(Baş Not: 21.Ocak.2020, saat: 15.18’de yayınlanmış ve daha
sonra yoğun efkârdan dolayı kaldırdığım bir yazıdır. Şimdi yine yeri geldi,
paylaşayım dedim. Tüm vazgeçenlere,
vazgeçerken ciğeri sökülenlere, vazgeçemeyenlere ve çay severlere gelsin. Kendinizi
yalnız hissetmeyin, sizi de anlıyoruz. Biz, hepimiziz..)
Senin parmakların değdi diye, her baktığımda senin izin var
diye kesmeye kıyamadığım tırnağımdan vazgeçtim.
İçinde seni bulduğum şarkıları dinlememeye karar verdim.
Fotoğraflarına bakmıyorum.
Acı çekmemeye yemin ettim.
72 saat boyunca ağrıyan kalbimi azad ettim. Azad ettim
ağrısından. Artık sadece kan pompalıyor.
Yaralarımın hepsinin üzerini kapattım. Oysa hepsini tek tek
severdim ben, ama hepsine merhem sürdüm kapattım.
Seninle yürüdüğüm tüm yolların alternatiflerini buldum,
yönümü değiştirdim.
Bir kere, sadece bir kere benimle yağmurda ıslanmak
istediğin için, her yağmurda ıslanmaktan vazgeçtim.
Sonra, işte bu son.
Ben yazmaktan vazgeçtim..
Ne anlatırsam anlatayım yetmeyeceğinden değil.
Seninle anım olan, içinde sen olan her şeyden yüzümü
çevirdim.
Çünkü ben 72 saat boyunca kalbim ağrırken,
Yutkunamazken,
Ihlamur gördüğümde ağlarken,
Hıçkırarak ağladığım sırada kahkaha ile gülecek kadar kafayı
yemişken,
Bütün bunlara dayanabilme kudreti vermesi için Allah’tan
sabır dilerken,
Gözyaşlarımla dilenirken,
Gökyüzünün altına sığamazken,
Ve ayaklarım neden yürüdüğünü bilemezken,
Boğazımda kemik, düğümler nefes almamı sıkarken,
Biriyle konuştuğumda yanlışlıkla defalarca ona senin adınla
seslenirken,
Kazağımdan değil, nefes alamadığım için kazağımın yakasını
çekiştirirken,
Beğendiğin için beyaz hırkama bakamazken.. ve o kazak çok
sıcak tutar,
Sen ısıtmayacaksın diye artık üşümezken,
Üşümekten vazgeçmişken,
Ve 5 dakika da bir sıçrayarak uyandığım uykularımın
ıstırabını yaşarken,
Ve hemen ardından 24 saat boyunca seni anmayacağıma söz
vermişken..
Vazgeçtim..
Yazmaktan, dinlemekten, görmekten, duymaktan..
Hoşça kal..
İşte en çok bunun için Rabb’im razı et beni.
Üç noktaya yetmeyen nefesim için, güç ver bana..
Ve Rabb'im, beni bu acıdan azad et..
Birini bu kadar sevmek.. Akıl işi değil diyeceğim ama bu konunun akılla ilgili olmadığını inkar eden de yok. İnsan bilinçli olarak birini bu kadar sevmeyi tercih eder mi? Bilemiyorum.. Birisi bu kadar sevilmeyi ister mi? Ondan da emin değilim. İnsana böyle sevme kabiliyetini bahşedenin bir amacı olmalı. Dini-tasavvufi öğretilerde insanın yaptığı her işi Allah'ın rızasını kazanmak için yapması istenir. Yediğin yemeği de Allah için yemeli, uyuduğun uykuyu da Allah için uyuman tavsiye edilir. Bunun yolu olarak da her işte Allah'ı düşünerek eyleme geçmek gösterilir. Kamil bir kul her an Allah'ı düşünmeli her adımını onun için atmalı derler. İlk başta bu öğreti insana pek makul gelmiyor. Yani insan nasıl olur da her an ve her işte Allah'ı düşünerek hareket edebilir ki? Ama insan işte, böyle bir kabiliyete sahip olduğunu başka yollarla da olsa öğrenebiliyor. Birine aşık olduğunda görüyor ki; her an her saniye birini düşünerek yaşayabiliyor insan. Attığı her adımda O'nun kendisinin bu hali hakkında ne düşüneceğini tasavvur edebiliyor.
