İzleyiciler

28 Ağustos 2025 Perşembe

Üvey Sema.. (net itiraftır)

 


Daha soğumadan diğeri bu ne hız diyebilir birileri.. Doğrudur, daha kurumamıştır bağzı şeyler. Daha sıcaktır bazı kelimeler.

Bir yazıyı 1 aya yayabiliyorken, bağzı kelimeler bir günde gelir düşüverir avuçlarınızın içine. Sonrası hakkını vermek gerekir. Sussan eksilirsin bağzen. Ve bağzen konuşmaktan daha çok eksiltir susmak.

İnsanlar demek istiyorum. Dün kıvrandığım yazmak için çırpındığım fakat bir türlü kelimelere dökemediğim şeylerden bahsetmek istiyorum.

Ben çok severim, iyi severim, insanlara inanırım hem de ne derlerse ona inanırım. Mesela hislerim güçlü, kafam çalışıyor diye düşünmem. Kim neye inanmamı istiyorsa ona inanmayı seçerim. Onu doğru ve yanlışıyla severim.

Ben insanları en çok geçmişleriyle, hatalarıyla, günahlarıyla ve yanlışlarıyla severim. Onlar da bir parça onlara aittir diye, hatalarını da severim.

Çok inanır ve çok severim. Nadiren kırılır ve genelde küsmem.

Ama ben azalırım. Sonsuz sevgimi çeker, beni daha fazla kırmasın diye kendimi korumaya alırım..

Şimdiye kadar hiç bu kadar bahsettim mi kendimden bilmiyorum. Ama bugün herkesi üvey Sema ile tanıştırmak istiyorum.

Kimseden yüz çevirmem kolay kolay fakat özümü çekerim ondan. Mesela koşulsuz, kayıtsız, şartsız sunduğum bir sevgiyi ezileceğini hissettiğim yerden alırım.. İşte tam olarak orada üvey Sema ile tanışmış oluyorsunuz. Çünkü aslımın olmadığı her yerde üveyim vardır.

Sevgili insanlar,

Biri sizi çok sevdiğinde şımarıyorsunuz, hiç gitmeyecek zannediyorsunuz. Hakkınız, şımarın. Çok sevgi insanı şımartsın ne olacak? Ve mesela evet hiç gitmiyorum. Fakat özsuyumu, ham halimi, öz sevgimi o insanlardan çekiyorum.

Artık kendim gibi olamıyorum. Kendim gibi değil, öz Sema gibi hiç değil; üvey Sema oluveriyorum birden.

Çünkü çekirdeğini gösterdiğim fidanları, sırf koşmak için tarumar etmek isteyen insanların ayaklarından sakınmam gerekiyor.

Çünkü kalbim ağrıyor ve sonra bütün dünya insanın üstüne devriliyor.

Çünkü her insan her istediği yerde her istediği şekilde ağlayamıyor.

Çünkü ben kendimi iyileştirmek için çok uğraşıyorum. Çünkü sizin 1 kırdığınız yerde ben 10 kırılıyorum.

Çünkü muhtemelen size aslında ne kadar değer verdiğimi, sizi nasıl sevdiğimi ve kuvvetle muhtemel ne kadar sevdiğimi asla bilmiyorsunuz.

Bu durum bu arada herkes için böyle oluyor. İlk ne zaman olmuştu hatırlamıyorum. Fakat sonuncusunu iyi biliyorum.

Ve bir de şey var, şu gidenlerin gidemeyişi. Bu konu benim nedense hep hayatımın bir noktasında duruyor. Garip bir şekilde imtihanlarım hep çevresinde dönüyor duruyor. Sanki merkez noktasıymış gibi. Ve en çok bu gidenlere üvey oluyorum. En çok onlardan soğuyor kalbim. Sonra geri geldiklerinde de bir daha olmuyor :)

Sanki başlangıç aslında gidenlerin gidemeyişi gibi. Ve bu sanki aslında imtihan değil de bir çeşit mikrop, bir çeşit lanet gibi. Burayı yazarken aklımdan Nurgül geçiyordu. Çünkü bağzı şeylerimi, kaderimden bağzı payları ona da düşürdüğümü; bulaştırdığımı düşünüyorum. Ve tam burayı yazarken o mesaj attı.

İnsanın ruhları arasında bağzı bağlar var ve bu da herkesin nasibi değil.

Bugün de bir mucize olsun diye uyandık ve kalbimizin ağırlığını yine kalbimizi incitmeden parmak uçlarımızla kaldırmaya çalışıyoruz.

Bu kadar çok şeyi yalnız yaşamadığımı, fakat birçok insandan daha çok konuştuğum için sanki birçok kalbin sözcüsü gibi olduğumu bildirmek isterim.

Bu yazıya 27. 08.2025 te başladım.

Şimdi tam ertesindeyiz.

Midemde hafif bir bulantı, içimde yine bağzı cümleleri cami avlusunda bırakma arzusu, bağzı kelimeleri bağışlama isteği ve bağzılarını da çantama koyup eve götürme hevesi var.

Hevesleri kursağında kalmış bir insan olarak çantamdakiler beni kafadan bırakır giderler. Diğerleri ise takdir böyledir, kaçtığın şey senden hızlı koşar mantığı ile peşimi bırakmıyorlar.

Neyse yine birilerine dil olduk hadi bakalım.

Evet, başladığım gibi değilim. Bu yazıyı dün değil bugün yazmaya başlasaydım asla ve asla kendimden bahsetmezdim.

Evet, üvey Sema gerçek. Ve onu ortaya sizler çıkarıyorsunuz. Üveyler de vardır.

Ve öz Sema ile aranızda kesilen can bağı onu size üveyleştirir. Çünkü Sema’ların da özü korunmalıdır.

Kendimi buradan çıkıp bir derneğe koruması için mi bağışlasam, yoksa Sema’ları koruma derneğini kendim mi kursam?

Bugün Cuma değil.

Ve bir itiraf daha ekleyeyim. Azaldığım herkesin azalttığım yanlarını gömerek uzaklaşıyorum onlardan.

Özgür kalın sevgili canlar, sizi kendi sevgimden, öz suyumdan, öz Sema’dan azad ediyorum.

Bay.

 

26 Ağustos 2025 Salı

Olduğu Kadar..

 


İçimde yarım kalmış bir ağlama var bu gece. Oysa sabah mucizelere niyet ederek açmıştım gözümü.. Ne oldu birden öyle?

Hem ne gerek vardı ki?

Hiç titremediği kadar titredi sesim..

Kalbimdeki tüm damarları hissettim birden..

Sanki hayallerim başıma düştü. Bu cennetten düşmekle aynı acıydı. Çünkü hayallerim Adem'in cennetinden daha güzeldi.

İddialı gelebilir fakat kimse bilmiyor ki ben neyden bahsediyorum?

Sahi ben neyden bahsediyorum?

Hiçbir zaman anlatmayacak ve yazmayacaklarımdan bahsediyorum.

Ve bir parça da korkuyorum. Ben de korkuyorum evet. Çünkü çok şükür varlıklarına fakat bunları okuduğunda gözleri dolacak insanlar var yakınlarımda.

Fakat yarım kalmak çok kötü onlar da biliyor bunu. Her birinin bir deneyimi oldu biliyorum.

Ağlayamadım. İçimde bir hıçkırık kaldı. Ben bu gece sesli ya da sessiz ağlayamadım.

6 Ağustos 2025 te başladım bu yazıya. 12 Ağustos’tayız. O gece öyleydi fakat şimdi tam 6 gün mesafesinde bambaşka bir yerde bambaşka duygular içerisindeyim.

Arada bir yine düşmüyor değilim. Fakat beni bilen bilir, acı çekmeyi sevmem. Kim sever ki diyebiliriz. Be

26. Ağustos. 2025’ten bildiriyorum. En son yazacağım kelimeyi hatırlıyor olmama rağmen o günden sonra çok şey değişti. Ve ben zaten bağzı şeylerin korunması gerektiğine inanırım. O yüzden o kelime, o cümle yarım kalacak ve onu ne tamamlayacağım ne sileceğim.

