açıklıyorum, yani; bir insan sizi sizden hep daha fazla düşünmüştür, kendi canının, kendi acısının, kendi yarasının, kendi başarısının önüne koymuştur. Sizi avuçlarında, ellerinde, gözlerinde gönlünde hep kendinden üste taşımıştır. Heh işte onu kaybetmek sizi eksiltmez (!)

Neden mi? Çünkü siz hep buna kendinizi layık görmüşsünüzdür. Yaptığınız şımarıklıkları şimdi hangi kefeye koyarsanız koyun. Ben sizi sevmekten vazgeçiyorum.

Hem de Sezen Aksu dinleyerek.

Hayatınıza kaldığınız yerden devam edin. Nasılsa başka Sema'lar vardır dünya üzerinde. Ama ben artık sizler için yokum. Puff oldum.

Ben artık yoğum.

Neden diye sormak istiyorum aslında. Yaşamak zaten başlı başına zorken, neden hayatı bize kolaylaştıran insanları ayaklarımız altında eziyorsunuz?

Size diyorum size, sağa sola bakmayın. Sizsiniz muhatabım.

Ben sizin yüzünüzden en sevdiğimin huzurunda elimi yere vura vura isyan ettim, nasıl bir dağ yıkıldı, nasıl bir volkan patladı biliyor musunuz?

Beni bilen bilir, bilmeyenlere de söyleyeyim; bitiş noktam var.

Bittiği yerden yeniden yeşerecek olanlar da var.

Bu yazıya çok sinirle başladım. Şu an sakinim fakat affetmiyorum. Bağışlayarak uğurlamıyorum sizleri hayatımdan.

Yolunuz yoluma düşmesin bir daha. Çünkü ben sizin sadece nasıl olduğumu bir kere dahi merak etmediğiniz gecelerde ayağımdaki dikenleri ağlaya ağlaya temizliyordum.

Yalnızlık benim gömleğim ve artık hiçbirinizi istemiyorum.

Size olan varlığıma nasuh tövbesi ediyorum.

Hepinizi hak ettiğiniz gibi uğurluyorum.

He ben ne yaparım bu saatten sonra, bilmiyorum. İsyan eder miyim? Ağlar mıyım? Bilmiyorum. Anka kuşu değilim küllerimden doğayım fakat atlatırım. Neleri atlatmadım ki?

Sizin bilmediğiniz çok geceler geçirdim ben canım burnumdaydı. O gecelerden daha zor değil sizin hayatımdaki varlığınıza veda etmek. Hiçbir bugün dünden zor değil. İnsan doğası bu çünkü. Yarına da ümit ederiz.

Yazı mı yazgı mı bilmiyordum. Kim ne anlamak isterse o olsun. Ve eminim bu bloğun en keskin, en sert, en kalbimden uzak yazısı da bu olacak.

Veda vakti geldi.

Ben gidiyorum. Gelmek için de değil üstelik. Siz de ne yaparsanız yapın.

Bay.

 

3 Nisan 2025 Perşembe

Toplanın Deliriyoruz..

 


Hadi yazalım bakalım, çünkü bu yazıya bizden daha çok ihtiyacı olanlar var biliyoruz. Biz kaç kişiyiz, elbet ona da geleceğiz fakat önce içimizdeki söz hücumundan bir kurtulalım.

Bu yazıyı sevilmek için çaba gösterenlere, hiçbir kelime açıklama yapılmadan terk edilenlere, geceleri uyumak için yalvaran fakat kimsenin bilmediği yaraların sızısından uyuyamayanlara, hakkında dedikodu yapılanlara (ki bu biraz şerefsizliktir), gelişlerin gidişlerden daha çok açtığı yaralara, kaldırımın köşesinde dünyayı güzelleştireceğine inanarak açan çiçeğe, Melike Şahin’in konserde Durma Yürüsene şarkısını söylediği an boğazında oluşan düğümlerden titreyen sesine, ağlayamadığı için kahkaha atanlara, derdini sudan başka anlatacak kimsesi olmayanlara ithaf ediyorum.

Hiçbir derdinize değmeyecek belki. Ama olsun, en azından sizleri de gören birileri var buralarda.

