İzleyiciler

25 Şubat 2019 Pazartesi

Bir Tutam Hayal :)




Günaydın,

Selamun aleyküm

Büyük bir hayalimden bahsetmek istiyorum. Bu yüzden bir parça heyecanlıyım.

Beni bilen bilir, bilmeyen de bilmese de olur. Gökyüzünde bulunan Ay’a karşı olan zaafım, dostlarım, arkadaşlarım, gizlice beni takip edenler tarafından bilinen bir şeydir. Saklamıyorum gerçi gizlenmesine gerek yok.

Ve yine bilen bilir hiçbir alanda profesyonel değilimdir. Ustalığı kazandığım bir alanım yok şimdilik. Belki büyüdüğümde olabilirim, bilmiyorum.

Ay çok heyecanlandım..

Neyse, bir gün o her gördüğümde içimi kıpır kıpır eden, ışığından beslenmek için geceleri perdeyi sonuna kadar açtığım, okul zamanlarında yurdun en üst katına çıkarak ışığında kitap okuduğum (ki gecenin köründe, dolaşmak yasaktı), fark etmeksizin nerede görsem pat diye durup selam verdiğim, sonra işte ne bileyim o çok sevdiğim Ay’ın fotoğrafını çekmek en büyük hayallerimdendi işte..

Çok seviyordum, çok seviyorum.

Beni büyülüyor.

Ay’a gitmeyi hiç hayal etmedim, astronot değilim zaten. Fotoğrafçı da değilim, ama en azından bunu yapabiliyorum.

Çok uzatmadan, ben Ay’ın fotoğrafını çektim.

Hı hı ben çektim.

Çok müthiş bir his değil mi?

Birkaç gün evvel İstanbul’da muhteşem bir Ay manzarası vardı. Bir binanın arkasından yükselişini ben Zeyneb ve Ümmülbenin beraber izledik. O günün ertesi günüydü işte, mutfakta babam otururken, dedim “Pedercim azcık karanlığa maruz kalacaksın” pat ışığı söndürdüm. Babam anlamadı önce ne oluyor diye, sonra Ay’ı görünce başparmağıyla onaylayan işareti yaptı.

Sonra çatt çektimm.

Bastım deklanşöre bastım deklanşöre çatır çatır çektim. Hiç affetmedim. Ama sonra baktım çok sevdim.

Bir hayalimdi bu da böyle.

Ve gerçekleşti.

Bunun verdiği enerjiden mi nedir bilmiyorum. Pek mesudum.

Kendime bir kitap hediye ederek mutluluğumu iki ile çarpmayı düşünüyorum.

Hayallerinizi gerçekleştirmek için uyanın. Ve gerçekleşmediğinde, hayallerin de bir süre sonra insana yük olabileceğini unutmayın. Gerçekleştiğinde ise ruhunuzda hapsolmuş bir parçanın nasıl azad olduğunu izleyin.

Gökyüzünde kanat çırpan kuşlar gibi..

Tabii ki fotoğrafı ben çektimm..

Bir gün ama  şimdi değil de bir gün yazacağım hikayesini..

Hoş çakal..

14 Şubat 2019 Perşembe

Herkese Selam, Kuşlara İmreniyorum :)




Normalde uyanmam gereken saatten geç uyandım. Bir süredir beni sıkıntıya sokan bir takım rahatsızlıklarımın hafiflediğini hissettim ama.

Sonra sakin bir şekilde hazırlanmaya başladım. Ne giyeceğime karar verirken, bugün nasıl günümü verimli kullanırım planların zihnimden yapmaya başladım.

Hazırlandım, kulaklığımı taktım. Müzik dinlemeye, dinlerken yürümeye ve yürürken her zaman olduğu gibi hayal kurmaya başladım.

Hayal kurmak bana iyi hissettiriyor. 

Kendimi düşündüm sonra. Üzerimde ağırlık hissettiğim ne varsa düşünmeye başladım. Ağırlıkları çok olduğu için yavaş yahut hareket etmekte zorlanan ne bileyim kayıklar, kamyonlar yahut traktörleri düşündüm.

Kurtulmam gerekiyor bunlardan.

Hava soğuk soğuk yüzüme çarpıyordu. Üşüyordum. Bu zaten yeni bir şey değil. Ben genelde hep üşürüm. Bir şeylerin yokluğu veya eksikliği değil buna sebep olan.

Geç uyandığım için, işe geç kaldım haliyle. Ama bunu sorun etmiyorum bugün.

Güzel bir kahvaltı yaptım. İlaçlarımı aldım.

Güzel bir çay içtim.

Güzel bir müzik dinledim.

Güzel birden fazla makale okudum.

Makale okurken güzel bir kâğıda, güzel bir kalemle notlar aldım.

Birlikte çalıştığım arkadaşlarıma içten güldüm. Gerçekten içimden gelerek güldüm.

Pencereyi açtım, gözlerimi kapattım, soğuğu içime çektim, etrafı dinledim. Gözlerimi açtım, gökyüzünü gördüm, sonra kuşları gördüm.

Ah nasıl seviyorum kuşları..

İçim coştu onları görünce..

Sonra içimdekileri özgür bıraktım. Evet en çok sevdiğim her şeyi azad ettim. Artık özgürler. Kendimi kendimden azad ettim. Artık özgürüm.

Toprağımı temizledim. Bahçemi suladım. Yeni tohumlar ektim. Bu baharda rengarenk çiçekler, mis kokularıyla etrafı güzelleştirecekler.

Umut ettim. En çok sevdiğim şey yani. Umut ettim.

Kış aylarında, kahverengi dalların yeşil yapraklarını görme ümidini kendime ektim. Evet yeşerecek kainat. Bahar gelecek.

Ben özgür kalarak içimdeki her şeyden ve içimdeki her şey özgür kalarak benden, beraber kucaklayacağız.

Tabii ki bunlar durup dururken olmadı. Paldır küldür değildir hiçbir şey. Her şeyin bir sebebi bir de müsebbibi elbette bulunuyor.

O kısmı bende kalsın.

Ah yine aklıma kuşlar geldi. Çok imreniyorum onlara. 



8 Şubat 2019 Cuma

İnsan Ağlar..




İnsan ağlar, günahlarından tövbe etmek için oturduğunda seccadenin başına. Yahut ağlar sevdiği birini yolcu ettiğinde.

Gülme sebeplerinden hep daha fazladır ağlama sebepleri. Mutluluktan bile ağlar mesela insan biliyorum.

Gider ağlar.

Gelir ağlar.

Okur ağlar.

Yazar ağlar.

Okuyamaz ağlar.

Yazamaz, konuşamaz, susamaz ağlar.

Hep ağlamak için vardır bir sebep, insan doğduğunda bile dünyaya gözlerini ağlayarak açar.
Allah biliyor yarattığını. Çok ağlayacağını bildiği için olsa gerek, gözyaşına bu denli kıymet vermesi. Yoksa bunca ağlamanın ne anlamı kalırdı.

Ben de ağlıyorum. Hem de çok ağlıyorum.

Ağlamayı, bilhassa başkalarının yanında ağlamayı zayıflık zannettiğimden, çok güldüm boğazım düğüm düğümken.

Ağlama ihtimali verdiğim her şeyden sessizce uzaklaştım. Gülerek uzaklaştım. Yavaş yavaş bazen, bazen de koşarak uzaklaştım.

Ağlamaktan kaçmadım, ama kimse bilmesin, sır kalsın gözyaşlarım diye, kaçarak ağladım.

Çünkü kimsenin görmediği gözyaşlarına anlam verdim. Kıymet biçtim. Hazine dedim. Gözyaşlarımı sineme bastım, bir tek kendime sakladım.

Sonra sonra, benim algımdaki gücüm azaldı. Hükümdarlığım kendimde galiba sona eriyor. Güldüğüm her şeye olur olmadık yerlerde ağlamaya başladım.

Bir şiiri bir dua gibi, yakararak okuyup ağlayabilir insan.

Bir benzetmede ağlayabilir.

Bir koku duyar, ağlar.

Bir ses duyar, ağlar.

Ağlamalıdır da, çünkü bütün bunlar içinde derin özlem ve hasretleri barındırır.

Ah bilsem ki ağlayarak bitecek hasretim, gözyaşlarımı sayarım. Söyle kaç damlada biter hasretin?

Bunlara hep ağlanmalı işte.

Mo be se kameraları insanların hata ve yanlışlarını bulmak için lambaların içine saklanırken, yürüyerek yanından geçtiğinde, senin gözyaşlarını çekmesin diye başını öne eğme çabasına insanın ağlanmalı. Hem de hıçkıra hıçkıra.

Sesi duyulmasın diye banyoda elini yüzünü yıkama bahanesiyle yarım saat musluğu açık tutan insana ağlanmalı. Hatta yanmalı.

Beşer şaşar, insan ağlar.

Çay içerken de ağlar insan, mesaj okurken de.

Ağlamalıdır da.

Ben ağlıyorum mesela. Yaşadığımı anlatırken de, yaşadığımı anlatamadığımda da ağlıyorum. Gülmek kadar çok yakışıyor ağlamak biliyorum.

Bu aralar mesela, en çok Melike Şahin dinliyor, onun şarkısı bittikten sonra ağlıyorum. Şarkıyla ağlayınca daha sonra her dinlediğimde aklıma o zamanlar geldiğinden, artık şarkılara sıçratmıyorum gözyaşlarımı.

Şarkılardan bile gizliyorum gözyaşlarımı..

Derdim neyse..

Her neyse..


30 Ocak 2019 Çarşamba

Dün Gece Açıldı Yaralarım..




Dün gece açıldı yaralarım. Sızım sızım sızladı tüm yanları.

Geceden mi neden bilmem, kabuk mu? Öyle çabuk bağlanmıyor bazı kabuklar. Ama vardı yine kabuk bağlayan yanları da.

Ama dün gece düştü..

Dün gece açıldı yaralarım. Kalbimin üzerinde ağrıyla uyuya kaldım. Ağrıyla uyudum.

Sonra bir rüya gördüm, gördüğüm rüyaya inandım. Daha güzelleri değil, dün gece gördüğüm rüyaya inandım..

Hemen evden çıkmam gerekiyordu. Çünkü inandıkça dün kaldığım yerden devam ediyordu sızıları yaralarımın.

Evden çıkmalıydım, çünkü bu rüyaya inanmış olmak, bilmediğim yaralara durak oluyordu. Evden çıkmalıydım, Zeyneb’in yanına gitmeliydim.

Çünkü o inandırır beni bunların bir rüya olduğuna.

Zeyneb derse inanırım rüyaların rüya olduğuna.

İkna etmeliydi beni Zeyneb gördüğüm rüyaların rüyalığına.

Çıktım evden, taktım kulaklığı.

Kimseye görünmek istemiyordum. Kimse de beni görmesin.

Ne içinde bulunduğum halden çıkayım, ne halime ortak olsun kimse.

Kendimle öyle, yok olmak ister gibi. Yahut görünmeksizin atmak adımlarımı. Başımı kaldırmadan kaldırımlardan, asfaltlardan.

Yaralarımı alıp kucağıma, düşen kabuklar vardı aralarında. Açtım müziğin sesini.

Yüksek sesle..

Bastırarak içimi..

Bastırarak içimdekileri..

Alakasız, konuya değmeden, içimi hissetmeyeceğim bir müzik olmalıydı.

Defalarca Raviş’ten “Güzel Kadın”ı dinledim. Hala onu dinliyorum. Çünkü bana bir şey hatırlatmıyor.

