İzleyiciler

27 Aralık 2023 Çarşamba

Benden Beklenmeyen Hareketler.. (devamı gelecek gibi)

 


Şimdi çok ben olmayan ama aslında her sohbetimde ben olan bir Sema girişi yapacağım.

3.. 2.. 1..

Hiç kimse bir başkasını sevmek zorunda değildir ve yine sevmezsek halledemeyiz. Sağlama yapalım; halletmek istiyorsak, mecbur seveceğiz.

Gerçekten durup dururken bu konuya girmeye gerek var mı? Bence hayır. O yüzden yukarıda yazdıklarım yukarıda kalma ve orada son bulma hakkı kazanmış bulunmaktalar.

Hem insanlık hem bireysel olarak ben zor zamanlardan geçiyoruz. İnsan kalmaya çabaladığımız oluyor. Bağzılarına Allah yarattı demeden bam gün girişesim gelmiyor mu? Acayip geliyor.

Artistliğim de kendime ve kendimden başka kimseyi de ilgilendirmez zaten.

Neyse biz yine de hanımefendi modumuzu çok düşürmeden devam edelim. Gerçi bugün herkesle biraz bloğa yazar gibi sohbetler ettim hem de mesaj yoluyla; bundan mütevellit biraz sözlerim azalmıştır diye düşünüyorum.

Lakin yine de Ya Hakk diyerek devam etmeye çalışalım.

Aslında çok güzel şeyler yazasım da yok değil; her ne kadar yaklaşık 21 dakika önce çıtırdan moralim bozulsa da, içimde güzel hatta bağzı güpgüzel duygular da var.

Mesela ben bağzı insanları çok seviyorum. Minnak bir bahsini edeyim; herkes sevsin. Çünkü benim sevgim tek başına az geliyor gibi.

Ben en çok annemin sevgisine güveniyorum. Koşulsuz beni bir o sever biliyorum. Ama şu an bunun dışında bir sevgiden söz etmek istiyorum.

Okur mu bilmiyorum.. ama ondan başka kimsenin anlamayacağı bir satır yazacağım buraya ‘sen benim hapishanemin göğe bakan penceresi gibisin..’

Pisliğin içinde olan birini herkes kolay kolay sevemez. Kimse de o sevemeyenlere kızamaz. Pislik sevilmez çünkü. Ama ben ayağımdan başıma kadar pislikte de olsam o beni sever. Tiksinmez. Usanmaz. İşte bunun nasıl bir nimet olduğunu ben şimdi hangi dille anlatayım.

Ama o benim adını kimseye söyleyemeyeceğim Lavinia’m..

O beni bu kadar sevdiği için değil, onu sadece sevgi ihtiyacımı karşılamak için değil; yani anlatabiliyor muyum? Menfaatlerimin ötesinde bir şekilde seviyorum. Ama hem kimse bilmesin hem de herkes sevsin istiyorum.

Çünkü insan kısacık ömrün içerisinde bu sevgiye çok az rastlıyor. Bu sevgi insana; ‘Allah beni seviyor’ dedirtiyor.

Çok rezene içtim. İçim de yumuşacık oldu zaten. Çok tatlı insanlarla konuştum. Moralimin bozulmasını dahi tolere edebiliyorum. Hatta moralim de düzeldi gibi.

Bu yazıyı 2 günde yazdım. Ondan arasında kopukluk olabilir. Gerçi benim hangi yazım çok bağlı ki birbirine :) aman biz de böyleyiz.

Sözlerim bitmeyecek ama şimdilik son bulacak. Bu sona yaklaşırken benden kimseye Yıldız Tilbe’den Paraçi gitmesin.

Sevgiyle..

(Not; Fotoğraf ile yazı arasında inceden bir bağ bulunmaktadır. ) 

27 Kasım 2023 Pazartesi

Üşüyorum, Öyleyse Varım..


Üşüyorum, öyleyse varım..


Olmasam üşüyemem ki. Mesela ruhum bedenimde olmasa üşüyemem. Montaigne'cim üşümenin aslında psikolojik bir şekilde düşünce ile yönetilebilen bir şey olduğunu söyler. Kendisi hayran olduğum bir şahsiyettir hatta ona bir mektup da yazmıştım. Fakat konumuz bu değil.

Arka fondaki Secret Garden beni çok sakinleştirse, dinginleştirse, ehlileştirse ve daha birçok şey olsa da; içimdekiler öfkeli değil zaten.

Bugün yaşamakla cezalandırılmış gibiyim yine. Yine uykumu çalıyor bir şeyler benden.. Şimdi sokağa çıkıp avazım çıktığı kadar hırsız var diye bağırsam ya da polisi arayıp uykumu çaldılar desem; olay yeri inceleme gelir mi? Ya da komşular meraktan değil, gerçekten kaygılandıkları için lambalarını yakıp 'ay bismillah ne oldu acaba kızcağıza?' derler mi? Yoksa uykular çok daha mı tatlıdır? Duyar kasmanın anlamı yok Sema, kime ne senin uykundan?

Hem mahallecilik de bitti zaten sus lütfen..

Kendi kendime konuşmam delilik mi? Bütün bunları dizlerimi kendime çekerek yazıyorum. Çünkü dizlerim benim içimi hep bastıran gücüm olmuştur.. ve şu an içimin şiddetli bastırılması lazım..

Hani ağlayınca mutluluk hormonları çalışıyordu. İyisimi yağrın da bir ambulans çağırayım. Beni hastaneye götürsünler.  Mutluluk hormonlarım bozulmuş, tamir etsinler. Zaten üşüyorum.

Üşüyorum..
Düşüyorum..
Varlığıma inanmıyor mu kimse? Daha ne kadar üşümem gerekiyor?

Nurgül bu yazıyı görünce şok olacak. Ve Kübra da bir ara girip baktığında peş peşe olmasının sevincini.

Evet arka fonda Vivaldi kardeşimiz yerini almış bulunmakta. O biraz daha gaza getiriyor en azından..

Üşüyorum. Biliyorum havalar soğuk ama benim sadece elim ayağım değil; içim üşüyor, kalbim üşüyor, beynim üşüyor. Ve ben (burayı bağırarak söylemek istiyorum) BÜTÜN BU ÜŞÜMELERLE BAŞA ÇIKAMIYORUM.

Evet bağırdığıma göre şimdi yazıyı sonlandırmanın zamanı geldi. Biraz Şeker Kız Candy izleyip uyumak için Allah'a yalvarayım..

Hoşça kalın.
Kamu spotu: Sigara sağlığa zararlıdır (aman her şey çok faydalı sanki)

Küçüklerin gözlerinden büyüklerin ellerinden öperim.. 

22 Kasım 2023 Çarşamba

13 Yılın Vedası..


Aslında yazmak ve dinlemek istiyorum aynı anda.


Çok şey oluyor, bir sürü şey.. ve saat 04.42

Bu saatte derin uykusunda kainatın yarısı ve ben diğer yarısındayım.

Kulağımda bir şiir. Üstad affet, şiirine ihtiyacım var. Haşa şerh etmiyor veya eleştirmiyorum. Ancak çay gibi, kan gibi, su gibi ihtiyacım var tabirlerine..

Çünkü ben de 'adını söylemek istemiyorum..' Ve hatta ileriyi bilemem de şu an artık hiçbir kelime de söylemek istemiyorum.

'Çünkü ben bu kadar zulme layık mıyım rüveyda?'

Neresinden başlayayım, nasıl söze gireyim bilmiyorum.

Şuursuzluğu mu anlatayım yoksa oradam uzaklaşıp şiiri mi anlatayım? Yoksa hissettiğim; boğazımdaki dikenli düğümü çözerken, kelimelerimden nasıl kan aktığını mı?

Yemin olsun Gece'me. Bu yazı bu kadar efkarlı değildi. Ama ne olduysa bir anda oldu.. Ve evet her şey hep bir anda olur.

'rüveyda, seziyorum; tahammülün kalmadı
ama dur, boşaltayım bütün çığlıklarımı
asırlardır köhne barınaklarda
küflenen, çürüyen çığlıklarımı..'

Yazıya devam etmek istemiyorum. Uyumak istiyorum. Ancak bir yanım da yarına bırakmama telaşında. Sanki okunması gerekiyor bazı kelimelerin Fatiha'sı..

Çünkü; 'hayalin bittiği menfeze doğru
alaca bir at koşar içimde
zamansız, mekansız nefese doğru..'

Ne dediysem giremedim söze. Çünkü yeryüzünde bu kadar zulüm varken acısından utanıyor insan. Ar ediyor.

Ve 7 kasımda başladığım yazıma 21 kasım saat 02.27 de devam ediyorum.

Başladığım yerden çok uzaktayım.

O gün yarım bırakıp, sinirle telefonumu bir kenara bıraktığımda biliyordum tekrar yazmak için başına geçeceğimi. Ve biliyordum keşke bitirseydim diyeceğimi.

Çünkü benim sözüm soğur. Zaman sözlerimin önüne geçer ve kalbim gibi soğur sözüm..

Soğuyunca da susarım. Öyledir..

Zaten üstadın da dediği gibi 'istenmediğim yeri terk ederim..'

Erdem mi bu yoksa başka bir şey mi bilmiyorum. Ama bir korkağın, bir cesaretsizin, bir arsızın, bir hadsizin hayatında kalkmak israftır.

Böyle yerlerde veya kişilerde; kalmak, durmak, ısrar etmek asaletsizliktir.

Çok uzatmayacağım çünkü Filistin meselesi kendi derdimden utandırıyor.

Ben 13 yıl sonra hakiki bir veda yaptım. Çat diye. Şu saatten sonra da kimse bana bir şeyden vazgeçebilir misin diye sormasın :) neyse şiiri dinleyelim. Sözü Gece'ye bırakalım..

Günaydın Gece'm..

10 Ekim 2023 Salı

10.10.2023 Salı- İstanbul

 




Pat diye yeni bir yazı yazarak Nurgül’ü şok etmem yok mu?

Bilmem belki de.

Belli var insanın içinde bir şeyler. Bitip tükenmiyor.

Ekim’deyiz. Hakiki acıyı ve en büyük mutluluklarımdan birini yaşadığım bir ay bu ay benim için.. Eğer tabiri caizse; aşkı ve ayrılığı aynı ayda yaşamak.

Ama ben hiç aşık olmadım.

Çok sevdim ama baya çok sevdim. Gayrisafi milli gelirde herkesin payına düşenden bir parça fazla. Ama bu aşk değildi. O yüzden bu açıklamayı başım önümde rahatlıkla yapabiliyorum; aşk beni kendisi için hiç seçmedi.

Bu başka bir konu olarak gündemimizde kalmasın.

Bugün aslında; insanların yaşattıklarını yaşamadan, söylediklerini duymadan, hissettirdiklerini hissetmeden ölmeyeceklerini hatırlatmak isterim. Hiçbir cümle yazarken de bu kadar kasılmamıştım. Bunu herkesin bilmesiyle alakalı olabilir bu bilemiyorum.

Bir kalp kırmak aslında kendi kalbini kırmaktır insanın.

Hakaret etmek aslında kendine hakaret etmektir. Kişinin kalbinde ne varsa sözünde de o vardır. Ne kadar gizlerse gizlesin söz ağızdan çıktığı an kader kalemi iş başına geçer ve kişinin kendi kaderini resmeder.

Evet ben bugün biraz üzgünüm. Birazdan çok ve sadece bugün de değil.

Bağzı hazımsızlıklarım var. Ve ne zaman çare oldu ne müzik. Ne gözyaşı ne kahkaha..

Üzgünüm çünkü biliyorum herkes yaşattığını yaşayacak. Ve insan göz göre göre, ulu orta öyle herkesin içinde neden kendi canına bu kadar okur ki?

İnsanlar konuşurken (!) duymuyorlar onu anladım. Hani herkes çiçek bahçesinde yürümüyor. Bağzıları gerçekten uçurumun kenarında bir sözü bekliyor.

Her şeyini kaybeden insanı artık hiçbir şey mutlu etmiyor sonra.

Ya hu kendimden biliyorum işte ne oldu diye düşünmenin ne anlamı var. Bir kere ben de düştüm o uçurumdan. Ve yemin ederim bu intihar değildi. Ama yemin ederim bu o düştüğüm toprağa, yazılsa şiir olurdu.

Sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığı bir düşüştü o.

Kimsenin görmediği, elimden kendimin tuttuğu..

Adem’in cennetten düşüşünü gördüğüm gibi. Gördüm..

İşte sonra kimse cennetin kokusunu getirip sürmedi gözlerime ve kalbim o günden beri hiç sükut etmedi.

Ne gerek vardı şimdi bu yazıya Sema?

Ama Ekim’deyiz işte. Ekim bu ay..

Ektiğim ay..

4 Ağustos 2023 Cuma

Uzun Bir Aradan Sonra..

 


Yazmak için sayfayı açtığımda Konfüçyüs ve Paulo Coelho’nun kitapları çarptı gözüme. Gözüm bir tık yana gittiğinde ise Jane Austen göz kırptı ve aklıma Nurgül geldi. Bu kitaba birlikte başladık ve birlikte bitiremedik.

Arabesk bir cümle söylemek gerekirse, biz daha neleri bitiremedik. Hayat bizi bir kitabı da bitiremeyecek kadar yormuşsa, üstümüze toprak atın. Bu satırı Nurgül okuduğunda gülecek eminim bu arada.

Son yazımın ikincisini yazmayı bekliyordum, lakin beklediğim gibi olmadı. Baktım onu beklediğim için hiçbir şey yazmıyorum. Üstüme iyilik sağlık ayol dedim. İçimdekiler içimde çok kalınca baş dönmesi yapmaya başladı.

Çok konuşmak isteyip konuşamayanlar, söyleyip anlaşılmayanlar, söyledikleri boğazına düğüm olanlar bilir. Bütün bunlar mecaz gibi görünse de insanda fiziksel sorun ve sıkıntılara sebep oluyor. Yani ruh bir yerde ben bu bedendeyim diye inceden insanı dürtüyor.

Mesela ben bir kere söylemek istediklerimi söyleyemediğim için boğazlarımda enfeksiyon oldu. Sonra söyledim geçti. Garip bir deneyimdi.

Neyse şimdi bunlardan bahsetmek istemiyorum.

Gözyaşıyla ilgili fark ettiğim bir şey oldu. Onu söylemek sonra da sessizce buradan uzaklaşmak istiyorum.

İnsanın ne için ağladığı yüzünü, gözünü değiştiriyor. Şimdi burada ruhani bir hava da estirmek istemem ya da neden istemeyim aman sanki ulusa sesleniyorum.

Evet ey insanlar!

İnsan günahlarından ötürü pişmanlık gözyaşı döktüğünde, mutlu olduğu bir an sevgiyle gözünden yaş aktığında bu insanın gözünde parlaklığa; yüzünde nura sebep olabiliyor.

Fakat kederden, gamdan, acı ve üzüntüden ağlayan insanın beti benzi atıyor. Gözünün feri kaçıyor, yüzünün rengi soluyor.

Her şey bu kadar hassasken..

Cümleyi tamamlayamadım yemin ederim.

Bunu fark ettiğimden beri her ağladığımda aynaya daha çok bakar oldum. Ve kendi söylediklerimin, fark ettiklerimin sağlamasını kendimde gördüm.

Evet, hiçbiri için madalya almadım.

Ama kimse bir bardak çay içmeme de engel olmadı.

Geçenlere dertlerimi soranlar olmuş. Soranlara selamları var.

 

18 Mayıs 2023 Perşembe

Bir Takım Giydirme Seremonileri ya da Seremonicikleri.. (sinir içerir)

 


Aslında sözlerime Allah yarattı diye acımadan, çatır çutur kızarak başlamak istiyorum. Ama nasıl oluyorsa bir yerden sonra içimdeki merhamet bana galip geliyor. Neyse henüz galip gelmeden başlayalım giydirmeye.

Ne kadar saçma sapan insanların arasında yaşıyoruz. Fanatizmden nefret ediyorum. Bir şeye körü körüne bağlanmak ne kadar akılsızca.

