İzleyiciler

28 Eylül 2020 Pazartesi

Var Bir Şeyler..

 



Dün gece bir kelebek girdi odama. Işığın etrafında döndü durdu, sonra yanına kondu. Beyaz kanatları vardı.

Bir gece yarısı bir kelebek rüyalarımı korumaya gelmişti.

Hayallerimi belki de..

İçimde bir çocukluk arzusu belirdi.

Dün gece birden 9 yaşında oluverdim. 9 yaş bir kadın için annesinden doğan çocukluğunun son yaşıdır.

Sonra kendi çocukluğunu doğurur kadın kendisi ve kendi çocuğunun annesi olur.

Ve bir kelebekle yeniden içimde yeni doğan çocuğun ve ölen bir çocuğun son gününe gittim.

Gerçi ben öldürmedim. Annemin doğurduğu çocuğu da kendimle büyüttüm.

İçim huzur dolu.

Bir kelebekle kendimden özür diledim.

Rüyalarımın bekçiliğini yapmış bir kelebeğe ‘günaydın’ diyebilmek için yumdum gözlerimi.

Ve bir süredir aklıma takılan sorularımla uyandım sabah.

Düşündüm; Allah düşünme kabiliyetimden razı olsun. Düşündüm; bir süredir aklımda evet. Bir şarkı dinledim geçenlerde.

İçinde bir yer var, bir satır; ‘ömrüm ömrün kadar olsun’ diyor.

Söyleyen çok samimi ve yazan da bir insan.

‘Bir insanı bu kadar sevmek mümkün mü’ diye sordum kendime? Sahi, bunlar ne büyük sözler..

Ama bu cümleleri kuranlar da insanlar öyle değil mi?

Sonra sonra işte, ertelediğim, hatırlamayı en çok istemediğim çağlarıma düştüm.

19 yaşındaydım. Hatta yeni bitmişti 18’im.

Büyümek hiç mutlu etmemiştir beni. Oldum olası. Bir insan tekli yaşlarda olmayacak diye ağlar mı? Ben ağladım..

Bir insan ben büyümek istemiyorum diye kendini banyoya kitler mi? Ben kitledim. Annemler saatlerce beni çıkarmak için diller döktüler.

İki gözüm iki çeşme büyümeyeceğime beni ikna ettiklerinde çıktım banyodan.

Diyorum ya oldum olası sevmedim büyümeyi..

Ama şimdi başka bir şey. 19 yaşım başka bir şey..

Ne büyük sözleri, ne büyük cümleleri yüklendim. Büyümek istemiyorken bir anda kendimi yabancılar diyarında buluverdim.

Fiziksel bir yabancılık değil bu, ruhen.

İbrahim (a.s) değildim, ama çok şükür bütün o yangınlardan sağ çıktım. Güle dönüşen ateşlerim de oldu.

Ve şimdi şaşırdığım tüm sözleri kurabilecek kapasitem olduğunu da biliyorum.

Ve bilmek lanetlenmekti..

Sonra bugün, hatta az evvel yolda bir kelebek eşlik etti yanıma.

Ben yine aynı keşmekeşin içinde, cümlelerin esrarını düşündüğüm sırada..

Sanki nöbeti devralmıştı bu tatlı kelebek. Ama bu sefer kanatları siyahtı. Ahh Allah’ım ne güzelsin.

Ne güzel halkediyorsun..

Gözlerim için teşekkür ederim.

Bir kelebeğin koynunda bir ömür, kaç günlüktür?

Bilmem..

Ama şeyi biliyorum, bir ömrün uzun günler ve gecelerle alakalı olmadığını ve sevmenin sözlere sığmayacağını..

Teşekkürler kelebek..

 

17 Eylül 2020 Perşembe

Sahibine Küsen Hamster..

 




Ne zamandı bilmiyorum, ama çok uzun bir geçmişi yok onu biliyorum. Bir gün uyandığımda sanki hiçbir şey hissetmiyordum.

Hayır, hayır uyandığımda değil. Evet, şimdi hatırladım.

Bir akşamüstüydü..

Bütün hislerimi sanki pat diye düşürdüm.

Sanki zor tutuyordum gibi.

Ertesi gün mimiklerim olmadan uyandım. Konuşmak, gülmek, ağlamak..

Hiçbiri hiçbir şey ifade etmiyordu.

Heyecan duygum da yoktu. Çok heyecanlanabileceğim bir şeyler dahi hiçbir şey ifade etmiyordu.

Kimseyle konuşmak, kimseyi dinlemek de istemiyorum açıkçası.

Yani nasıl oldu bu bilmiyorum. Ama ablama izlettiğim bir video var, hatta unutmadan not edeyim buraya da.

‘sahibine küsen hamster’ videosu.. Bir hamster var, bir de sahibinin eli ve elindeki meyve. Önce çabalıyor o meyveyi almak için, sonra da ulaşamadığında bırakıyor, yani vazgeçiyor. Ama donuk bir halde. Sahibi ona o meyveyi uzatsa da tepki vermiyor.

Şu an bu tepkisizlik dönemindeyim hayatının ve o hamsterın aslında küsmek değil, hevesinin kırıldığına yemin ederim.

Hatta kalbi de kırılmıştır.

‘Hayat’ dedim ablama bu videodan sonra. Önce biraz güldük tabi. ‘insana heves ettiğinde değil, her şeyden vazgeçtiğinde tüm heveslerini uzatır’ dedim. Yine güldük, ama bu sefer acı bi gülüştü.

Öyle ama kendimden biliyorum. Her şey vazgeçtiğinde, hiçbir şey hissetmediğinde önüne düşüveriyor.

Sonra kimse beni sevmesin istedim. Kimse benimle konuşmak, görüşmek için heveslenmesin. Çünkü ben hep kendimden yola çıkıyorum. Ve her şeyi kendim gibi düşünüyorum.

Mesela beni seven bir insana karşı istesem de keskin çizgiler çizemiyorum. Ama bu onları sevdiğim için değil, sadece seven insanlara hürmet ettiğim için.

Mesela görüşmeyi nezaketen kabul ediyorum olayı bende yok, ben yine kendimden yola çıkıyor ve bir insanın başka bir insanın yüzünü görmesinin ne kadar önemli olduğuna inanarak kabul ediyorum.

Evet, belki nezaketen benimle görüşmek istiyor ve sahte sevgilere sahip oluyorlar. Ama ben yine de o böyledir, şöyledir değil kendim nasılsam öyle değerlendiriyorum.

İşte bundan mı bilmiyorum.

Hissizleşmem bundan mı?

Kimseyi de suçlamamak lazım şimdi.

Şunun bunun yüzünden değil.. Ben böyleyim.

‘Canımı yakanın canı yansın’ demem, pusuya yatıp perişan olmasını beklemem, ah edip pişman olsun diye düşünmem. Canımın yanması bana aittir der, yaramı sarmaya çalışırım.

Ah etmeden, bağırıp çağırmadan, çirkefleşmeden..

İşte maksimum bir yazı yazabilirim. O da kimse okusun diye değil.

Kimse, biri, bir şey gibi hedeflerim yok hayatımda. Bu bana iyi gelmiştir zaten hep. Ama konu şimdi bu değil.

Aslında konu hiçbir şey değil..

Ama ben birileri gibi değilim diye büyük bir suç işliyormuşum gibi. Yani canımı yakanların canı yansın diye beddualar etmeliyim, etmesem de içten içe kin güdüp perişanlık beklemeliyim.

Yahut mutluluklarım herkesinki gibi olmalı.

Neyse ki Rabb’im biliyor beni..

Çok şükür Rabb’im biliyor beni..

Çok uzatmadan, herkese benden Kent Şarkıları- Hayat Devam Ediyor ve bir bardak açık çay..

Göğe bakalım..

 

14 Eylül 2020 Pazartesi

Bir Düş'ten Düştüm..

 



Bir rüyaydı..

Oturduğumda kaldırımdaki sıcaklığı hissettiğim ve kaldırım taşlarının havadan, ellerimden daha sıcak olduğu gerçek bir rüyaydı. 

Karşımda duran apartman ve bahçedeki ağaçlar bana eşlik ediyordu. 

İnsanın içinde bir şeylerin kalması ne korkunç. Rüya gerçek bir rüyaydı ve içimdekiler rüyam kadar gerçekti..

Rüzgâr hafifçe esti, soğuktu. Zaten bana hep soğuk. Ama insanın anlaşılmaması daha soğuk. 

Rüzgâr ve hava soğuktu evet, ama anlaşılmamak gerçekten daha soğuktu. Hele yanlış anlaşılma korkusu, ne büyük tutsaklık, ne büyük esaret..

Derken gönlümün yarası geldi yanıma oturdu. Hiçbir şey olmamış gibi, ‘ben geldim’ dedi..

Tebessüm ediyordu, sanki bir savaştan çıkmış gibiydi. Yorgundu belliydi ama tebessüm ediyordu. Yine tekrar etti ‘ben geldim’ dedi. 

Bakmadım, sadece dinliyordum. 

‘Sana söz’ dedi, ‘söz veriyorum telafi edeceğim, hiçbir şey olmamış gibi yeniden tanışalım’..

Döndüm yüzüne baktım, sonra gözüm ellerine ve ayaklarına düştü. İçim üşüdü. Avazım çıktığı kadar bağırmak istedim. Ne kadar istediysem o kadar sustum. 

‘hiçbir şey olmamış gibi’ diyebilmek nasıl bir duygudur acaba..

Ahh Allah’ım, çok şükür sadece rüyaydı. Yoksa bu kelimelerin ağırlığını hangi omzumla kaldırabilirdim. Gönlüme değmeden nasıl oradan uzaklaşabilirdim? Çok şükür sadece rüyaydı. 

Devam etti o yürek ağrım, ‘sana söz veriyorum, hadi..’ dedi.. 

Sustum, tam üç yüz yıllık bir suskunluktu bu.. 

Gönlüme baktım, üşüyen ellerime sonra.. Titreyen ellerimden eser kalmamıştı ve ben o yaranın yangınında da ısıtmak istemiyordum ellerimi. 

Avuçlarımda dermanım duruyordu. Ona bakarken bir kere daha kıyamadım, öyle masum, güzel ve duruydu..

İçimdeki kelimelere ses üflenmedi. İçimde kaldı söylemek istediklerim, cümleye dönüşmedi..

Tekrar döndüm yarama baktım, ‘hangi birini unutacağım?’ Dedim ‘hangi biri silinecek, giden zaman geri gelmiyor. Hiçbir şey yok olmuyor..’ 

Söylemek istediklerimi söylemek de gelmedi içimden. Yarama merhem sürmek de.. 

Dermanın nahifliğine sığınıp, huzur ve sefa da da yoktu gözüm. 

İşte bu yüzden, o rüyadan sıçrayarak uyandım.. 

Hepsi buydu..

7 Eylül 2020 Pazartesi

Ne Sen Leyla'sın, Ne Ben Mecnun..

 


Bilinen bir hikayeden bahsederek başlayalım sözlerimize..

Çok özet anlatacağım. Çünkü uzatınca, bazen unutuyorum aslında neyden bahsedeceğimi. Ve zaten içimdekilerden kurtulmak için yazdığım yazıdan, içimdekilerle tekrar çıkmış oluyorum. Ve hatta bazen yenileri de ekleniyor

Her neyse..

Bir gün Leyla’nın babası harika bir ziyafet verir. Yemeğin başında Leyla vardır. Ve Mecnun da sıradadır. Herkese yemeğini veren Leyla, Mecnun’un tabağına kepçeyi vurur ve tabak kırılır. Herkes şaşırır ama Mecnun mütebessimdir. Leyla’nın onu sevmediğini söyleyenlere de o meşhur sözü söyler, ‘olmasaydı bana meyli, hiç çanağımı kırar mıydı Leyli?’

Yani kastı eğer bana da sizin gibi hiçbir şey demeden yemek verseydi, sizden ne farkım kalırdı? Beni sizden ne ayırırdı? Bunu okuduğumda kendim çıkarmıştım.

Kendi çıkarımlarımla yaşıyorum zaten. Âşıklar ve Sevgilileri arasında, mukattaa harfleri gibi sırlar var. Bazılarını hatta sadece âşık biliyor, Sevgili’nin haberi dahi olmuyor.

Ama gelelim yaşadığımız çağa.

Bizler atalarımızdan genlerini alan insanlarız. Kaşımız, gözümüzle değil sadece. Huyumuzla ve suyumuzla da..

Sanırım bu hikâyenin genlerini de almış olacağız ki, günümüz dünyasına vurduğumuzda çatır çatır kırıyoruz Mecnunların kâselerini.

He herkes Mecnun biz Leyla değiliz. Hatta bence hiç değiliz.

Yani bugün düşünüyordum, Aşk için irşat edecekse bir Sevgili, çanağı kırmasın. Çünkü artık Mecnunlar tebessüm edip, perde arkasına bakmıyor. Bunun yerine kalbine gömüp ya da bırakıp gidiyorlar.

Yani ‘ne sen Leyla’sın, ne ben Mecnun.. sen benim çanağımı kırarsan, ben de kapıyı çarpar giderim..’

Yani, kimse Mevlana değil, Şems’in gidişinde başını bir dilenciye vermeğe razı olsun.

Kimse zaten Şems de değil, arkalarında bıraktıkları Mevlana olsun.

Zaman değişti, insan dönüştü.

İnsan dönüşmeli de..

Zaman zaten değişir..

Tabi çok umutsuz da olmamak lazım, ama umut etmekle kendimizi kandırma arasındaki farkı da gözetmek lazım..

Sonra takvime darılmanın pek anlamı yok :)

Küçüklerin ellerinden, büyüklerin gözlerinden öperim..

5 Eylül 2020 Cumartesi

Ateş Ve Rüzgar'a..

 


Ağlaya ağlaya, susa susa, yaza yaza; söküp attığım, ezip geçtiğim, yıkıp kırdığım neyim varsa 3 kez üst üste baktığımda toprağına yine doluyor gözlerim.

Sızlıyor burnum..

Ve dişlerimi sıkıyorum.

‘hayır’ diyorum, ‘geçti, kendine gel..’

Unutamıyor insan.. unutulmuyor, silinmiyor.. hiçbir şey yok olmuyor..

Dinlemeyince o şarkıyı sen, radyolar insaf etmiyor.

Ben oldum olası sevmişimdir radyo dinlemeyi, frekanslar arasında düğmeyle oynamayı..

Ama insaf etmiyor ve yok olmuyor şarkı..

Oysa en fazla bir kere doğuyor insan ve en fazla bir kere yaşıyor. Ama ölüm öyle değil.

Ne arabesk bir cümle, ama hakikat.

Her ölümde bir parçasını gömüyor insan. Her gidiş bir ölüme denk geliyor benim lügatımda.

Her anı biraz daha toprak istiyor üzerine.

Ben anılarımı toprağa gömmekten de vazgeçtim oysa. Çünkü toprak bereketli, gömdüğünün hasatını toplatıyor sana..

İşte ey ateş, sana biraz daha muhtacım.

Toprağın hasatını, burnumdaki sızlamayı, ellerimdeki üşümeyi ve dinlerken bir müziği titreyen yanını sinemin, yak..

Ve ey rüzgar, savur kimsesiz diyarlara küllerimi..

Yoksa bu sızı benim kalp krizlerim olacak..

Yoksa yok olmamak için verdiğim tüm çaba elimde patlayacak.

Yoksa inanmalarımın bir sonu olmayacak.

Yoksa yine şiire meyledeceğim

Yoksa yine yazmaya yelteneceğim..

Kalbim yine itiraflara gebe düşecek ve bu doğumdan bir İsa (a.s) olmayacak.

Yoksa yine Meryem’in sancısına sevdalanacağım.

Yoksa yine Yusuf’un (a.s) kuyusunu, kuyusundan sonra zindanın arzusunu taşıyacağım.

Ve ben Musa (a.s) da değilim

Ben İbrahim (a.s) hiç değilim..

Ya bu gönlü elden vereceğim ya da tükenene kadar seveceğim..

Ey ateş ve ey rüzgar..

Ağlaya ağlaya ne varsa heybemde kalan, size teslim ediyorum. Emanet değil, size vakfediyorum ve tek şartım yakıp yok etmeniz..

Selam ve sevgilerimle..

1 Eylül 2020 Salı

Bir Eylül Başlangıcı..

 




Senin de bilmen gerekenleri, sana söylemek gelmiyor içimden.

İçimde yağmurlu bir güne doğacak güneşin hüznü var ve her gördüğümde heyecanlandığım adını görmek de istemiyorum.

Sana kırgın değilim, çünkü ben kırgınlıklarımı bir süre önce terk etmeye niyet etmiştim.

Sadece içimde umut olmuştun, bu inanmışlığın sancısı var..

Seninle konuşmak için biriktirdiğim hiçbir konuyu sana açmak istemiyorum.

Konular uzamasın, sözler çoğalmasın ve ben senden cevap bekleme sancısı çekmeyeyim hepsi bu.

Seni gördüğüm rüyalarda günlerdir, yüzümü çeviriyorum senden.

Haberin olmasın istiyorum.

Zehirlendiğim için üç gün çektiğim tüm sancıların içine sana dair olan incinmişliğimi de sığdırdım. Kimse anlamadı bu yüzden sana ne kadar incindiğimi. Ve sen de sormadın ‘nasılsın?’ diye..

Ve ben de zehirlerimin içine incinmişliğimi koyup, bir damla gözyaşı dökmeden ettiğim duama kattım ismini.

Bir insan yalnız ağlamayı arzulayacak kadar yalnız bırakılmamalı. Ve bir insan hep aynı düştüğü çukura itilmemeli.

Kimseyi suçlamıyorum.

O çukura hep ben düştüm.

Herkesi kendim gibi sanma hastalığım asla tedavisi olmayan amansız bir hastalık olarak hücrelerime işlendi.

Bir hafta peş peşe 10 tane yazıya başlayıp, hiçbirinin sonunu getiremeyişimin sorumlusu benim.

Zihnimi, kalbimi, ruhumu ben kendi ellerimle yine esir ettim.

Ama inanmıştım.

Belki dedim.

Olmadı.

Burnumun direğini sızlatıyor şimdi satırlar.

Ve içimden gelmiyor hiçbirini sana söylemek.

Ben de senin için herkes gibi biriyim. Hepsi bu kadar ve bu yüzden herkes her şeyi söylememeli.

Hoş geldin Eylül..