Kim süpürüyor sokaktaki yaprakları? Ne alaka diyor beynim içindeki ses, zaten Veronika Ölmek İstiyor, derken Paulo Coelho da aslında yaşamanın ne kadar kıymetli olduğunu anlatmak istiyormuş..

Peki sormak istiyorum, mesela bu duygu nasıl merak ediyorum; bağzıları var tercih edilenler ve bağzıları ise hep daha çok sevip, hep daha çok fedakarlık yapan ve tıpkı yapraklar gibi süpürülen fakat konumuz şu tercihler, neye göre belirleniyor bu? Yani tam olarak ne olması gerekiyor, bir tarifi bir tabiri ne bileyim bir reçetesi var mı bunların?

Ben büyümemeliydim. Gerçekten beni büyümeyeceğim diye ağlayarak kendimi kilitlediğim banyoda bıraksaydınız ne kaybederdiniz? Biliyordum işte bir gün bütün bunları yaşayacağımı.

Çünkü sizin bilmediğiniz bir sürü şey oluyor. Ve ben kimsenin bilmediği yerlerde yere düşen yaprağın sızısına kadar yüreğimde taşıyorum.

Vallahi söz de kendinden düşüyor, yazı da kendi kendini yazıyor gibi. Beynimin içindeki ses zira sen bunları mı diyecektin Sema diyor? Hele bakalım belki birkaç yerde demek istediklerime de sıra gelir.

Bu arada ben Sema. Ve dün 2300 kişiyi hesabımdan sildim. Omuzlarımdaki çanta da dahil olmak üzere her şeyi çıkardım attım. 2 tane ayrı bardakta aynı çayı içtim. Kaç tane fotoğrafımı arşivledim ki her birinin anısı vardı.

Kafamda bir dünya kurdum, içinde bulunduğum dünyadan bugün defoldum. Müzik dinlemeye bayılırım ve delirmeme son 3 kaldı diyebilirim.

Bana ne mi oldu? O ithaf ettiklerimin hepsinin sesini duyuyorum. Siz hiç gerçekten hiç mi duymadınız? Acı çeken bir insanın etrafa acıyla bakışına hiç mi şahit olmadınız?

Az önce Hüsna bir mesaj attı delirmemiz gerekiyormuş. Ben duydum ve itaat ettim, siz de şahit olun. Haydi deliriyoruz.

Şimdi ne diyeceğimi de şaşırdım.

Bağzı insanlar var, ne yaparlarsa yapsınlar kimse tarafından görülmüyorlar. Arkadaşlar, seviyorsanız adam gibi sevin lan. Kimse sizin keyfinizi bekleyecek değil. Çabasız da sevilebilir insan. Ve sırf sevme şeklini seviyorsunuz diye bir insanı niye kendi ayaklarınızın altına alıyorsunuz. Şimdi yaktım çıranızı; bu kalbin bir makamı vardır, bilmiyorsanız söyleyeyim. Kalp Allah’ın haremidir, kalp Kâbe’dir; onu yıkmak, kırmak Allah’a savaş açmaktır. Şimdi sizi o kalple seven, Allah’ın evinde ağırlayan bir insanın kalbini tam olarak neye güvenerek ayağınızın altına alıyorsunuz? Size kalp kâfiri desek kim bizi suçlayabilir?

Bizin kim olduğunu söylerim belki kime ne?

Neyse yine içimdekilerle dışımdakilerde bir senkron sorunu oldu. Allah bizden razı olsun. Bay

 

19 Mart 2025 Çarşamba

Güncel 'Yazıklar Olsun' Listesi


En son içine düştüğümüz ‘cevapsız sorular’ dehlizinde tek başıma olmadığımın kederli gururunu yaşıyorum. İlk defa hayatımda bir yerde yalnız olmamak beni huzursuz ve mutsuz etti. Bu yalnızlığa bayıldığım, müptelası olduğum için değil; tamamen bağzı yerlerin derdini herkes çekmemesini istememle alakalı.

Fakat biliyorum, kimsenin imtihan kağıdı gal-u bela dediğimiz, elest sualini cevapladığımız o yerde benim elime tutuşturulmadı. Verilseydi de zaten ben yapamazdım. O yüzden bana herhangi bir peygamberlik vs de gelmedi. Bunlar da bu yazının konusu değil.

He şimdi yukarda yazılanları görüp de kimse beni gam ve kederden ölüyorum yahut triplerin birinden girip diğerinden çıktığımı düşünmesin. Ben Sema olarak bütün hayatları kendim yaşayabilecek kadar ömrü olmadığı için, insanları izleyerek, onlarla tamamını değil fakat hayatlarının bağzı meşakkatlerini paylaşarak, izleyerek, görerek, hissederek yaşan bir insanım.

Bütün insanları da değil. Ve yine konumuz da bu değil. Ve sanırım anlaşılmak istiyorum ki açıklamalar yapıyorum.

Şimdi konumuz ne? Uzatmadan devam edelim; en son şeyi konuşmuştuk, insanların pat diye bağzı durumlardan nasıl çıktığını. Seviyorken bir anda sevmeme durumunun nasıl hasıl olduğunu. Bu durumu çözemediğimiz gibi yenileri de eklendi.

Şahsım adına düşündükçe altından bir şeyler mi çıkarıyorum, düşündükçe ufkum mu açılıyor bilmediğim bu günde; dün Nurgül’üm ile yaptığım bir konuşmaya değinmek istiyorum.

İnsanlar neden hep onları en çok sevenleri ayaklarının altında eziyorlar? Mesela herkes aslında bir başka herkes için herhangi biridir. Yani bir özelliği yok. Bir değeri yok. Bir kıymeti yok. Mesela ben karşı apartmandakileri hiç tanımıyorum dahi. Onlar da benim ne halde olduğumu çok önemsemezler bence; eğer kendimi çatıdan aşağı atmıyorsam ya da pencereden avazım çıktığı kadar bağırmıyorsam ki bunlar dahi olsa birkaç güne unutulacak biri olurum. Bir esprisi yok yani. Ben kimsenin umurunda değilim, demek istediğim bu.

Ve kimse de benim umurumda değil, sadece özel olarak seçtiklerim, sevdiklerim dışında. Şimdi bu denklem bir tek bana has ve mahsus değilse eğer, lan ne diye sizi seven insanları ayaklarınızın altında eziyorsunuz?

Yani çok mu kolay anlamıyorum. Gerçekten. Bizi seven insanları mutlu edebilme becerisine sahipken, neden bizi umursamayan insanlar için onları çiğniyoruz? Yani neye kafa tutuyoruz tam olarak biri bu hususta da beni aydınlatırsa sevinirim. Çünkü ayaklar altında çiğnenmenin nasıl bir karanlık olduğunu en iyi bilenlerden olduğumu düşünüyorum.

Ben tecrübe dedim, üstüne 122936028346297452934529834523984726498756 tane bardak çay içip, biraz yazı yazıp, örgü örüp, müzik dinleyip ve mandala boyayarak ve yine kitap okuyarak ve Sherlock Holmes ve Harry Potter izleyerek meseleyi halledebiliyorum.

Peki, halledemeyenler ne yapmalı? Yani bu ezilenlerin hakkını kim savunacak? Avukat olmaya gerçekten gerek var mı? Şairler bu karanlığı da konu etsinler şiirlerine, yoksa onları güncel boykot listesine eklerim vallahi.

Ramazan ayının bu mübarek günlerinde yeterince sinirlendiğimizi düşünüyorum. Sinir neyse de kırgınlıkları ne yapacağız?

Hani ben atlatıyorum dedim ya; size bir sır vereyim, ben atlatırken bana o duyguyu yaşatanları siliyorum. Yok ediyorum. Hiç yaratılmamışlar gibi. Ne sevgi ne öfkem kalmıyor. Ama ben zaten hep böyleyim, sınırsız sevdiğimi düşünür benim hayatıma giren insanlar. Öyledir de, çok sınırlamam. Fakat o sevgi bitiyor çünkü ben kimsenin anası-babası değilim ve kimseyi yaratmadım. Bitme noktasına geldikten sonra kimse de kusura bakmasın ya da aman bana ne bakarsa baksın.
Şimdi Nurgül diyecek ki ‘Sema abla biz başka şeylerden de konuştuk’

Evet, biz mesela insanları sevilebilecek bir varlık olduğuna inandırıp, sonrasında bir dünya soru ile bırakıp gidenlerden konuştuk. Ve ben buna kendi yasalarım gereği zulüm, bunu yapanları da zalim ilan ettim.

Bu saf kötülük çünkü. Hani birini sevilebileceğine inandırıyorsunuz ve sonra korkakça, ödlekçe, alçakça, ne bileyim adına ne derseniz deyin arkanıza bakmadan ama, mütemadiyen arkasındakini kollamadan gidiyorsunuz ya; heh işte o sevildiğine inanan insanlar o noktada kendilerini dövmeye başlıyor.

Mesela, artık değerli olmadıklarını, sevilecek belki hiçbir şeylerinin olmadığını, belki çirkin olduklarını (ki bu günahtır, Allah her şeyi çok güzel yaratmış fakat zulmün büyüklüğü insanı çirkin olduğuna inandırıyor), yeteneksiz olduklarını, sevilmeye layık olmadıklarını vs düşünüyorlar. Vs dedim çünkü devamını yazacak kadar boğazımda güç bulamadım.

Çünkü ben insanların bu koskoca evrende sığınacak hiçbir yerlerinin bulamadıklarını, ağlamamak için dudaklarını ısırdıklarını, maskeler takıp dillere pelesenk olmuş ‘iyiyim’lerin arkasına nasıl saklandıklarını bu gözlerle net gördüm. Bu gözlerle net görmek zor, çünkü benim gözüm bozuk. Artık meseleyi siz tahayyül edin.

Mesela sözlerim bitsin artık. Melike Şahin’in de bir şarkısı var; konser esnasında okurken ağlıyor, okuyamıyor. Nerede görsem tanırım o düğümlenmeyi.
Herkese benden Melike Şahin Durma Yürüsene gelsin. Sizi kimse sevmese de söz veriyorum bütün yalnızlıklarınızda ben seviyor olacağım.

Ve ömrüm boyunca da sizin için dua edeceğim. Bırakın herkes ne hali varsa görsün
Bay.

28 Şubat 2025 Cuma

Kalan Sağlar..



Siz hiç, hiçbir şeye hakkınız yok gibi hissettiniz mi?

Geceden düştünüz mü?

Gökyüzünüz kırıldı mı hiç?

Sizin hiç kalbinizi sıktılar mı? Muhakkak düğümlenmiştir harfler boğazınızda. Şimdi değilse bile bir gün mutlaka..

Peki, hiç o harfler dağ olup yıkıldılar mı üstünüze?

Tufan olup yok ettiler mi içinizi?

Hiç küf kokusu sızlattı mı yüreğinizi?

Hiç ıhlamura yemin ettiniz mi? Bütün uçurumlarınız hep aynı yola çıktı mı?

Ya hu siz hiç göz kapaklarınızın arasında sıkışanların uykusuzluğunu çektiniz mi?

Olmuş olsun.. Lütfen yeryüzünde bütün bunları tek başına yaşamasın kimse. Empatiden bahsetmiyorum. Bildiğin düpedüz bir kişi düşmemiş olsun damdan.

Bağzı imtihanlar bireysel olmasın. En az 2 kişi aynı imtihandan sınanmış olsun.

Bu gece ne olur güneş aniden doğsun. Ve uykularımızı çalanlar ne olur geri versin.

Ne olur ya bu gece kimse kâbus görmesin. Sıçrayarak uyanmasın. Kalbi vücuduna ağır gelmesin kimsenin ya da ruhu bedenine fazla gelmesin..

Melankoliyi sevmeyenlere selam olsun. Savunacağım. Kimsesiz kalmış yetim cümleleri savunacağım. Hem de sıfır hukuk bilgimle. Ve yargılandığında o cümleleri yetim bırakanlar, önce oturup ağlayacak sonra lokma dağıtacağım..

Sevgili Gece Güneşim, benim sevgili Leyl-i Yar'im..

Altından nice sular akıttığımız köprüden çiçekler dökelim suya. Belli mi olur, bir çiçek belki tutunur hayata..

Saat 03.52 ve ben yine kafamı taşıyamıyorum.

İki gün önce başladım bu yazıya, başladı da bitemedi. Bağzı şeyler biraz böyle oluyor işte hayatta. Mesela 28 Şubat’tayız.

Güneş doğsun diye yalvardığım o geceye güneş doğdu ve ben de gördüm o güneşi. Üstünden 2 gün de geçti. Fenerbahçe bir maç daha yaptı. Sonra ben yeni 2 kitaba daha başladım. Yeni bir müzik keşfettim. Ve kimsenin dolduramayacağı boşluklarım var artık.

Bu durumdan kurtulmam gerek. Seri ve acilen hem de.

Nasılını bilmiyorum ama şu an olsa aşırı iyi olur onu biliyorum.

Çay içelim çay.

Hayırlı cumalar


25 Şubat 2025 Salı

Cevapsız Sorular..

 


Selamun aleyküm

Nasıl oluyor, bir gün insan bir anda günlerce yaşadığı duygudan çıkmış olarak uyanıyor? Yani benim bildiğim güncel bir hokus-pokus olayı yok. Sihirli değnekler de yeterince aktif değil.

O zaman nasıl oluyor arkadaş birileri bana anlatsın, nasıl bir anda bütün dünyayı dize getirebilecek bir duygu, bütün dünyayla beraber insanı terk edip gidebiliyor? Pat diye mi gece zifiri karanlığa gömülüyor? Yoo, e olay ne o halde? Bilenler varsa anlatsınlar, Allah rızası için.

Bu sorular bununla sınırlı kalmayacak bu arada.

Mesela nasıl oluyor da insan gerçekten bir şeyleri kendinden daha önde tutabiliyor? Mutsuz insan, kimi mutlu edebilir? Benim bildiğim çünkü mutluluk ve mutsuzluk böyle etrafındakilere yayılır. Her şeye sirayet eder. Mutlu insanın yetiştirdiği çiçek, yaptığı yemek, içtiği su dahi fark eder mutsuz insandan. Hem etrafına hem kendine karşı ilk sorumluluğu insanın mutlu olmaktır. Eee bunun olayı ne?

Kendini fedakar zanneden insanlar, mutluluklarınızı feda ettiğinizi düşünürken hangi korkunun altına sığınıyorsunuz? Beni yine öğlen öğlen sinirlendirdiniz he..

Devam edelim. Hadi bakalım buna nasıl cevap vereceksiniz; neden sizi en çok önemseyenleri, en güzel açan çiçekleri, en güzel parlayan rengi, en ince düşüneni, en güçlü görüneni, en incitmeyeni ve mütemadiyen en çok seveni hep seveni bu kadar kolay harcıyorsunuz? Size diyorum ve ben bütün bunlardan evet alnımın akıyla muafım. Yere düşen yaprağa dahi hürmet ederim. Beni bir seveni ben 10 severim. O yüzden sorunun muhataplarına sormak istiyorum; neden lan neden? Niye insanlara kalpleri yok gibi davranıyorsunuz? Neden çiçekleri güzel açıyorlar diye koparıyorsunuz? Niye renkleri solduruyorsunuz?

Kötü müsünüz, bu kadar çok mu kötüsünüz? Evet. Öylesiniz.

Hadi bize yaptınız, anlarım. Ulan kendinize nasıl yapıyorsunuz bunu? Sizi bir daha kimse bu kadar sevmeyecek mesela nasıl kendinize bunu yapıyorsunuz?

Buna da cevap verirseniz yeni sorular soracağım.

İlk defa bir yazım neticeye ulaşsın istiyorum. İlk defa bağzı soruların cevapları olsun diye neredeyse sorulara yalvarıyorum. Allah’ım ne olur bu soruların cevaplarını bize ulaştır. Çünkü biz biraz yorulduk. Biz biraz kırıldık Allah’ım.

Çünkü çiçekler solunca, renkler kuruyunca, gözden keder yaşı akınca, kalp kırılınca kayboluyoruz. Ve toparlanmak için tutunduğumuz dallara ümit besliyoruz. Yörüngeden çıkınca hangi gezegenin uydusu olduğumuzu şaşırıyoruz.

Bir de anlatamayıp, konuşamadığımızda, Allah’ım Sen’in ceza vermenden korktuğumuz için biz bağzen kendimize çok ceza veriyoruz. Sanki biz ceza verirsek Sen daha çok merhamet edermişsin, bizi affedermişsin gibi kendi canımızı öyle bir acıtıyoruz ki eğer acının silahı olsa bizi öldürür.

Allah’ım. Seni çok seviyoruz. Ama üzgünüz biraz ya.

Nehlet şeytana.

19 Şubat 2025 Çarşamba

Ne Bulduysam Yazdım..

 


İnsan bağzı geceler bağzı kararlar alıyor. Öyle plansız, kıldan ince kılıçtan keskin.. insanın bazen bir gecede eti kemiğinden ayrılıyor.

Bu gece bir jilet sızısı var avuçlarımda. Oysa 1 haftadır bambaşka şeyler yazmayı planlıyordum buraya. Diyecektim ki en çok gizlediklerimi en çok göz önüne koyuyorum ki kimse onları irdelemesin.

Diyecektim ki avuçlarımda tuttum ben kendimle ilgili sırları, sonra götürüp bir saksıya diktim. Toprak serptim, su döktüm, güneşin önüne koydum.

Neler diyecektim daha neler hem de. Fakat şimdi kalbimdeki bu ağırlık izin vermiyor işte.

Ama Allah'ım hiç yapamıyorum. Ben çok beceriksiz bir kulum. İstikrar sağlayamıyorum bazen, bazen çok içime çekiliyor bazen de çok dışıma dökülüyorum. Sonra da bazenler çoğalıyor bazen.

Hem kimsenin haberi de olmuyor içimdekilerden ve en çok göz önünde kalan en çok gizlediklerimden.

Dışımdakiler zaten Allah'a emanet.

Allah'ım kul olma beceriksizliğimi affet. Ben bana verdiğin akıl nimetinden işime geldiği kadarıyla istifade ediyorum bazen.

Ve yine bazenler çoğalıyor bazen.

Bu satırları bir gecede yazmaya başlamadım. Fakat ne önemi var ki bütün bunların.

Sırların açığa çıktığı gecenin bir saatinde işte söylüyorum; her şey akılla kıymetli bu dünyada. Bunu hakikaten tüm samimiyetimle söylüyorum. Akılsız vicdan dahi ahmaklık sayılabilir.

Akıl sözlüğü yazılmalı acil.

Dilin kemiği yok ya, gönül dilinin de öyle. Daldan dala yürüdüğüm bu gece de böyle oluversin aman. Amanlar da çoğalsın biraz ne olacak.

Hem kimseye bir şeyleri açıklama veya anlatma sözü vermedik ki ne olacak yani içimizden geldiği gibi konuşuyorsak?

Gecelerle başladığım yazıyı bitirememiş ve bir gündüzün ortasında devam ediyor bulunmaktayım. Fonda Homayoun Shajarian var ki onlar da iyi ki var bu arada. Yoksa bağzen yine kendimi anlatmak için konuşmak zorunda kalacaktım.

Başlarken sızı ile başlamıştım, şimdi geldiğim yerde kalp ritmim bozuk ilerliyorum. Ve Allah şahidim olsun depresyonda değilim.

Ama daha fazla da iteklemeyeceğim, bu yazı biraz bitsin artık. Konuşmak istediğiniz varsa şimdi konuşun siz de. Ya da hep beraber suskunluğun kalesine sığınalım. Konuşanı tekmeleriz.

Bay

16 Ocak 2025 Perşembe

Sarı Çizmeli Mehmed Ağa.. (Mehmet Değil Mehmed)

 


İnsanın anlaşılmaması da bir çeşit yalnızlıkmış ve Allah’ım anlaşılmak istemek de lütfen imtihanlar arasında yer alsın. Anlaşılma çabası günah da döksün, hazır eli değmişken sevap da kazandırsın. Çünkü yemin ediyorum o kadar zor ki, aklımı çıldıracağım.

Bu aralar gerginliğim uç noktalara değdi. Eskiden de çok atarsız değildim fakat artık atarlarım da arttı.

Akıllı olmanın, geri zekâlı olmamak olduğunu anladığımda 18-19 yaşlarındaydım. Kim bu sürecinin bir yaş bağdaştırmasını yapar bilmiyorum. Ama ben çok iyi hatırlıyorum. Bir gün bir kitapta kesişti yollarımız, çarpıştık, harflerimiz düştü ve sonra içinde hiçbir siyasi mesaj gütmeyen ışık tepemde yandı. O gün gerçekten ‘vaov akıllı olmanın karşılığı gerçekten geri zekâlı olmamak değilmiş’ dedim.

Çok konuştum, umarım herkes anlamıştır akıllı olmanın geri zekâlı olmamak olduğunu.

Neden yazdım acaba üstteki paragrafı. Bir paragrafı yazarken bana neden yazdığımı unutturan B12 sana da yazıklar olsun.

Hayır hatırladığım çok matah şeyler var gibi, yazacaklarımı bana neden unutturuyorsun? İlla bir şey unutturacaksan ne bileyim yaşadığımız sıkıntılı, gam ve keder dolu şeyleri unuttursana. Derdin ne yazacaklarımla?

Gam keder demişken, ben 20 li yaşlarda çok severdim kederlerimi ve gamımı. Bu melankolik bir durum değildi. Ben gençken daha neşeliydim o bütün keder ve gamla. Gam azaldı, kederler azaldı, neşe azaldı. Elde var hiç.

Biraz da bugünlerden bahsetmek istiyorum. Yine o kadar eminim ki hiç kimse hiçbir şey anlamayacak. İlk değil, son da olmayacak. Bak yine aklıma anlaşılmamış olmanın yalnızlığı geldi.

Ciddiyim, anlaşılmıyor olmanın verdiği yalnızlık duygusu çok garip. Değişik garipliği değil bu; hani mesela bir yerde tanıdığı olmamanın insana garibanlık vermesi var ya. Heh işte tam olarak öyle.

Bir de sözlerim bitmeden, bencil insanlardan bahsetmek istiyorum. Fakat düşüncenin sonundan başlayayım. Yani şu an kendime şöyle bir soru sordum; ‘Sema neden o insanlara bay bay demiyorsun?’ Sahi, neden demiyorum? Bana gerginlikten başka hiçbir katmayan bu insanlara neden bay bay demiyorum? Sevdiğim şeyler mi var? Belki de. Ya da adanmışlık mı? İnsanlığı ben mi kurtaracağım?

Bir fotoğraf gördüm ve yine sinirlerim zıpladı. Arkadaşlar buradan kendini dünyanın merkezinde gören, Kâbe’ye kafa tutan, ekvator çizgisiyle kapışan tiplere seslenmek istiyorum; hem vallahi, hem billahi dünya sizin çevrenizde dönmüyor. Herkes sizin kadar insan. Kendinizden başka kimse sizin için yaratılmadı. Kendinizle meşgul olun. Bizim de dertlerimiz olabiliyor. Ve gerçekten bazı insanların o kadar fazla derdi var ki, sizin dert dediğiniz şeyleri dizi izlerken çerez niyetine yerler. Ve sizin o ahmak bencilliğiniz yüzünden bazen o hakikatlere de enerjisi kalmıyor insanların. İnsanlar=mesela ben.

Aklım almıyor, nasıl oluyor da bir insan yeryüzünde sadece kendisi var gibi yaşayabiliyor?

Nasıl oluyor da mesela biriyle menfaati bitene kadar dostluk edip, ondan sonra onun ne acısı ne sevinci ile işi olmayabiliyor? Nasıl beceriyorlar bu sahteliği?

Yazarken klavyeyi kıracağım diye korkuyorum, öyle bir sinir var şu an.

Bu konuyu daha fazla açmayacağım, yoksa ağzımdan çıkanlara sahip olmak istemeyeceğim. Sadece lütfen bağzıları defolup gidebilir mi?

Bay bay