Hepimiz bir hikâyenin ana
karakteri yahut bir filmin başrol oyuncusu değil miyiz? Gün içerisinde
karşılaştığımız yüzlerce insanın kendi içinde bir hikâyesi yok mu sanki? Var elbette.
O da onlardan biri işte. Gün içerisinde
karşılaştığımız yüzlerce insandan biri. Kendi halinde, kendi derdinde ve kendi
dermanında biri işte.
Aslında insanların yücelik ve
aşağılık halleri genel kriter ve ahlaki özellikler çerçevesinden çıkıp bakıldığında
bizim bakışlarımızın ne kadar yüce ve aşağılık olmasıyla alakalı biraz. Küçüklüğümden
beri bir insanın bir şeyi isterse seveceğine inanmış ve bunun deneylerini kendi
üzerimde uygulamışımdır. Sevmediğim her hangi bir şeyi telkin ve ikna ederek kendimi,
kabul görmüş ve kendime kanmışımdır.
Bir şeyi yüceltmek ve onu
küçük görmekte yine bence tabi aynı kaynaktan besleniyor. Yani kendimizle,
bakışımızdaki maharetle alakalı diyelim.
Konudan çok uzaklaşmadan,
bence izlenmesi gereken ama bir başkasının belki teveccüh etmeyeceği bir üçüncü
tekil şahıstan bahsetmek istiyorum.
“O”
Çıkış zili yaklaşıyordu,
içinde bir huzursuzluk, kalbinin üstünde bir sıkıntı, boğazında bir düğüm belki
ilk defa o zilin çalmasını istemiyordu. Saatlerce okulda olmak onu fiziksel
olarak yorsa da eve gittiğindeki yalnızlık fikri saatler ilerledikçe iyice
sarmıştı. Peki, şimdi ne olacaktı? Ne olmalıydı?
Bir insanı en fazla ne
üzebilir ki diye düşünüyorum. İhanet? Yalan? Dedikodu? Ama galiba bunların ya
da daha fazlasının insanı en çok üzeni, bütün bunları sevdiği birinin yapması
oluyor.
O’nu üzen dedikodu, yalan vs
türünde bir şey değildi. O en çok yalnız kalmışlığına inciniyordu. Sevdiği tarafından
yalnız bırakılmaktan daha acı ne olabilirdi? Bir kale düşünün, dışında ne kadar
yorulursanız, neyle karşılaşırsanız karşılaşın, o kalenin sınırlarından
girdiğiniz an huzur bulursunuz. Dışarıda bir ejderha da olabilir ağzından
alevler çıkan, bir düşman da olabilir elinde zehirli ok, dilinde zehirli sözler
olan. Ama o kale var ya, o kaleye varma ümidi. İşte o insanı ayakta tutar.
Kıyılarına sığındığın liman da
böyledir. Hepsinin ana teması, senin mahremin olması ve orda huzurunun,
mutluluğunun, hayallerinin olmasıdır.
O da öyleydi. Bu kaleye
sığınmaya çalışıyordu. Ama zalim mi yok dünyada? Onun kalesini elinden almaya
çalışıyorlardı. Limanlarını ateşler salıyorlardı.
Bundan daha acısı ise, kalesi
O’nu yalnız bırakıyordu.
Neyle savaşmak zor? Kimle mücadele
etmek daha kolay? Savaş, mücadele isimleri dahi yoruyor beni. Üşendiğimden belki
de bilmiyorum ama tahammülüm yok hele ki birinin algısında herhangi bir
değişiklik, farkındalık uyandırmak benim için çok sıkıntılı.
Eve vardı. Duvarlar üstüne
geliyordu, yalnızlık iyice sinmişti. Hadi gündüzler bir şekilde geçer, ama
normalde buz gibi olan duvarlar geceleri ateşten kütlelerle üstüne düşüyordu. Can
yangını başka bir mesele. Aşk değil bu daha ayrı. Adamın biri mesela, bilmiş
nasıl oluyor bu vakitler demiş: “gece her şeyin iki katıdır”
İkiye katlayarak, çifter
çifter geliyor gece olunca gelenler. Bu bir hikâye, ama maalesef hayal ürünü
olan bir hikâye değil. Evet, o zil çaldı ve O eve vardı.
Şu saatlerde yine aynı
şeylerle mücadele ediyor. Peki diyorum, Allah’ım Sen bize burada ne öğretmek
istiyorsun?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder