3 aydır kurumuş bir zeytin dalına su veriyordu. Ümit bu ya
ne dal kurudu ne yeşerdi. Hayat da biraz bağzen böyle işte..
Bir süredir çekildiğim kabuğumdan açtığım minik bir delikten
dışarıyı izliyordum. Sonra 'derdin ne kızım, ne diye zaten bozuk olan gözlerinle
minnacık yerlerden kocaman şeyleri görme arzusuna giriyorsun' dedim.
Mevsimidir, koklayın iğde çiçeklerini ve hanımelini. Ve o an
kapatıp gözlerinizi en sevdiğiniz an’a gidin.
Bu sefer biraz farklı olsun istiyorum bu yazı fakat ben ne
kadar farklıyım ki yazdığım ne kadar farklı olacak?
Ama istiyorum işte.
Çünkü bağzı şeyler var ya onları hiç anlatamıyorum mesela ve
her yazımda bir şekilde o anlatamadıklarımdan bahsediyorum, o anki ruh halime
bağlı olarak bir şeyler yazıyorum ve dönüp baktığımda 'bu ne içindi acaba' diye
düşünüyorum. Bağzen buluyor bağzen 'ben ne yazdım burada, bunu mu demek istediniz' diyen google gibi 34 saat
düşünüyorum.
O yüzden şimdi daldan budaktan, biraz ondan biraz bundan
biraz Sarı çizmeli Mehmed Ağa’dan değil de başka şeylerden konuşalım.
Dün bir şey anladım. Hatta bunu o an okuduğum kitaba da
yazdım. Evet, o an kitap okuyordum. Anlamama vesile olan şey de kitapta
okuduklarımdı. Okurken de düşünebiliyor, yürürken sakız çiğneyebiliyoruz
elhamdülillah.
Neyse işte dündü ve ben bir şey anladım.
İnsan birini
gerçekten sevdiğinde; onun tüm kusurlarına, kabalıklarına, hatta bağzen
hadsizliklerini anlayabilecek bir düşünce geliştirebiliyor kendine. İnsan sevmeyegörsün,
gerçekten normalde bir insanla ilişkisini kesmesine sebep olacak bir davranışı
dahi, sevdiği bir insan yapınca pek tabii doğal karşılayabiliyor. Kırgınlıklarını
içinde eritiyor ve hatta sevgisiyle doğru orantılı olarak hiç kızmayabiliyor
bile.
Çok ilgimi çekti bu anladığım şey ve üzerinde daha fazla
düşünmeye devam ettim. Ben düşündükçe zihnimdeki bağzı kapılar açıldı. Açıldıkça
da rahatladım, feraha erdim. 'Evet, mesele bu kadarmış aslında' diyebildim.
Gerçekten doğruymuş; insan sevdiği kadar affedebiliyormuş ve
sevdiği kadar anlayabiliyormuş. Şimdi buradan yola çıktım. Mesela 'insan sevmese
kırılmaz' gibi bir söz var ya, o kendi içimde çürüdü. İnsan gerçekten sevince
kırılmıyor. Kırgınlık çok ağır bir şey zaten sevgiyle aynı yerde olması pek
mümkün değil.
Sevgi kocaman bir şey bir de..
Hastalıkları iyileştiren, karanlığını aydınlatan, çiçeklere su verdiren, ağız şapırdatmasını dahi örten, düştüğünde güldüreni gülerken ağlatan, insanı halden hale sokan bir şey nasıl olur da insanı daraltan bir yapıyla aynı kaba
girer?
Kimse bu sözlerime katılmayabilir. Aslında bu meseleyi
yazmak yerine konuşarak daha da iyi anlatabilirim kim bilir, konuşmam lazım
birileriyle.
Kızlar gelseler ya da hepsine birden ben gidebilsem keşke..
Mesela Rıza geldi bugün, fakat konumuz asla bunlar değildi.
Rıza, ateş ustası. Çok müthiş bir şey, ateşe yön verebiliyor. Avatar gibi,
elementlere hükmediyor..
Ve bence sanırım günden güne benim fantastik filmlere olan
inancım biraz sağlamlaşıyor. Detaylar detaylar.
Ve zeytine dönelim.
Kurudu mu yapısı mı bu bilmiyoruz. Fakat 3 aydır suluyordu.
Ve ben sakinleştim. Sanki sözler çoğalmış ama söz kalıpları
da genişlemiş gibi taşası yok belli ki.
Sözlerime son veriyorum. Yine yazacağım biliyorum.
bay
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder