İzleyiciler

14 Aralık 2016 Çarşamba

Bilmiyorum...



                Ne yazacağımı, nasıl başlayacağımı bilmiyorum. 1 saatte sadece 3 bardak çay içebildim ve bugün toplamda içtiğim çay sayısı da bu 3 bardak. Bunu neden dert ediyorum bilmiyorum ama inşallah soğutmadan bu bardağı içerim ve kimse kesmeden bu yazıyı bitiririm.

                Amacım yazı yazmak değil, içimi dökmek itiraf sayfama bir yenisini daha eklemek ve içimde beni esir eden cümlelerden kurtulmak. Böyle dediğime bakma, içimdekileri dile hiç düşürmedim ki şimdi itiraf edeyim.

                Ama bir gün, belki keyfim yerinde olduğunda…

Olamaz mı? Olabilir elbette.  Ama şimdi değil.

Her şey üstünüze geldiğinde vazgeçmeyin diyor Mevlana, peki vazgeçmemenin zıddı ne? Direnmek mi? Durmak mı? Sabretmek mi? Ne?

Peki, hiçbir şeyden vazgeçmezsek, bu sefer birikmez mi? Ya artık fazla geliyorsa? Ya artık fazla geliyorsak?

Büyümeyi oldum olası sevmedim. Doğum günleri de hiç cazip gelmemiştir mesela. Biliyordum işte. Büyümek dedikleri şey insanı yavaş yavaş öldüren bir tür zehirden başka bir şey değil. Üstelik bu zehrin her damlasını hissedebiliyorsunuz. Ne korkunç.

 Zamanla yahut yaşlanmakla kavgam yok. Benim derdim büyümekle. İstemiyorken büyümeyi tutup beni bu kocaman dünyaya bırakmalarıyla problemlerim var. Sıkıntı büyük yani.

Ne olurdu şimdi çocuk olsaydım? Bu yazıyı yazmak yerine hayaller kursaydım. Ne olurdu, çocukluğuma geri dönebilseydim, ablamla kardeşimin aşağıda benim inmemi bekledikleri ağaçta bulutlara değme umudu taşısaydım. Şimdi nereye dokunursam dokunayım, farklı bir sızı. Her şeyin farklı bir anlamı var. Renkler dahi manalar taşıyormuş ne kötü.

Sarı ayrılıkmış ya da hastalıkmış, mor başka bişeymiş, mavi huzur veriyormuş, yeşil rahatlatıyormuş ama siyah iç karartıyormuş, falanmış filanmış. Şimdiye kadar tek bir kelime dahi konuşmamış siyah kimseyle ama neden ona öyle bir anlam yüklenmiş peki? Bu haksızlığı bu büyüklerden başkası yapamaz. Evet, evet kesin onların işidir. Siz hiçbir çocuğun sarı görünce bu hastalık ve ayrılık dediğini görüp o renkten vazgeçtiğini gördünüz mü? Ben görmedim.

İşte tam şuan renklerin, hayallerin ne bileyim birçok şey var işte onlar için ağlamaya yeltendiğim bir vakitte kocaman adamın biri tutup bir şiir yazmış.  Demiş ki; “ağlamak için gözlerden yaş mı akmalı, dudaklar gülerken insan ağlayamaz mı?”. Zar zor gönlümüzden gözümüze düşen, düşene kadar da bütün azalarımızı yakan gözyaşımızı boğazımızda düğümleyip yüzümüze tebessümü yapıştırmasına ne demeli?

İşte büyümek böyle çirkin bir şey. Ağlatmıyorlar bile insanı doya doya.

Şimdi de böyle olsun bakalım. Ama bir gün itiraf edeceğim İstanbul ve Ankara’nın anılarına tutunarak.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder