‘Bir gün durup dururken, ortada hiçbir şey yokken pat diye
biri ölüyor.
Nedenini bilmiyorum.. ama pat diye niye ölünür ki?
Sonra insan yaşamak ve ölmek arasında sıkışıp kalıyor. Tuhaf
alınganlıkları oluyor. Hiç hissetmediği şeyleri hissetmeye başlıyor. Hiç
yaşamadığı pişmanlıkları yaşıyor ya da hiç özlemediği şeyleri özlüyor.
Bir günden biraz önceydi..
Gece olunca üzerime bir ağırlık da çöküyordu. Kalbim
sıkışıyor, sanki göğüs kafesimden çıkmak istiyor gibi bir baskı oluyordu..
Hiç yapmadığım şeyleri yapmak istedim.
Uzun zamandır konuşmadığım biriyle, konuşmak istedim..
Bu istek bir taarruz şeklindeydi, sanki işgal ediliyordum.
Şu an kalbim öyle bir baskı altındaki, anlatabilmek ne
güçleşti benim için. Oysa daha bu öğlen Zeyneb’e ifade ederken içimdekileri
zorlanmadığımdan söz ediyordum.
Neyse..
O baskıyı ruhumda hissettiğimi anladığımda Zeyneb’e ve
Fatıma’ya mesaj attım. İkisinin de ortak kanaati bu konuşmanın elime hiçbir şey
geçirmeyeceğiydi.
Fatıma kendime neden bunu istediğimi sormamı, kendi
gerçeklerimle yüzleşmemi söyledi.
Zeyneb ise bu isteğe beni neyin ittiğini bulmamı yazdı. Ve
‘şimdi uyu, yarın detaylı konuşalım..’ dedi..
Derken ertesi gün oldu, bloğuma yazarsam normale dönerim
diye düşündüm, geçtim monitörün karşısına sayfayı açtım ve hiçbir şey
yazamadım. Bu durum bu şekilde 2 hafta sürdü (yazamama hali).
Bu süreçte hemen hemen her gün bloğuma girip, arşivlediğim
yazıları okudum. Hala onları gün yüzüne çıkarmak istemediğimi fark ettim.
Bazılarını okurken çok sıkıldım.
Evet, şu an yaklaşık yarım saattir yazıyorum.
Ve içimdeki o düğüm çözülmedi ama sıkıntım azaldı..
Bugün hemen hemen bütün detaylarını hatırladığım bir rüya
gördüm..
Evet ya evet, kafam karman çorman ve hıçkıra hıçkıra ağlamak
istiyorum. Şu an o baskıyla falan alakalı da değil bu..
İnsan ağlamak istediğinde ağlayabilmeli.
Tıpkı gülmek istediğinde gülmeli gibi.
Saçmalıyorum. Daha fazla yazamayacağım.’ Demişim dördüncü
ayın yirmi sekizinde..
Ne garip, o gün yapmadığım ve yaptıklarım için bugün hiçbir
şey hissetmiyorum.
Birkaç gün evvel kitaplarımı topluyordum ve defterlerimi de.
Atmam gereken kâğıtlar ve anılar vardı. İnsan anılarını atabiliyormuş. Atınca unutuluyor
mu? Evet, unutuluyormuş..
Günlük olarak başladığım, hatıra defterine dönüştürdüğüm,
anketler yaptığım, maniler-şiirler yazdığım ve sonunda matematik problemlerini
not ettiğim bir defter buldum. Benim defterim ve ne çok şey anlatıyor dedim. 20
yıl öncesine ait bir defter. Yaşadığım her şeyden habersiz.
Yazmayı hep sevmişim.
Hala o defterdeki duyguları yaşadığım yönlerim var. ‘Demek ki’
dedim ‘çok da ölmemiş çocukluğun.’
Sonra sustum, derin derin sustum.
Çocukluğuma geri dönmeyi istemiyorum. Çocukluğunu çok seven
biri olarak diyorum bunu. Bu geçen 20 yılı bir daha yaşamak ister miyim,
sanmıyorum.
Yorgunum.
Ne yapsam, arşivimdeki yazıları tarihleriyle yeniden mi
yayınlasam? Yoksa kabuğuma çekilip, unumu eleyip, eleğimi duvarıma mı assam?
Eğer bu blog okurları için bir soru ise biz okumaktan memnuniyet duyarız. Zaten eskisi kadar sık yeni yazı da yazmıyorsunuz.
YanıtlaSilAslında yazıyorum ama kağıda dökmüyorum, beynimin içinde cilt cilt ititaflar var :) ama yayınlayabilirim pekala..
SilPeki tarihlerini de yazayım mı?
Zaman olgusu önemli bir mefhum. Özellikle naçizane insanın düşüncelerinin zaman içindeki değişim ve tekamülünü anlamak açısından diye düşünüyorum
YanıtlaSilO halde tarihleriyle paylaşalım.. teşekkürler 😊
SilBiz teşekkür ederiz efenim, sabırsızlıkla bekliyoruz :)
YanıtlaSilBu yazı kaynadı mı peki? Hakkı mahfuz mu? Yeniden yayınlayım 😊
SilYazı sizin, blog sizin, hak sizin, keyf de sizin efenim. Gönlünüz nasıl ister, içinizden nasıl gelirse.
YanıtlaSilBiz her türlü detaya talibiz:)
Canımın içi, Sevgili Montaigne'cim; sözün iki kişilik olduğunu, yarısının yazan/söyleyene diğer yarısının da okuyana/dinleyene ait olduğunu söyler :)
SilVe yorumları ciddiye alıuorum :)
Hüsnü nazar etmişsiniz bekliyoruz o halde.
YanıtlaSilUmarım hüsn ile bakabiliyorumdur. Teşekkürler :)
SilBu arada yazınızla ilgili fikirlerimi yazacağım ancak öncesinde biraz zihnimi toplamam gerekiyor. Gelişi güzel edilmiş sözlerden oldum olası haz etmemişimdir. Biraz da bu yüzden yazmak konuşmaktan daha evla geliyor bana. Yazarken daha dikkatli ve seçici olma şansı elde edebiliyor insan.
SilÖyle, insan yazarken 'mmm şey' de demiyor. Ama bu kadar dikkatli olmak da bazen insanı yormuyor değil. Yine de özveriniz için teşekkürler :)
SilLise yıllarıydı.. Sınıfta bir arkadaşım sara krizi geçiriyordu. Onu o halde gördükten sonra okul çıkışı eve giderken yol boyu yaşamın ne kadar değerli olduğunu ve bu kısa hayat içinde gereksiz ne çok şeyi dert edindiğimizi düşünüp durdum. Ölüm değildi belki ama uzun süre ölüm gerçeğini ve ihtimalini zihnimde canlı tutmaya yetmişti. Bunun dışında içimizde ölenler de var ki o başka bir mesele. Yarınlar geç kalmakla meşhur demiştiniz bir yorumunuzda.. bazen geç kalmamak adına bu gibi gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalıyor insan.
YanıtlaSilKonuşma konusunda açıkçası benim de zihnim karışık. Her ne olursa olsun konuşma ihtiyacı hissediyorsa konuşmalı insan diyeceğim ama bunu ben de yapabiliyor değilim. Tüm sözlerin anlamını yitirdiği bir yer var, insan oraya gelmeye görsün. Zamanında söyleyemediği her söz insanın zihninde çoğalıp bir dağ olabiliyor. Neyseki sizin güzel dostlarınız var da onlara danışıp en azından konuşma arzunuzu onlarla paylaşabiliyorsunuz. Bunlar büyük nimetler.
Güzel dostlar edinemeyenler açışından yazmak da büyük bir nimet. Ben yazmanın ne büyük bir nimet olduğunu maalesef geç farkedenlerdenim. Siz yine bu konuda benden şanslısınız. Bakın mesela yazınca farkettim ki bir çok konuda hayat size hep torpil geçmiş :) ne kadar çok nimetle nasiplenmişsiniz. Tabi sizden neler götürdüğünü de sizden daha iyi kimseler bilemez.
Bu arada bu hangi yılın dördüncü ayının yirmi sekizinci günü hala söylemediniz :)
ahh nasıl yazmamışım, bu yılın dördüncü ayının yirmi sekizinci günü, hani şu geride bıraktığımız var ya işte o.
Sil'İnsan dilinin altında gizlidir' demişti Peygamber efendimiz.. şimdi doğru diyeceğim ama zaten Peygamberin sözünün yanlış olma ihtimali de yok ve benim tasdik etmeme de ihtiyacı olmadığını düşünüyorum :)
o yüzden doğruluğu bir kenara bırakıp, o söze olan inancımı ifade etmek isterim.
İnsan, sevgili Anonim, insan garip bir mahluk. Her gün kendimize hayatın aslında 'an'dan ibaret olduğunu ve hiçbir şeyin aslında çok da mühim olmadığını söylesek de, yine dert ediniyor :) kendimden biliyorum.
İmtihandayız, dünya rahatlık yurdu değil diye telkinlerle birbirimize dertlerimizi anlatırız mesela :) ben öyleyim en azından..
Dost nimeti noktasında ise, şükürler olsun, maşaallah deyin lütfen. Zira, akşam gözümüz var desek sabah çıkıyor :) nazara da gelmeyelim durup dururken.
Sanırım bütün dünya müşterek bir karmaşa içerisinde. Dolunay'la alakalıdır belki, kim bilir?
Maşallah efenim maşallah, Allah sayılarını çoğaltsın diyelim :) Söz dostlardan açılmışken eski yazılarınızdan birinde tek tek dostlarınızdan bahsetmiş, onları anlatmıştınız. Acaba diyorum bugün aynı yazıyı yeniden yazacak olsanız hepsi için aynı şeyleri mi yazardınız yoksa zaman içinde hakkında yanıldığınızı düşündüğünüz bir dostunuz oldu mu? Zira insan dostlarını her zaman tam manasıyla tanıyamayabiliyor.
YanıtlaSilBu karmaşanın suçunu dolunaya yıkmak öyle muhteşem bir güzellik için biraz haksızlık olmaz mı? Tüm ihtişamı ile temaşa edip temennaya gelmemiz için orada duruyor gibi değil mi?
Sayının çokluğundan ziyade mevcut olanın niteliğini önemsiyorum aslında sayın Anonim :)
SilEvet o yazıyı biliyorum, ben yazdım bilmem doğal tabi :) elbette değişik yönleri ile karşılaştığım oldu fakat onlara karşı olan muhabbetim ve kalbimdeki yerleri baki :) ama tam anlamıyla bir insan şı'dud demek doğru değil sanırım.
Her gün haklarında başka şeyler öğrenmek mümkün :)
Ay'a selam olsun tabii ki suç değil ama gğzelletin nazı öyle oluyor :) insanın dengrsini bozabiliyorlar..