İçimin Sezen’leri dile gelmiyor muydu? Yahut Yıldız Tilbe yine bir şarkı söylemiyor muydu sanki?

Söylüyordular elbette.

Eskiden dedim hem, mesela bazı insanlar bile yokken hayatımda Yıldız Tilbe vardı bir de Zeyneb.

Sezen bir parça okurdu, bir de sohbet ederdik Zeyneb’le..

Bu yüzden bir an önce görmeliydim Zeyneb’i. Konuşmadan, anlatmadan o beni anlamalı ve bu rüyaya olan inancımı kırmalıydı.

Uyanır uyanmaz ona mesaj attım.

Aslında bu “Zeyneb, gerçek olmasın” demekti. Ve o zaten benim alt yazılarımı ezbere biliyordu. Beni ben kadar tanıyordu. Ve beni bu rüyanın rüya olduğuna, ama gerçekten de çok uzaklaşmamam gerektiğine ikna etti.

Şimdi İclal Aydın’ın bir sözü geldi dilime, dün gece açılınca yaralarım. Diyor ki o gamzeli “Güzel Kadın”

‘bu yaralar

bereler

sanadır bileler,

göreler aşkımı,

şahidim; gökkubbe’



24 Ocak 2019 Perşembe

Peki Bu?






Geceydi..

Ama çok değil, az geceydi..

Bahar öncesi gibi değil de baharımsı bir hava var İstanbul’da. Nasıl da belli oluyor diyorum ayak bastığın şu topraklara. Yürüdüğün şu sokaklarda.. Nasıl da belli gözlerinin değdiği pencereme.

Kışın ortasında gelen bu baharın başka bir açıklaması yok zira gönlümde.

Oturuyordum işte bir gece kendimle. Senin anlayacağın demleniyorduk gönlümle. Şarkılar, türküler, şiirler eşlik ederken bize.. Koyu bir muhabbet tutturmuşuz çayımız önümüzde.

Ardından yöneldim pencereye, açtım. Lambalara gözüm ilişti. Bazıları söndürüldü, bazıları yanmaya devam ediyordu.

Dedim ya geceydi. Kimi derin uykularda kimi uyumak için hazırlıklarda. Çok kalmadan orada döndüm oturdum yerime.

Biraz aralık kalmış gibi, bir anda kokun sızdı içeriye.

Nasıl oluyor?

Nasıl oluyor da hiç ortada yokken bir saniye ile bütün her şey değişiyor?

Nasıl bir deprem bu? Nasıl bir ateş?

Kokun geldi ya içeri. Ne fark eder içeriye o an girmesi, içime bu kadar işlemesinin yanında? Sonra nasıl oluyor her şey sen oluyor?

Çıkan şarkının sözlerinde ne işin var mesela?

Ne işin var içtiğim çayın deminde?

Elimle tutamadığım, gözümle görmediğim ve asla göremeyeceğim bir koku nasıl oluyor da gönlümde böyle yer tutabiliyor?

Peki sesin?

İşte beni öldürecek dert budur..  


19 Aralık 2018 Çarşamba

Dağıldım Biraz.. Toparlanmalıyım..





Dağınık kafam..

Kafam çok dağınık. Neresinden tutsam toparlayamıyorum gibi. Hangi ara bu kadar ucunu kaçırdım bilmiyorum ama dağınık kafam.

Keşke her şey Yıldız Tilbe şarkıları kadar güzel olsa. Çay da olur. Çay gibi güzeli gerçi zor bulunur. Ama keşke işte Yıldız Tilbe yönetse dünyayı.

İnsanlar birbirlerine selam değil şiir verse. Şiir için bir yaşanmışlık olmalı çünkü. Ama selamlar da samimiyetsizlikler var gibi gibi.

Mesneviden ders alsak gerçekten hepimiz birer birer. Mevlana gibi hoş görsek.

Ama şu dağınık kafam, boğazıma düğümlenen sevdan..

Ne deyim? Nasıl anlatayım bilemeden, yaşıyorum işte yaşıyormuş gibi yaparak..

O değil de, ben bu içimdekileri kime anlatayım diyorum birden. Sen dinlemeyeceksen mesela ne önemi var bütün dünyanın kulak kesilmesinin. Bütün dilleri bilsem ne fayda, bir tanesiyle bile sana bir şey anlatamazken.

Yıldız Tilbe böyle güzel şarkı yazmayı nereden öğrendi?

Sokak lambaları neden hep içime dokunuyor?

Neden dünlerimiz bugünlerimizden daha güzel?

Çay bu kadar güzelken neden yaralarımı kapatamıyor?

Ben seni neden böyle sürekli düşünüyorum? Ve senin niye hiçbir şeyden mütemadiyen haberin yok?

Kafam karışık..

Nefes almak lazım..

Çok nefes..

Daha çok..

Daha çok müzik dinlemeliyim. İçimde seninle deli gibi konuşup duran şu sesi kısana kadar yükseltmeliyim sesini notaların..

Hatta şarkılar bestelemeliyim. Ama seninle bu konuşup duran halime artık bir dur demeliyim.
Nefes alamıyorum..

Daha çok dinlemeli, daha çok susmalı, daha çok nefes almalıyım.

Boğulmamalıyım saatlerin arasında.

Zamanı sayarak geçirmemeliyim.

Kilitlenmeden bir sayfada okumalıyım tüm kitapları..

Ne olur, git..

Sezen Aksu şarkıları gibi..

Gitme dur ne olur.. Gitme kal yalan söyledim..


10 Aralık 2018 Pazartesi

Bir Şiir Yazıyorum Sana..




Bir şiir daha..

Şimdi bir şiir daha yazıyorum sana.

Ve bilmiyorsun sen hiçbirini,

Tıpkı daha öncekiler gibi.

Bir şiir daha yazıyorum sana

Teşbihlerle doldurdum yine içini

Neye benzetirsem benzeteyim benzemezken sana hiçbiri

Geçirince elime kalemi

Yazıveriyorum yine ansızın seni

Sadece seni

Hep seni..

Çok kelimem yok benim. Ama günde milyonlarca kez sadece seninle konuşuyorum. Ben yıllardır sadece içimdekileri sana anlatıyorum. Yalnızca sana..

İnan bu öyle güzel bir duygu ki. Her şeyi yalnızca seninle konuşmak. Duymasan da dinlemesen de görmesen de bilmesen de..

Doğrusu çok bilmiyorum senden başkasıyla nasıl konuşulur.

Annemle otururken koltukta, bir yanımda çayım, elimde elbisem dikiyordum sökük kısımlarını. Şu cümlede en çok önemsediğim yer annemle yan yana oturmak belki de. Ben onun, annemin yanında, dikerken elbisemin söküklerini içimden seninle konuşuyordum.

Dedim bir şey var batıyor içime. Sanki kalbim cammış, kırılmış, şimdi parçaları batıyor içime. Sonra dikerken elbisemin söküklerini, sana dedim ki “keşke kalbimin kırıklarını da dikebilsem”
Sana dedim, annem duymadı, sen de öyle.

Ama ben annemin, hani kendimi Allah’a en yakın hissettiğim yer olan annemin yanında seninle konuşuyordum..

Ne önemi vardı ki başka bütün her şeyin..

Söküğünde elbisemin, kırgınlığında kalbimin, türkülerinde Neşet Ertaş’ın, her ne derse desin şiirinde şairin sen varsın sanki..

Nereye bakarsam, kiminle konuşursam, neye gülersem..

Yahut günaydın derken arkadaşlarıma

Çiçeği sularken ofiste

Annemin özenerek ördüğü oyaların ilmeğinde..

Yıllardır işte..

Hep sen..

Ve ben yine bir şiir yazıyorum sana. Tüm harflerini elimle tek tek severek, bir şiir yazıyorum sana..

Öncekilerden farklı,

Öncekiler gibi..