YanıtlaSilYazı da verilen örnekler kadar güzel ve derin örnekler veremeyeceğim için hiç o işe kalkışmıyorum. Bazen yazılarda geçen her konunun gerçek olup olmadığıyla ilgili şüpheye düştüğüm oluyor ama burada verilen örnekleri düşündükçe en azından belli bir kısmının yaşanmadan insanın bu tür farkındalıklar edinemeyeceği açık. Hayatı belli bir boyutta anlamlı kılan bu duygular bağzı açılardan da insanın hayatı kaçırmasına sebep olabiliyor. 'Bilemiyorum Altan'. Gerçekten bilemiyorum. Neyse ki öncelikle bağzı duyguları hissedebilecek, sonra bunları kelimelere dökebilecek ve bunları paylaşabilecek(duyguların muhatabı olan kişiyle olmasa da) imkanlara sahipsiniz. Kıymeti bilinesi ayrıcalıklar. Bırakalım da başka şeyler de eksik olsun. Olsun mu ki? Yine bilemedim.. Fark edeceğiniz üzere bugün kafam yine çok karışık. Satır aralarında kaybolmasını umarak yeni bir satıra geçmeden yazacağım bir de itirafta bulunmak istiyorum sayın hakime hanım.(Böyle hitap ettiğim için lütfen bağışlayın. Bir insana kabul etmediği bir sıfatı isnat etmek ne kadar kabaca değil mi? Bu seferlik beni mazur göreceğinizi ümit ediyorum. Nerdeyse bana bu cüreti sizin verdiğinizi söyleyip bunun için sizi suçlayacağım. İnsan bu kadar da nankör işte. Gösterilen iyi niyeti suistimal etmeye meyilli. Bu, bu şekilde son hitabım olsun.) Ne diyorduk, evet itiraf.. Öncelikle düşünmek, sonra açık açık yazmak ve düşünüp yazdıklarım hakkında konuşmak gibi arzularım var. Arzu demeyelim de ihtiyaç diyelim, zira teşhisi doğru koymak önemlidir. Ne var bunda düşünün, yazın, konuşun dediğinizi duyar gibiyim. Affınıza sığınarak belirtmek isterim ki "eşşekten düşmüşün halinden eşşekten düşmüş anlar" ve sanırım siz bu eşşekten düşmemişsiniz. Hatta bu eşşeğe hiç binmemişte olabilirsiniz. Neyse bu eşşek muhabbetini daha fazla uzatmadan konuyu burada kapatayım :)
Teşekkürler, teşekkürler..
Yorumunuzu dün okudum ve yine alelade bir yanıt vermek istemedim, ayrıca telefondan yorum yazmak da bir hayli güç oluyor, keyif alabileceğim bir şekilde cevaplamak istedim..
SilŞimdiye kadar birçok yorum almışımdır paylaşımlarım hususunda, fakat en keyiflisi bu olmuş diye gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Hatta yanıtlamaktan ziyade, tek başına bir yazı olarak yayınlamak istiyorum, müsaadeniz olursa :)
Bizim için onurdur efenim :)
SilMemnun oldum :) sakin bir zihnim olmayacağı için karmakarışık bir anımda düzenleyip yayınlayacağım :) umarım yorumunuz kadar keyifli olur..
SilKeşke sadece bir kum tanesi olsaydım. Hatta o kadar bile yer kaplamasaydım şu dünyada.
YanıtlaSilİnsan yer yer bunu diyor evet, benim de var böyle söylemlerim. Yani, sizi anlıyorum. Fakat madem yaratıldık; o halde yaşamak, olmamayı arzulamaktan önce gelmez mi? Kum tanesi ile ilgili Simyacı'da çok güzel şeyler yazmış Paulo Coelho, isterseniz sizinle de paylaşabilirim. Havamız değişir belki..
SilDinlemek isterim elbet. Zaten hayattan bir çift söz, bir bakış, bir haber, bir dost selamından başka ne beklentimiz var ki?
SilKitabın 153 üncü sayfasında başlıyor sözünü ettiğim yer. Ben Pazartesi günü (20.06.2022), metroda okudum. Ve o gün de blogtaki yorumunuzu gördüm, her söz ihtiyacı olana bir şekilde ulaşır diye düşündüm. Kendi yorumumu söze çok katmak istemiyorum ve bir parça da merak bırakayım ki, daha sonrasında kitabı fırsatınız olduğunda okuyun ( belki okumuşsunuzdur..)
