İzleyiciler

18 Aralık 2016 Pazar

Bir Başka Hikaye...



Hepimiz bir hikâyenin ana karakteri yahut bir filmin başrol oyuncusu değil miyiz? Gün içerisinde karşılaştığımız yüzlerce insanın kendi içinde bir hikâyesi yok mu sanki? Var elbette.

O da onlardan biri işte. Gün içerisinde karşılaştığımız yüzlerce insandan biri. Kendi halinde, kendi derdinde ve kendi dermanında biri işte.

Aslında insanların yücelik ve aşağılık halleri genel kriter ve ahlaki özellikler çerçevesinden çıkıp bakıldığında bizim bakışlarımızın ne kadar yüce ve aşağılık olmasıyla alakalı biraz. Küçüklüğümden beri bir insanın bir şeyi isterse seveceğine inanmış ve bunun deneylerini kendi üzerimde uygulamışımdır. Sevmediğim her hangi bir şeyi telkin ve ikna ederek kendimi, kabul görmüş ve kendime kanmışımdır.

Bir şeyi yüceltmek ve onu küçük görmekte yine bence tabi aynı kaynaktan besleniyor. Yani kendimizle, bakışımızdaki maharetle alakalı diyelim.

Konudan çok uzaklaşmadan, bence izlenmesi gereken ama bir başkasının belki teveccüh etmeyeceği bir üçüncü tekil şahıstan bahsetmek istiyorum.

“O”

Çıkış zili yaklaşıyordu, içinde bir huzursuzluk, kalbinin üstünde bir sıkıntı, boğazında bir düğüm belki ilk defa o zilin çalmasını istemiyordu. Saatlerce okulda olmak onu fiziksel olarak yorsa da eve gittiğindeki yalnızlık fikri saatler ilerledikçe iyice sarmıştı. Peki, şimdi ne olacaktı? Ne olmalıydı?

Bir insanı en fazla ne üzebilir ki diye düşünüyorum. İhanet? Yalan? Dedikodu? Ama galiba bunların ya da daha fazlasının insanı en çok üzeni, bütün bunları sevdiği birinin yapması oluyor.

O’nu üzen dedikodu, yalan vs türünde bir şey değildi. O en çok yalnız kalmışlığına inciniyordu. Sevdiği tarafından yalnız bırakılmaktan daha acı ne olabilirdi? Bir kale düşünün, dışında ne kadar yorulursanız, neyle karşılaşırsanız karşılaşın, o kalenin sınırlarından girdiğiniz an huzur bulursunuz. Dışarıda bir ejderha da olabilir ağzından alevler çıkan, bir düşman da olabilir elinde zehirli ok, dilinde zehirli sözler olan. Ama o kale var ya, o kaleye varma ümidi. İşte o insanı ayakta tutar.

Kıyılarına sığındığın liman da böyledir. Hepsinin ana teması, senin mahremin olması ve orda huzurunun, mutluluğunun, hayallerinin olmasıdır.

O da öyleydi. Bu kaleye sığınmaya çalışıyordu. Ama zalim mi yok dünyada? Onun kalesini elinden almaya çalışıyorlardı. Limanlarını ateşler salıyorlardı.

Bundan daha acısı ise, kalesi O’nu yalnız bırakıyordu.

Neyle savaşmak zor? Kimle mücadele etmek daha kolay? Savaş, mücadele isimleri dahi yoruyor beni. Üşendiğimden belki de bilmiyorum ama tahammülüm yok hele ki birinin algısında herhangi bir değişiklik, farkındalık uyandırmak benim için çok sıkıntılı.

Eve vardı. Duvarlar üstüne geliyordu, yalnızlık iyice sinmişti. Hadi gündüzler bir şekilde geçer, ama normalde buz gibi olan duvarlar geceleri ateşten kütlelerle üstüne düşüyordu. Can yangını başka bir mesele. Aşk değil bu daha ayrı. Adamın biri mesela, bilmiş nasıl oluyor bu vakitler demiş: “gece her şeyin iki katıdır”

İkiye katlayarak, çifter çifter geliyor gece olunca gelenler. Bu bir hikâye, ama maalesef hayal ürünü olan bir hikâye değil. Evet, o zil çaldı ve O eve vardı.

Şu saatlerde yine aynı şeylerle mücadele ediyor. Peki diyorum, Allah’ım Sen bize burada ne öğretmek istiyorsun?



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder