İzleyiciler

8 Aralık 2021 Çarşamba

Üçüncü Şahısların Hikayesi.. ( İki Ayrı 'O')

 


Hayatları boyunca 1 olamayan, iki ayrı O’nun hikâyesi diyebiliriz belki. Ama; ben, sen, biz ya da siz değil, en çok hiçbir zaman bir cümlede onlar olamayan iki ayrı üçüncü şahıslar.. (zor bir cümle olmuş, tekrar okuyunca anladım)

Doğru anlatabildim mi bilmiyorum, hiçbir zaman bir bütün olmayan iki ayrı insan işte.

Sahi, insan hiç birlikte bir bütünün iki parçası olabilir mi? Yani gerçekten bir insanı severken, onu diğer yarımız gibi hakikatle görebilir miyiz?

Gerçekçi olmak gerekirse sanmıyorum..

Eğer iki insan, ayrı ayrı iki insan; bir elmanın iki yarısı gibi olsa mesela, bir yarım diğer yarımı daha çok ya da daha az sevebilir mi?  

Mesela biz insanlar birbirimizin kusurunu çok çabuk görürüz. En çok yanımızdakilerin, en çok sevdiklerimizin kusurlarına bakarız, diğer yarımız gibi gördüğümüzü iddia ettiğimiz birinin kusurlarını görürken de aynı maharete sahibizdir.

O halde biz üç kâğıtçı mıyız? Biz diğer yarımızı hatalarla mı var ediyoruz?

Bu başka konu, bilahare biraz daha üzerinde düşünerek belki bir gün ( bir hafta sonra da olabilir, bir ay ya da bir yıl sonra) üzerine bir şeyler yazarım..

Ya da sevdiğim biri ile bu hususta konuşabiliriz bilmiyorum.

Dün gece içime bir sıkıntı girdi, ama nasıl bir sıkıntı. Benimle alakası yok. Uyumak istemediğimi ama deli gibi de uykumun geldiğini fark ettiğim bir vakitti.

Benimle alakalı hiçbir şey yokken, aklımı kurcalayan iki üçüncü tekil şahısların nasıl birbirlerinden bu kadar ayrı ama birbirlerinin bu kadar aynı olduklarını düşündüm durdum..

İnsan ömründe kaç kere geç kalır?

İnsan nelere geç kalır ya da?

Geç ne demek?

Zeyneb mesela bir kere uçağı kaçırmıştı. Uçak Zeyneb’i almadan gitmişti. Bu geç kalmak mı? Onca çabasına rağmen yetişememiş olması geç kalmak mı? Uçağa da yazıklar olsun, kız o kadar koşmuştu.

Neyse konu bu değil bir an aklıma geldi işte.

Peki, insanın en büyük geride kalışı kaç kere olur? Ya da insan yetişmek istediğinde ne yapmalıdır?

Birbirini seven insanların sevgilerini bahanelere feda etmelerine kızıyorum. Bu iki üçüncü şahıslar da pekaala birbirlerine karşı bir şey hissedip, saçma sapan bahanelerle birbirlerine bağıra bağıra geç kaldılar..

Eğer bu geç kalmaksa..

Off ne kadar karışık karışık bir yazı yazdım Allah affetsin.

Ama anlaşılan bu olay, bu iki kişinin bahaneler uğruna birbirlerinden kopmaları ya da hiç bağlanamamaları beni bir parça etkilemiş, garip rüyalar gördüm.

Peki, hikâye nerede? Hala başlamayan hikâyem nerde?

Bütün hepsi bu kadar işte.

Bir konuyu öyküleştirme hususunda galiba çok iyi değilim. Ya da cümlelerin ucunu açık bırakmayı, sadece bir konu üzerine düşünmeyi, düşündürmeyi seviyor da olabilirim.

Belki bu da benim serseri serbest stilimdir.

Bir ara da unutmadan, ‘Nasıl Hüseyin Rahmi Gürpınar’a Dönüştüm?’ adlı yazımı içinde sıfır bilgi ile yazmayı düşünüyorum.

Dostum, magazinsel bilgiler kimseye bir şey kazandırmaz :)

Bu arada ‘André Rieu’ adlı sanatçının ‘Love theme from Romeo and Juliet’ isminde klasik bir eseri var. Çok güzel, dinlemek isteyen olursa buraya bırakayım.

Ama ben orijinali değil de, ‘Love Theme from Romeo and Juliet - Joslin - Henri Mancini, Nino Rota’ şeklinde arattığınızda çıkan versiyonu dinliyorum. Dipnot olsun.

Hoşça ve dostça kalınız..

15 yorum:

  1. İki insanın birlikte bir bütünün parçası olabilmesi için öncelikle ikisinin de kusursuz bir yarım olması gerekiyor sanırım. Burada tamamlanacak olan insansa eğer, bu pek mümkün olmayabilir. Çünkü insan kusurlarla doludur ve iki eksik/kusurlu varlığın bir araya gelerek tam/kusursuz bir varlık ortaya çıkarması pek mümkün değil gibi. Hakikatle görme konusunda ise, insan kendi hakikatinin idrakına varabiliyor mu ki karşısındaki insanı hakikatle görebilsin diye sormak gerek. Aslonanın bu olduğunu da düşünmüyorum açıkcası. İki insan bir olmak zorunda da değil, bir bütün oluşturmak zorunda da. Buradaki asıl mesele karşımızdakini olduğu gibi kabul edebilmekte. Eksiklikleriyle, kusurlarıyla..

    İki insan bir elmanın iki yarısı olsa biri diğerini daha az ya da daha çok sevebilir mi? Sevgi konusunda azlık ya da çokluk kavramını oldum olası mantıklı gelmemiştir bana. Zaten bunu ölçebilecek bi aparat da henüz keşfedilmedi sanırım. Sevginin miktarından ziyade niteliği ve şekli önemli gelmiştir bana hep. Zira biri, birini sevecek olsa çok sevmesinden ziyade karşısındakini 'güzel' ve yormadan sevmesini tercih ederdim. Bazı sevgiler yorucu hatta bazen öldürücü bile olabiliyor.

    Sevdiklerimizin kusurunu görmekte de bir beis yok bence eğer onun kusurunu kendi kusurumuz biliyorsak. O utanınca ondan daha çok utanıyor ve O kusurları için üzülünce ondan daha çok üzülüyorsak. Allah da bizim kusurlarımızı görüyor ama sevgisinden şüphe etmiyoruz. Başka türlü hissediyorsak sevdiğimizi söylediğimiz kişiye karşı evet üçkağıtçıyız diyebiliriz.

    Geç kalmak ya da erken gitmek! İnsan birine geç kalmışsa, karşısındakinin de erken gittiğini söyleyebiliriz. Yani mesela tren Zeyneb'i beklemiş olsa(O'nun geliş saatine nazaran erken gitmemiş olsa) Zeynep geç kalmış olmazdı. Hatta tren O geldikten sonra da bir süre beklese Zeynep erken bile varmış diyebilirdik. Belki de tren onun O'nun gelmekten vazgeçtiğini düşünüp yola düşmüştür. Zeynep'siz gitmesinin ne anlamı var diye düşünebiliriz ama tren bu gitmek doğasında var. Şimdi Zeyneb bir kere geç kaldı ya, o trene binip gitmek için diğer hazırlıklarını tam zamanında yapmış olmasının hiç bir anlamı kalmadı. Yol azığı olarak pişirdiği çörekler, başını yaslayıp huzurla dışarıyı seyredebilmek için yanına aldığı dantel işlemeli yastığı, akşam kompartımanı aydınlatmak için daha yeni satın aldığı gece lambası ve anneannesinin bahçeden nar toplayıp elleriyle hazırladığı kızıl şerbet.. İnsan bir kere geç kaldı ya da erken gitti mi diğer hazırlıkların pek bi anlamı kalmıyor. Hatta bambaşka bi insana dönüşüyor ama konumuz bu değil tabi. Uyku kaçıran şu rüyayı da merak ettim doğrusu.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. En çok 'kusur görmenin beis olmayışı' ile ilgili bölümü sevdim yorumda. Çok sıcak. Soba gibi..
      Tabi diğer bölümler de samimi ama bahsini ettiğim yer zihnimde bir açılıma sebep oldu. Teşekkür ederim.. çiçek Abbas olsaydım, Şakir'le beraber size de bir çay söylerdim. Çünkü çay önemli..
      Öte yandan sevmek ne derin bir kelime. Ve iyi ki kelimeler var.
      Ve rüyam..
      İlginçti.. genelde rüyaları hep ilginç bulmuşumdur zaten :)

      Sil
  2. Şakir çayı nasıl sever bilmiyorum ama benimki demli olsun lütfen, çünkü dem önemli :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ahh ve demden hasıl olur Adem, ah çekeceksin ki dem tutasın demişti biri..
      Ve şiddetle tavsiye ediyorum; ‘Love Theme from Romeo and Juliet - Joslin - Henri Mancini, Nino Rota’ çok güzel bir eser..

      Sil
  3. Dinledim, güzel parça gerçekten. Coşku ve hüznü, umut ve çaresizliği aynı anda içinde barındıran bir parça. En azından bana hissettirdikleri bunlar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İnsan nasıl bu kadar zıt şeyleri aynı anda hisseder..
      Şahsınız nazarında değil sadece, insan ne garip, birçok şeyi aynı anda hissedebiliyor..

      Sil
  4. "Kainatta her şey zıddıyla maruf ve mümkündür" diye bir görüş vardır. İnsan da bu gerçekliğin en bariz şekilde tahakkuk ettiği canlıdır diyebiliriz. Kamil bir insanda da bu gerçekliğin tam olarak yer etmiş olması gerekir. İçinde sadece sevgi barındıran bir insan; hem mazlumu sevecektir hem de zalimi. Böyle bir insan için ideal insandır diyebilir miyiz? İşin birde duygu boyutu var ki bu biraz daha karışık bir mesele gibi. Umut ışığının genelde çaresizliğin en koyu anında ortaya çıkması yahut şafağın gecenin en karanlık anından sonra atması gibi. Çaresizlik ne kadar artarsa insanın umut arayışı da o kadar çoğalır.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Her şey gerçekten zıddıyla mı mümkün? Ya da gerçekten zıddı olmayan tanınmaz mı?

      Sil
    2. yetkili abilerimiz öyle buyurmuş.

      Sil
  5. İnsanın garip bir varlık olduğu konusunda da hem fikiriz. Daha bir kaç gün önce tam da bu konuyla ilgi 'insan gerçekten hayret verici bir varlık' diye başlayan ve insanın duygu ve düşüncelerinin zaman içindeki değişimine ve bunlar arasındaki zıtlığa değinen bir yazı kaleme almış ama sonunu getirme fırsatı bulamamıştım. İnsan gerçekten garip bir varlık..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Peki biz bu yazı tamamlandığında nereden okuyacağız?

      Sil
    2. Bazen bilgisayarda not defterine bazen de herhangi bir müsvedde kağıda yani nerde artık nasıl denk gelirse bir şeyler karaladığım için bir başkasının okuma şansı şimdilik pek yok sanırım. Pek okumaya değer şeyler yazdığımı da düşünmüyorum şahsen o yüzden çok da mühim olmasa gerek.

      Sil
    3. Mühim olup olmadığına bir başkası adına siz karar vermemelisiniz, yazan dahi olsanız :) yetkili abilerinizin bu hususta da muhakkak söylediği bir şeyler vardır.. ama kendinize saklamak isterseniz; tercihtir, saygı duyarız :)

      Sil
    4. "Şiir onu yazana değil ona ihtiyacı olana aittir". Bu konuda yetkili abilerimizden biri olan şair Pablo Neruda'nın 'II Postino' adlı filmindeki bi sahnede mektuplarını taşıyan postacı parafından kendisine söylenmiş bir söz. Vermek istediği mesaj sizi tasdik eder nitelikte. İzlemediyseniz filmi izlemenizi de tavsiye ederim. Konuyla ilgili bölümün linki buraya bırakıyorum : https://www.youtube.com/watch?v=NZP26-TVctE

      Sil
    5. Güzel söz..
      Filmlerle daha doğrusu izlemekle arası pek iyi olmayan biri olarak teşekkür ederim. Bir gün bir şey izlemek istediğimde bu önerinizi dikkate alacağım :)

      Sil