Korunması gerekiyor bağzı şeylerin.

Cümleler gibi. O ana ait olan o anda kalmalıydı.

Kaldı..

Şimdi bir yazıyı bitirmek için değil, aynı duygulara eklenilenlere beraber oturdum bu yazının başına. Fakat bir yandan da ne o sızıyı duyuyorum ne düğüm düğüm boğazım..

O gün anlatmak ve konuşmak için deli oluyordum. Fakat şimdi susmak ve ebediyete kadar gömmek istiyorum o bütün düğümleri.

Hangisi akıl sağlığım için daha iyi bilmiyorum. Fakat kalp sağlığımı kaybettiğim için en azından akıl sağlığımı korumak adına bir şeyler yapmam gerekiyor sanki.

Bir şey diyeyim mi? Üstteki cümle çok saçma oldu. Çünkü asla öyle hissetmiyorum. Saklamak istediğim bir şeyler var yemin ederim. Yoksa bu kadar karman çorman, kimsenin anlamayacağı cümleler kurmam. Kendimi biliyorum. Kaç yıllık hukukumuz var kendimle.

Fakat hevesim defalarca kırıldı. Kendimle ilgili bir itirafta bulunayım; bloğum bağzen adına hizmet etsin. Ama nasıl anlatacağım. Kelimeleri de suya bıraksak keşke onlar kendiliğinden suyun sonunda cümleye dökülse. Bağzen insan cümle kuramıyor, üç-beş kelimeyle yaşıyor. Nereden biliyorsun diye sormayın..

Dün düşünürken, kalbimin ağrıdığını fark ettim. Asil acılarım var benim. Kimsenin diline düşemeyecek kadar kibirli.. Kimsenin göremeyeceği kadar yüce.

Herkesin içinde, herkesten gizli. Sanki bir bilmece gibi..

İnsan çok garip. Dün kalbim ağrırken ona şunu sordum; varlığını hissetmem için hep ağrıman mı gerekiyor, mesela bağzen de sürpriz yapsan olmaz mı? Niye illa ağrıdığında bilmeliyiz kalbimizin olduğunu?

Ve cümlelerimin sonuna doğru yaklaşırken şunları eklemek istiyorum; hayat kısa, sevmeyen sevmediğine sevmediğini söylesin.

Bir de ‘Aysel git başımdan’

15 Temmuz 2025 Salı

Bağzı Bilinmesi Gerekenler..

İnsan bilmeli. Az konuşmalı çok bilmeli.

Konuşmayı,

Susmayı,

Sessizliği,

Sevmeyi,

Sevmemeyi.. evet sevmemeyi de bilmek gerek. Öyle paldır küldür sevmediklerimizin göz kapakları arasına eğer gece yarısı bir uykusuzluk hapsoluyorsa, insan sevmemeyi de bilmeli.

Gelmeyi,

Gitmeyi de bilmeli insan. Şimdi tüm bekleyenler belki kızacak bana fakat emin olun sevgili bekleyenler, bakın size sevgili diyorum gidenler geldiklerinde her şey iki katı oluyor. Korkular, kaygılar, tekrar gitme ihtimali, kabuslar, sevgi. İnsan gidenler geldiğinde yine gidecek korkusuyla sımsıkı sarılıyor. Her şey için kendini suçlayıp en çözümsüz şeylere dahi çözüm bularak sarılıyor.

Bu yüzden defolup gidenler için diyorum gitmeyi bilin. Kırmadan da gidilebilir. Ve edepli bir giden olun, bir daha dönmeyin. (Hepsi döner bu arada, halk arasında bu duruma sap döner keser döner at gibi giden it gibi döner sendromu denir) 

Şairin de dediği gibi küfrüm edebimi aştı bu gece.

Yukarda demek istediklerimin bağzılarını da sadece Nurgül anlayacak bunu da buraya yazayım..

Sonra insan neler bilmeli biliyor musunuz?

Uyumayı,

Uyanmayı,

Güne 'günaydın' demeyi,

Asaleti,

Zarafeti,

Nahifliği,

İnceliği ve bunun hem aptallık olmadığını hem de tamamen insanlığın en belirgin özelliklerinden biri olduğunu, 

Evinin önünü süpürmeyi,

Müzik dinlemeyi,

Şarkı söylemeyi,

İbadet etmeyi,

Ağlamayı,

Gülmeyi,

Boşvermeyi,

Boşunu vermeyi (bunu yazarken suratımda yarım bir tebessüm vardı. Çünkü boşvermek ve boşunu vermek arasında ince bir kırgınlık çizgisi vardır) 

Sonracıma neler bilinmeli? Yok mu artıran? Olmaz mı var var, bende neler var bugün.

İnsan bilmeli;

Sabretmeyi,

Tahammül etmeyi,

Vazgeçmeyi bunu çok iyi bilmeli, ama öyle böyle değil baya iyi bilmeli. Her sokak başında bir vazgeçme durağı olmalı. İnsan vazgeçmeyi bilmediğinde, kendinden geçiyor. Kendinden vazgeçenden de bahsetmek istemiyorum. 

Kıymet bilmeyi de bilmeli bu arada. Bu da önemli bilinmesi gerekenlerden. Çünkü kıymetini bilmediğimiz her şeyin yokluğuyla sınanırız. Bu şaşmaz bir kuraldır.

Affetmeyi ya affetmeyi bilmeli insan. N'olur herkese öğretilsin bu lütfen. Hepimi şu kelimenin önünde diz çöküp bir ömür öğrencisi olalım rica ediyorum. 
Çünkü biliyorum, insan hata yaptığında o hatasından ance affedildiğini bildiğinde dönebiliyor. Ve inanın affetmediğimiz her hata insanı eksiltiyor. Şimdi bize yapılan nasıl bizi eksiltebilir diyeceğiz. İnsan o hatanın yörüngesinden çıkmadıkça uykuları, iştahı, yaşam enerjisi çıtırdan kaçıyor. 'Lan ben bunu mu hak ettim?' İle 'beter olsun' arasında gidip gelmek şöyle dursun, hatayı yapan bizsek; affedilmek için şekilden şekile girip, konuyu habeş maymunu olarak kapatıyoruz.

Çok uzun cümle kurdum. Dönüp okumayacağım. Hatam varsa da uyarın, hatalarımdan utanacak değilim. Düzeltiriz..

Sakin başladığımız yazının, gazı nereden aldığını bilmeden saatte bilmem kaç km hızla değişik konulara evrilmesi beni de şok etmiyor değil. 

Fakat benim beynim böyle çalışıyor. 

Daldan dala atlarım.. ben de değişiğim.

Yazmayı da bilmeli insan bu arada. 

Çizmeyi de.. (bağzen altını ve bağzen yer yer sağnak bir şekilde üstünü) 

İnsan çok bilmeli. Az konuşmalı..

Haddini bilmeli mesela, kesin bilmeli. 

Büyükleriyle ve küçükleriyle cırlamadan konuşmayı.

Onu seven birini ayaklarının altında çiğnememesi gerektiğini iyi bilmeli. Muska niyetine boynunda taşımalı. Bu var ya insanı ölmeden cehennemin derelerinde yüzdürür..

Ve bilmeli insan kimse kimse için yaratılmadı.

Ve yine bilmeli kimsenin sonsuz bir sevgisi yok. Bağzı şeyler biticidir. 

Neyse başıma ağrı girdi yine yazarım bay

21 Haziran 2025 Cumartesi

Neredeeen Nereye? Vay be..

 




Bir yerde okumuştum ‘ilk ders kırmamak, son ders kırılmamak’ diyordu. Okumadan önce kendime şiar edindiğim bir ilkeydi ‘kırılmamak’. Fakat çok acemiydim ve hem çok sevip hem de o sevdiklerime karşı kalbimi nasıl koruyacağımı bilmiyordum.

Hep daha fazla sevmeyi seçtim. Ben daha çok sevmeyi seçtikçe; kusurlar gözümde küçüldü, anlayışım çoğaldı, hoşgörüm arttı ve çok sevdiklerim hep daha acımasız bir şekilde geldi.

Pes etmedim. Edeceğimi, uslanacağımı da zannetmiyorum. Fakat kalbimi de bu süreçte koruyamadım. Melankoliyi, dramı sevmiyorum. Hem de hiç. Bu yüzden derin derin nefesler alıyorum sürekli. Çiçekleri suluyorum, kitap okuyorum, yazı yazıyorum. Yani bir şeyler arıyorum. Bulanlar arayanlardır biliyorum.

Ama bazen.. Mesela şimdi, bir anda nedense kalbim sızlamaya başlıyor. Burnum sızlıyor sonra..

Bugünlerde her şeyi çifter çifter yaşıyor gibiyim. Yok olmak istiyordum mesela, isteğim galiba dergah-ı İlahi’de kabul olmuş ki yok sayıldığım oluyor. Olsun diyorum, sessiz sakin yürürüz biter günlerimiz.

Ben insanın gücüne çok inanırım. İkna edilmedim, inandım buna. Yani bir insanın, ruhunun gücüne çok inanırım. Olmazları oldurabilecek bir güce sahip olduğumuzu bilirim, inanırım, savunurum, anlatırım.

Öyledir çünkü. Detay vermeyeceğim, fakat olur da detayları konuşmak isterseniz şimdilik adresim belli.

Bu arada, Medusa’yı ve kara kedileri de her zaman ve hep savunacağım. Çünkü sırf birilerinin saçma inançları yüzünden birilerinin lanetlenmesini, onların dışlanmasının ne demek olduğunu 25 yaşlarındayken çok iyi öğrendim. Öğrendiğime pişman olduğum bilgiler arasındadır bu da.

Hayır, öğrendim ne oldu? Sırat köprüsünden geçerken bana destek mi olacak? Hayır. Ee ne oldu da öğrendik, hiç. Yemin ederim o kadar boş bir şey ki.

Çifter çifter dedim ya yaşıyor gibiyim diye. Geçenlerdeydi, öyle bir geceydi ki bir anda 14 yıl öncesinde bir geceye döndüm. Her şey üstüme devrildi. Tozun dumanın içinde kaldım. Nurgül’e ve ablama yazdım. O gecenin benim için açılımı şuydu; bazı düşmanlar, kör makaslarla etimi kemiğimden ayırıyorlardı.

Ben her şeyi unutsam da o acıyı unutamıyorum.

Her şeyi de unutmuyorum bu arada, ne yazık ki 1,5 yaşını dahi hatırlayan bir hafızam var. Hiçbir şey öylesine, gelişi-güzel yaratılmamıştır felsefesine tutunarak onu da kabul ediyor ve unutamadığımız her şeyi de sevgiyle takas ederek yaşıyoruz.

Yemin ederim her şeyin üstesinden sadece bu şekilde geliyorum. Yoruluyorsam da bundan, tükeniyorsam da bundan.

Bu yol bizi nereye götürecek yemin ederim bilmiyorum.

Ben bilinmezliği hiç sevmem bu arada, hatta biraz blogla müsemma olsun şuraya çıtırdan bir itiraf bırakayım; geçenlerde bir defter yazmaya başladım. Deftere bilemiyorum diye başladım. Bilinmezlikle alakalı 5 satırdan sonra bu bilinmezlikleri ne kadar sevmediğimi anlatan 2 sayfa yazdım.

Ama ne kadar seviyorsan o kadar imtihanın oluyor ya işte tam tersi de öyle, ne kadar sevmiyorsan da o kadar sınanıyorsun onunla.

Neyi sevip neyi sevmediğine de dikkat etmeli insan.

Şu an nasılım? Bilmiyorum :)

Bu yılın en bilmeyen ödülünü bana versinler istiyorum. Bilmiyorum çünkü. Öyle hiçbir şeyin ortasında, bir bilinmezlikte, 14 yıl önce düştüğüm o çölde, yönsüz, yolsuz, pusulasız, ayakkabısız ve çaysız kalmış gibiyim.

Lan bari kalemlerimi verseydiler; çölü boyardık.

bay



16 Haziran 2025 Pazartesi

Yeni Yayın..

 


3 aydır kurumuş bir zeytin dalına su veriyordu. Ümit bu ya ne dal kurudu ne yeşerdi. Hayat da biraz bağzen böyle işte..

Bir süredir çekildiğim kabuğumdan açtığım minik bir delikten dışarıyı izliyordum. Sonra 'derdin ne kızım, ne diye zaten bozuk olan gözlerinle minnacık yerlerden kocaman şeyleri görme arzusuna giriyorsun' dedim.

Mevsimidir, koklayın iğde çiçeklerini ve hanımelini. Ve o an kapatıp gözlerinizi en sevdiğiniz an’a gidin.

Bu sefer biraz farklı olsun istiyorum bu yazı fakat ben ne kadar farklıyım ki yazdığım ne kadar farklı olacak?

Ama istiyorum işte.

Çünkü bağzı şeyler var ya onları hiç anlatamıyorum mesela ve her yazımda bir şekilde o anlatamadıklarımdan bahsediyorum, o anki ruh halime bağlı olarak bir şeyler yazıyorum ve dönüp baktığımda 'bu ne içindi acaba' diye düşünüyorum. Bağzen buluyor bağzen 'ben ne yazdım burada, bunu mu demek istediniz' diyen google gibi 34 saat düşünüyorum.

O yüzden şimdi daldan budaktan, biraz ondan biraz bundan biraz Sarı çizmeli Mehmed Ağa’dan değil de başka şeylerden konuşalım.

Dün bir şey anladım. Hatta bunu o an okuduğum kitaba da yazdım. Evet, o an kitap okuyordum. Anlamama vesile olan şey de kitapta okuduklarımdı. Okurken de düşünebiliyor, yürürken sakız çiğneyebiliyoruz elhamdülillah.

Neyse işte dündü ve ben bir şey anladım. 

İnsan birini gerçekten sevdiğinde; onun tüm kusurlarına, kabalıklarına, hatta bağzen hadsizliklerini anlayabilecek bir düşünce geliştirebiliyor kendine. İnsan sevmeyegörsün, gerçekten normalde bir insanla ilişkisini kesmesine sebep olacak bir davranışı dahi, sevdiği bir insan yapınca pek tabii doğal karşılayabiliyor. Kırgınlıklarını içinde eritiyor ve hatta sevgisiyle doğru orantılı olarak hiç kızmayabiliyor bile.

Çok ilgimi çekti bu anladığım şey ve üzerinde daha fazla düşünmeye devam ettim. Ben düşündükçe zihnimdeki bağzı kapılar açıldı. Açıldıkça da rahatladım, feraha erdim. 'Evet, mesele bu kadarmış aslında' diyebildim.

Gerçekten doğruymuş; insan sevdiği kadar affedebiliyormuş ve sevdiği kadar anlayabiliyormuş. Şimdi buradan yola çıktım. Mesela 'insan sevmese kırılmaz' gibi bir söz var ya, o kendi içimde çürüdü. İnsan gerçekten sevince kırılmıyor. Kırgınlık çok ağır bir şey zaten sevgiyle aynı yerde olması pek mümkün değil.

Sevgi kocaman bir şey bir de.. 

Hastalıkları iyileştiren, karanlığını aydınlatan, çiçeklere su verdiren, ağız şapırdatmasını dahi örten, düştüğünde güldüreni gülerken ağlatan, insanı halden hale sokan bir şey nasıl olur da insanı daraltan bir yapıyla aynı kaba girer?

Kimse bu sözlerime katılmayabilir. Aslında bu meseleyi yazmak yerine konuşarak daha da iyi anlatabilirim kim bilir, konuşmam lazım birileriyle.

Kızlar gelseler ya da hepsine birden ben gidebilsem keşke..

Mesela Rıza geldi bugün, fakat konumuz asla bunlar değildi. Rıza, ateş ustası. Çok müthiş bir şey, ateşe yön verebiliyor. Avatar gibi, elementlere hükmediyor..

Ve bence sanırım günden güne benim fantastik filmlere olan inancım biraz sağlamlaşıyor. Detaylar detaylar.

Ve zeytine dönelim.

Kurudu mu yapısı mı bu bilmiyoruz. Fakat 3 aydır suluyordu.

Ve ben sakinleştim. Sanki sözler çoğalmış ama söz kalıpları da genişlemiş gibi taşası yok belli ki.

Sözlerime son veriyorum. Yine yazacağım biliyorum.

bay

3 Haziran 2025 Salı

Çabalı İyileşme Tamlaması..



Siz hiç Mihriban'ı dinleyerek ağladınız mı?

Ben ağladım..

Dündü (31. Mayıs) hem de.. 

Yere oturdum, huzu ve huşu içinde ağladım...

Lambada titreyen alevle üşüdüm. Aşkı kağıda yazmadım. Mesele aşk değildi çünkü, mesele Mihriban da değildi. Mesele lambada titreyen alevdi. Mesele sarı saçlar, bir gönle nasıl böyle bağlanırdı? Hem de deli bir gönle..

Aşkın elinden çektiklerimiz yeter..

Yeter artık yeter..

Mihriban bitince bitti mi ağlamak? Bitmedi..

Neşet Ertaş varken nasıl bitsindi? 

Bitmezdi.

Bitmedi.

Aşıklar şair olmasın arkadaş, aşıklar türkü de söylemesin. Ben evimde sessiz sakin otururken Gönül Dağ'ı beni niye dağlıyor? 

Ya Hu biz dünyaya azcık konuşmaya, biraz sevmeye, 3-5 satır kitap okumaya, hunharca müzik dinlemeye ve sınırsız çay içmeye gelmedik mi?

Bu çivi gibi, hançer gibi (keskin ve çiçekler gibi ince) yüreğimizi oyan, tarumar eden mevzular nerden icat oldu?

Gönül dağı ile de ağladım evet. Hem de eşlik ederek türküye. Ve ağladığım için çok da titredi sesim. Sesim titredi diye bir de ona ağladım..

Evet, Gönül dağı yağmur yağmur gözlerimde boran oldu. Aktı can özümden sel gizli gizli..

Bir tenha oturduğum odaydı fakat can cananı bulmadı. Dert, keder halının ortasında geldi beni buldu.. fakat sinemi yaraladı mı? 

Anamı bile ağlattı.. canıma okudu. Resmen cellat gibi..

Kimse kimsenin derdini bilmiyor, biliyorum. Anlattıklarımız sadece laf-u güzaf.. onu da biliyorum fakat ne yapalım onu bilmiyorum.

Mesela ben şu an içimde yine hücum eden bir sürü sesin, cümlenin, sözün önünde dizimi kırıp çay içiyorum. Zor vallahi çok zor. 

İnsanı uykusundan eden, gün daha başlamadan akşamı getiren, nereden geldiği belli olmayan bir kokunun rüzgarla burnunun direğini sızlatması çok zor. 

Şimdi derin bir nefes aldım bu cümleyi yazabilmek için; toprağa, ağaca, suya, yeşile, güneşe derdimi anlatmaya geldim. Çünkü iyileşmemiz lazım ve Allah biliyor iyileşmek için verdiğim çabayı..

Bağzen çok zor bağzı şeyler. Yemin ederim içim titriyor, elim titriyor ve konuşamıyorum. Kalsın bakalım içimizde nereye kadar kalmalıysa..

Fakat iyileşeceğiz. Allah'ım n'olur iyileşelim.. 