Geçtiğimiz günlerde Fenerbahçe Opet’in maçı vardı. Zorlu bir final maçından sonra şampiyon oldu ve kupa aldı. Bu arada bütün branşlarda Fenerbahçeliyim. Haliyle şampiyonluk da sevindirdi. Ama holigan değilim. Sevincimi paylaştığımda, futbolda ezeli rakibimiz olan Galatasaraylı bir arkadaşım bir mesaj attı. Ergen çocukların yaptığı tartışma minvalinde bir yanıttı.

Sinirlendim. Beni sinirlendiren Fenerbahçe’yle ilgili düşünceleri değildi. Nasıl oluyor da insanların rahatlamaları, eğlenmeleri, ruhsal gelişimlerine destek olmak için yapılan bir şey; bir anda insanların arasında bir ayrıma, bölünmeye sebep olabiliyor?

Nasıl oluyor tercihlerimiz sevgilerimizin üzerine çıkıyor? Bir şeylerden keyif almak neden bir başkasının acısına bağlı olsun ki? Fenerbahçe ya da başka bir takımı; başkalarını hezimete uğratsın, onlara kalp krizi geçirtsin diye mi sevgi besliyoruz?

Şahsım adına söylüyorum bu tarz fanatik şeyleri hep akıl eksikliği olarak görmüşümdür. Ben birini ya da bir şeyi sevmiyorsam; sevdiğim biri ya da bir şey, sevmediğimin üzerindedir. Birini sevmişsem, sevmediğim bir şeyler için onun saçının teline zarar vermek istemem. Kaldı ki polemiğe girip kalbini yormak, höh.

Arka fondaki 90’lar müziği ve az evvel elime döktüğüm lavanta kolonyası beni bu kadar sakinleştirmese başka şeyler de diyebilirdim.

Ama bitti mi? Hayır, söylemeyelim de daşa mı dönelim?

Bitmediği yerden devam ediyorum; birkaç gün önce seçimler vardı. Politikadan nefret ederim. Ve bence siyaset particilik değildir. X partisinin seçmeni olup, y partisini kötülemeyi de akıllıca bulmuyorum.

Evet, şimdi kafalara akıl giydirme vakti ve ben bunu kendine görev edinmiş her insan gibi başlıyorum; her insanın her şeyi hür iradesiyle yaptığı iddiasından yola çıkacak olursak, kimin kime oy verdiğinden kime ne?

Neden kendimizle bu kadar az ilgilenip, başkalarının ne yaptığına mübarek burnumuzu sokma ihtiyacı duyuyoruz? Kime ne arkadaşım kim kimi destekliyorsa?

Reklam arası- bu yazıyı yazmam resmen 1 hafta sürdü ve bu 1 hafta resmen sinir güncellemesi geldi düzenli olarak. Her şeye rağmen şimdi kaldığım yerden devam edeceğim.

Evet, ne diyorduk? Garip bir şekilde kendini gerçekleştirememiş, kompleksli insanların sürekli karşısındaki insanların düşüncelerini hor ve hakir gördüğünü görüyoruz. Bir insan sahip olduğuna dair güveni tam ise onu sanki bozuk gibi savunmaya neden ihtiyaç duyar ki?

Bir hadis var; elinizdeki altına ceviz dediler diye üzülmeyin, elinizdeki cevize altın dediler diye sevinmeyin.

Hadis olmayan bir de benim sözüm var ama bu konu çok uzadı ya kapatıp gideyim. Ya da seriye dönüştürüp ikincisini biraz başka zamana saklayayım.

Evet, evet. O zaman bay.

11 Mayıs 2023 Perşembe

Terliklerimle Gelsem?

 


Az önce bir yazı yazarken yazamadım. Yazarken sıkıldım. Oysa anlatacaklarım hiç o kadar da az değil. Neyse..

 

16 Ocak 2020 de bir yazı yazmışım. Hikâyesinin kendisinden farklı olduğu, üzerimde zerre kadar etkisinin kalmadığı fakat gerçek hayattan alınan bir yazı. Hikâye tarihi 2018 yılına ait. Bütün anlamlarıyla uzak olduğum bir zamandayım şimdi.

 

Bir insanın bir şehre gelişini, hiçbir delil olmadan başka bir insan nasıl sadece hissederek anlayabilir? Tam olarak olayın özeti bu diyebiliriz.

 

Zaten yazarın da dediği gibi ‘Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar; ya bir insan bir yolculuğa çıkar ya da şehre bir yabancı gelir.’ Açıkçası yazarın verdiği tarife göre tam olarak muhteşem bir hikâye olacakmış da sonradan nasıl olmuşsa olamamış. Hayırlısı, kalan sağlar bizimdir.

 

Bugün ne yazarsam yazayım sıkılıyorum. Salı da değil oysa ama oluyor. (Ben Salı günlerini hiç sevmem)

 

2018 de özellikle Ekim ayıyla çok ağır bir aydı. Daha fazla uzatmadan bir günde 2 yazı yayınlayarak bloğuma bir ilki yaşatayım. Yazının fotoğrafı dahi yayınlandığı gibi. 

 

 

Bir gün yoldaydım..

 

Yolculuk öncesi bir yoldu. Sağıma soluma baktım. Terlik almaya gidiyordum.

 

Çok saçma, terlik almaya giderken, birden senin burada, bu şehirde olduğunu hissettim.

 

Karşıdan gelmiyordun, 

 

Yanımdan geçmedin,

 

Kokunu almadım,

 

Gülüşün de yoktu.

 

Ya sesini de duymamıştım. Elimde kalbimden başka hiçbir somut verim yoktu.

 

Ve doğruydu. Elimi kalbime koyduğumda ve kalbim ellerimdeyken hissettiğim doğruydu.

 

Sen gelmiştin..

 

Sessizce, paldır küldür gelmiştin..

 

Ben giderken gelmiştin. Gidiyordum..

 

Toprağa dokundum, sen de bu topraktaydın artık. Gülümsedim, ağladım..

 

İnsan terlik almayı küçümsememeli. Bu olay nasıl aklıma geldi biliyor musun? Dün ‘Ezginin Günlüğü- Eksik Bir Şey Var’ ı dinliyordum..

 

Dinlediğinde anlayacaksın. Yazmayacağım..

 

Belki anlarsın..

 

Ve ben o yıl, ömrümde ilk defa ıhlamur içtim..

 

Ihlamuru sevdim. Terlik almanın hemen akabinde oldu ıhlamur sevgim..

 

O zaman herkese benden ‘Ezginin Günlüğü- Eksik Bir Şey Var’ ve bir bardak Ihlamur..   

 

Yazamadım..

 




Sezen Aksu diyor ki; ‘bazen daha fazladır her şey, bir eşikten atlar insan’ gerçekten öyle. Dün daha fazla defalarca izlerken ağlamak ama hıçkıra hıçkıra ağlamak istediğim bir videoyu, yine aynı duygu izledim. Halledemiyorum.

Sonra akşam oldu. Güneş battı.

Ve erkenden uykum geldi. Kalbim kendime ağırdı. Her şey beni kırabilirdi. Her şey hıçkırarak ağlamama sebep olabilirdi. Ama ben uyumak için kendimi susturmak istedim.

Kalbimde bir ağrı ile uyudum dün gece. Bir şeylerin yolunda gitmediğinden değil, yolunda gittiğinden. Ama işte ‘bazen daha fazladır her şey’

Sonra biraz buruk uyandım. Rüyalarım karmakarışık, derken yolda çimlerin biçildiğini gördüm. Ne kadar kaba. Çimenler biçiliyor. Kesilmiş papatyalar gördüm. Çok üzüldüm. Hala aynı üzüntü içerisindeyim.

Yazım çok sıkıcı ilerliyor. Uykumu getirdim kendimin. Yazmayacağım.

16 Mart 2023 Perşembe

Bir Gün Vazgeçtim.. (Arşivden- Yoğun olmayan İstek üzerine)

 


Tam olarak 3 Nisan 2019 da saat 12:34’de ‘Bir Gün Vazgeçtim’ başlığı ile bir yazı yayınlamışım. Sonra bilmem nedendir arşivlemişim. Yazıyı okurken ne kadar güzelmişsin küçük kız dedim. 2019 da küçük kızmışım.

Çok geçmedi ama şimdi yanlışlıkla büyüdüm.

Ürkek bir yazı.. Keşke kendime sarılabilsem. Şu an da kulağımdaki müzik beni duygulandırdı. Kendime ağlayacağım he.

Neyse kanki (bloğuma diyorum) okurken biraz da canım sıkıldı. Bazı yerlerde imla hatası yapmışım. Çayım da yok, hemen yayınlayıp konuyu kapatayım. Sevgili anonimin de gönlü olsun :)

Şimdi vazgeçsem nasıl geçerim bilmiyorum. Ama 2019 da böyle olmuş;

 

Bir gün vazgeçtim.. Bir gün..

 

Öyle tuhaf bir şey ki vazgeçmek, yani insan bir garip oluyor. Ne hissettiğini anlayamıyor. Bir boşluğa düşüyor, biraz üşüyor, biraz ağlıyor, biraz gülüyor.

 

Şiir dinliyor, kitap okuyor, yazı yazıyor ne bileyim film falan izliyor.

 

Sanki yaşamak, vazgeçmekle alakalıymış gibi.. Vazgeçince mecbur kalıyor yaşamaya gibi, tuhaf bir şekilde işte devam ediyor.

 

Kapıları kapatıyor, kilitler vuruyor. “Hayırlısı olsun”lara “eyvallah” larını yapıştırıyor.

 

İşte ben de böyle vazgeçtim bir gün. Hayata yeniden başlamadım. Öyle kocaman şeyler söylemeye gerek yok. (Kocaman şeylerden de hep sakınmışım aferin bana)

 

Her harfi için ben imtihanlar verdim bu yazının. Çaylar içtim, açık ve demli. Fark etmeden hangisi acı hangisi tatlı, çaylar içtim.

 

Üzerimde hiçbir etkisi olmasın, bana hiçbir şeyi hatırlatmasın diye, dilini asla anlamadığım müzikler dinledim.

 

Vazgeçmek için savaşmadım. Kabullenmek için direndim. Ama yoruldum mesela.

 

Uzaklaştım birçok şeyden. Terapi aldım. Yine kitap okudum.

 

Kötü değilim..

 

Biliyorum artık..

 

Vazgeçtim..

 

Mesela şu an da bir şiir dinliyorum. Ama canım acımıyor. Üzülmüyorum.

 

Canımda yer mi kalmadı bilmiyorum. Tanıdık yaralara mı oynuyorum bilmiyorum. Bu kadar bilinmezliğin arasında vazgeçtim.

 

Öyle herkesin içinde vazgeçtim. Kimsenin haberi olmadı ama ben vazgeçtim.

 

Espriler yapıyorum, çok gülüyorum. Ama baya gülüyorum. ‘Hayat sana güzel, senin de derdin mi var?’ diyorlar.  Bakıyorum; evet, hayat bana güzel. Tek derdim bu muydu da, vazgeçince bir anda özgürleştim bilmiyorum.

 

Ama ben vazgeçtim.

 

Ama, ama hani şey gibi değil, yani hesaplarsın, ölçersin, tartarsın vazgeçmenin de bir dönüşünü umut edersin ya, öyle değil.

 

Ben külliyen vazgeçtim. İçinde dışında hiçbir anlam, hiçbir hesap olmadan. (aferin kızıma)

 

Acı çekerek fotoğraf silmek, mektubu yırtmak, kahkahayla gülmek gibi değil.

 

Ulu orta bir yerde, bir gün vazgeçtim.

 

Şimdi vazgeçtim deyince, hani edecek duam, tutunacak dalım kalmadığından falan değil. Geldiğim son noktada değil, tam olarak yolun ortasında. Pes etmek değil, vazgeçmek.

 

Yani başka çarem olmadığından vazgeçmedim.

 

İçinde hiçbir anlam barındırmadan vazgeçtim.

 

Kendi kendime, bir gün vazgeçtim..

 

Sözlerime son verirken, yolun kenarındaki çiçekleri çitlerin arasına almışlar ve oraya artık bir tek kuşlar ve görevliler girebiliyor.

 

Hoşça kal..

17 Şubat 2023 Cuma

Avcumun İçi Kaşınıyor..

 


Herkesin her şeyi bildiği bir dünyada belki de tek ayrıcalık hiçbir şeyi bilmemektir.

Ya da bilmemek gerçek bir bilgeliktir..

Hiçbir yerden okumadığım, kimsenin de söylemediği bir söz var ‘bilmek lanetlenmektir.’ Kimseden duymadığım ve kimsenin de söylemediği için bu sözü çok seviyorum. Ve şerhe de çok lüzumu olduğunu düşünmüyorum.

Evet, sinirliyim. Ve bana en iyi gelen şeylerden birini yapıyorum; yazıyorum.. ki nicedir kaza süsü verilmiş intihar gibi, ihmal ve erteleme süsü verip defterlerimle hallediyorum bu meseleyi.

Ama taştım, fışkırdım. Yeter artık dediğim bir andayım. Artık içimdeki siniri sadece ben değil, bloğum da bilsin istiyorum.

Zor zamanlardan geçiyoruz. Gün içerisinde birçok defa kendimizle yüzleşip, tövbeler edip tekrar günaha girebiliyoruz.

Şaşkınız..

Her şeye şaşırıyoruz..

Farkındayız da biraz..

Görüyor, üzülüyor, kahroluyoruz ama yaşamadığımız için birebir idrak edebilir miyiz bilemiyorum.

İnsanın en büyük acısı ve hocası ölüm sanırım. Ölümlerin bizleri büyütmesi ve ölümün bize yaşamayı öğretmesi ne ilginç bir şey.

Bir gecede kızdığımız, kırıldığımız, sevindiğimiz her şey alt- üst oldu. Bazı şeyler yarına kalmadı. Kimsenin yanına da kalmadı.

İnsan düşünüyor; panik olduğumuzda, kaygılarımız artıp atak geçirdiğimizde, bayıldığımızda mesela böyle büyük kocaman değil ama ayıltmak, kendimize getirmek için; silkelenmemiz için tokat atılır ya, Allah hangi uykudan uyanmamızı irade ediyor da böyle sarsıldık? Diyor.

Neyi unutmuştuk da hatırlamamız gerekiyordu?

Hatırladık mı?

Yazıya bambaşka duygularla başlayıp yine oradan çok bir yerde bitireceğim biliyorum. Ve arka fonda da hiçbir şey çalmıyor.

Biraz etrafımızı izlediğimizde; bir kelimeden incinen insanlarla, milyonlarca hakarete aldırış etmeyen insanlar görüyoruz. Eşitliğe asla inanmıyorum. Bu dünyada adalet olmalı.

Yine meseleyi kendi çıkar ve menfaatlerine göre eğip bükenlerle, tüm samimiyeti ile gece-gündüz çalışanlar aynı masada oturuyorlar ne garip.

Her satırda birçok yüz gelip geçiyor gözlerimin önünden..

Keşke gerçekten biraz acımasız olabilsem de bazılarını eşek sudan gelinceye kadar dövsem.

Bence sözlerimin sonuna yaklaşıyorum.

Zaten hep bitirmek için başlarım. Çok özlediğim insanlar var. Onları çok özlüyorum. Düşününce burnumun direği sızlıyor.

Ve ben bu yıl derin öfkeyle tanıştım, tanışmaz olaydım. İnşaallah bu hikâyeyi nefret duygusunu kalbime sürmeden bitirebilirim.

Samimiyetsiz duyarlı olma duygusundan,

Meraklı merhametten,

Herkesin ne yaptığına müdahale eden yöneticilikten (ki bu sadece zannetmekten ibarettir),

Güzel kelimeler kullanarak boş konuşmaktan,

Ortalığı sürekli karıştıran, fitne içerikli haklılıktan,

Her şeyi kendi yapmaya çalışarak, hiçbir şey yapamamaktan,

Alemlerin Rabb’i olan Allah’a sığınıyorum. Şimdi genzim yanana kadar burnuma su çekip, fon müziği açıp tekrar kafayı yiyene kadar düşünme vakti.

Hoşça kalın.