Sil'yüreği ona Evren'in Ruhu'nun işlerini anlatmaya başladı. Her mutlu insanın, içinde Tanrı'yı taşıyan insan olduğunu söyledi. Ve tıpkı önce Simyacı'nın da söylediği gibi mutluluğun, çölün küçük bir kum tanesinde bulunabileceğini söyledi. Çünkü bir kum tanesi Yaratılış'ın bir anıdır ve Evren, onu yaratmak için milyonlarca, milyonlarca yıl uğraşmıştır. '
Gören göz için bazen çölün ortasındaki küçük bir kum tanesi bile hakikati göstermek için kafi gelebilir. Kum taneleri varoluş amaçlarına uygun olarak kum tanesi olma vazifesini yerine getirir. Ait oldukları yer her neresi ise; kumsal ya da çöl, orada bir anlam ifade ederler. Yemek sofrasına düşmüş bir kum tanesinden kimsenin haz edeceğini sanmıyorum. Ait olduğu yerde bulunan ve vazifesini ifa eden her varlık mutluluk kaynağı olabilir. Peki ya ait olduğu yerden ve amacından ayrı düşmüşler ne yapmalı?
YanıtlaSilYine de kum tanesine bakış açısını sevdim sevgili yazarın. Kitabı okumak ister miyim? Sanırım evet. Daha önce de belirttiğim gibi altı çizili satırları bulunan kitapları hiç el değmemiş olanlara tercih ederdim. Lakin işte Zeynep hanım kitapların meşru varisi olarak oracıkta duruyor. Gerçi suçu O’nun üzerine atarak haksızlık etmeyelim O olmasada kitap isteyecek cesareti gösteremezdim. Zamanında yüzlerce km uzakta olan birinden satır altlarını çizdiği bir kitap emanet almıştım. Sonrasında ben de bazı satırların altını çizip düşüncelerimi yazarak geri iade etmiştim. Keyifli bir okuma olmuştu. Tabi o zamanlar düşünce ve eylemlerime sınır koymamı engelleyen fiili durumlar yoktu. Yine de bu sınırları bir anlığına yok sayacak olsam kitabı nasıl isterdim diye düşünmeden edemedim. Sanırım kargo için bir adres vermek yerine kitabın belli bir gün ve saatte belli bir noktaya bırakılmasını istirham eder ve yüz yüze gelmeden kitabı oradan alırdım. Sonra okuyup kendi notlarımı aldıktan sonra başka bir gün yine kitabı aynı noktaya bırakırdım. Film sahnesi gibi oldu biraz, sanırım daha az film seyretmeliyim :)
Özü itibariyle bakarsak aslında; sofradaki kum tanesinden çok da farkımız yok, insanlar olarak. Mevlana'nın da dediği gibi bizi de kamışlığımızdan koparmışlar. Dünya zaten bizim yurdumuz değil, ama diyorum ki ben madem geldik o halde yaşamayı tercih edelim :)
SilSanki vardı bu bahsinizi ettiğinize benzer bir şeyi konu alan bir film. Hatta gözümün önünde bir karesi de var. Kitaplarım hususunda oldukça hassasım ama okunmasına karşı değilim.. belki bir gün inceleyebilirsiniz siz de :)
Tercih bana bırakılmış olsaydı en azından insanlardan uzakta bir yerde yaşamaya tercih ederdim.
YanıtlaSilŞu filmi de merak ettim doğrusu. Bu sıralar aklımdan geçen düşüncelerin ya bir kitapta ya da bir filmde geçiyor olması beni tedirgin etmeye başladı :) Kitap ya da senaryo mu yazmaya başlasam ne yapsam :)
Size bilmediğiniz bir şey söyleyemem ama çiçekleri suladınız mı hiç? Bizim ofiste bir çiçek var mesela ben onu suluyorum. Ama belki bir gün kaldırımlardaki ağaçları da sularım. Siz de deneyin lütfen. İyi geliyor :)
SilDünyada yalnız mı yaşadığınızı düşünüyordunuz? :) niyetlerimiz bizde niyet olmadan önce yazılmıştır :)
Ya da birileri sizi lambadan izliyor :)