Bay

31 Mayıs 2025 Cumartesi

Kördüğüm Masalı..(Benimle alakası yoktur, sizinle alakası vardır)


Şimdi beni allak bullak eden, beynimi yakan bir masal anlatacağım size. Bir sonu yok başı da meçhul.
Ben ortasından bodoslama girdim mevzuya, siz de bana eşlik edin.

Sevgili bodoslama kardeşlerim, bir varmış bir yokmuş..

Çıtırdan röportaj etkisi hissedebilirsiniz.

Geçtiğimiz günlerdeydi. Ama ben hala çok geçemedim. Her şeyin üst üste gelmesi biraz yormuştu. Fakat hep dahası varmış bu hayatta hep fazlası onu biraz daha yakından görmüş oldum. Meğer bozuk gözlerim bağzı şeyleri görmeme konusunda da iş başındaymış. Acıyı, aşkı, kederi, sevinci; etten kemikten insan gibi gördüm öyle. 

Zordu.. 

Siz belki daha zorlarını da görmüşsünüzdür. Fakat benim artık sıkmaktan çenem ağrıyor. 

20 lerinde bir insan düşünün, herkese göre genç bir yaş dilimi. İnsan o yaşlarında her şeye daha başka bakıyor. O da öyleydi. 

Fakat sözleri yaşından fazlaydı.. 

Günlerdir aynı soruyu düşünüyorum. 1 haftada 1 yıl 2 ayda 20 yıl yaşlandım. Beni yaşlandıran sorular ve sözler değildi. Biraz kişisel biraz genel meseleler..

İşte o sözlerden biri şuydu; 'sevmeyi sevmiyorum' ne demek diye düşüneceğiz hep beraber. Fakat ben rıza kapsamında şöyle bir şey yaptım. Yazmasını istedim. Tam bir kağıt verdim. Acıyla baktı. Kağıdı bitirdiğinde bağzı yerlerde mürekkep akmıştı. 

İnsan yazarken de ağlar.. şüphesiz insan çok ağlayandır..

'Yoruldum.. onu sevmekten, geri dönmesini beklemekten, beni tekrar sever mi diye ümid etmekten, her gün yeni bir bahaneyle onu affetmekten, veda edememekten yoruldum.  

Onu sevmek istemiyorum. Onu çok seviyorum. Fakat onu sevmekten nefret ediyorum. Keşke elimde olsa, elimde olsa ilk gördüğüm güne gitsem, hiç görmesem. Hiç tanımasam, varlığından hiç haberim olmasa. Ömrüm ondan habersiz geçseydi keşke. 

Her şeyin bambaşka olmasını dilerdim. İmkanım olsa bu kalbi yerinden sökerim.. 
Onu özlemekten, düşünmekten, acaba hangi köşeden dönecek diye düşüncelere dalmaktan yoruldum. Ben ondan ve içinde o olan her şeyden yoruldum.'

Normal şartlarda kimse 21 yy. da acıdan ölmez, geçer derdim. Hala acının insanı öldürdüğünü düşünmüyorum. Fakat bu düşüncem 3 ay öncesindeki kadar sağlam değil. Acı öldürebilir. 

Ve insan birini bu kadar çok sevince gerçekten tükenir. Yusuf ile Züleyha geldi aklıma.. 

Zamanında çok boş yapmışım. Bir insan bir gömleği, gömleğin düğmesini dahi nasıl sever diyordum.. halt etmişim. Gömleğini sevmeyen kafirdir artık..

İddialı cümleler fakat ben gördüm. Aşkın ruh ve bedenini gördüm. Siz de emin olun var..

Giderken 'bana dua et. Allah ya beni alsın ya bu sevgiyi benden alsın' dedi..

Gittikten sonra bağıra bağıra ağlamak istedim. Yapamadım. 

Şimdi hep beraber el ele verelim ve dua edelim. Allah bu kalbe merhamet etsin ve bu sevgiyi onun gönlünden alsın..

Amin