Bir gün, bir metro durağında sabahın erken saatinde telaşla koşturan insanlar gördüm..
Bu konuya kafasını kaldıran ve boşluğu izlerken gözü etrafına değen çok insan dikkat etmiştir.
Herkesin telaşı, koşturması.. kimisinin yürüyüşündeki utangaçlığı, bazısının kaygısı..
İnsanları izlemek çok şey öğretir ama dik dik bakmamak suretiyle tabi, yoksa ansızın biri sizi tokatlayabilir ve haklıdır da. Dik dik bakılmaz. Zaten izlemek bir çeşit yolculuktur..
Derken, bir an irkildim. Defalarca kez bana dar gelen bu dünya; ama bir kere değil, defalarca kere bana dar gelen bu dünyaya bunca insan nasıl sığıyordu.
Eğer dünya bu kadar büyükse ben niye kendime bir yer bulamıyorum?
Bakış açısı diye cevaplayabilirim bu soruyu. Hatta eğer cevabı kendime değil de başkasına versem ikna da ederim. Hatta ve hatta bakış açısını değiştirebilirim de..
Ama kendime elim ulaşmıyor, merhemim yetmiyor. Benim bazen günüm henüz güneş tepedeyken bitiyor.
Karamsar mıyım? Sanmam.. melankoliyi zaten hiç sevmem.
Ama işte biliyorum, başımıza ne geldiyse büyümekten geldi. Büyümeyecektik arkadaş..
Biliyordum ondan ağladım o kadar ben büyümeyeceğim diye (10 yaşıma girdiğimde tekli rakamlarda bir daha olamayacağım diye ağladım, birkaç yıl geçtiğinde de kendimi banyoya kitleyip büyümeyeceğim diye saatlerce çıkmadım).
Ama ne oldu?
Dediğim yere geldik. O zaman da diyordum; 'büyüyünce yaralarımız çabuk iyileşmeyecek, kimse hatamızı kolay affetmeyecek' diye.
İşte o noktadayım. Büyüdükçe sığamıyorum hiçbir yere.. kocaman oldukça sanki kütlemiz arttıkça.. neyse tamamlamak istemiyorum bu cümleyi.
Nereden nereye geldik yine, hayırlısı..
Bu gece de böyle olsun.
Hoşça kal sevgili günlük gibi kullandığım blogum.
Müsaadeniz olursa o yarım kalan cümleyi ben tamamlamak isterim.
YanıtlaSilKütlemiz arttıkça, ruhumuz küçülüyor sanki. Çünkü; umudun yerini karamsarlık, heyecanın yerini endişe alıyor insan yaş aldıkça. Aşka dair inancı törpüleniyor, sevmek yerini tuhaf bir kayıtsızlığa bırakıyor. Kim bilir belki de doğrusu budur? Bu son cümle bile ruhumun ne kadar küçüldüğünü gösteriyor sanki. Demek ki ben de az büyümemişim :)
Bütün bunlara rağmen uzaktan da olsa, büyüdükçe ruhu küçülmeyen insanlar da tanıdım gerçi. Ruhu tıpkı evren gibi zaman geçtikçe genişleyen, su gibi saf ve dupduru insanlar. Her durum ve her şartta ve her hangi bir zamanda saflığını kaybetmeyen insanlar. İşte o insanlar içindir ki Sezai Karakoç şu dörtlüğü yazmıştır;
Ben Leylâ gibi güneş doğarken uyanamam
Şehir gece gündüz benim içime uyur
Leylâ'yı götürüp Londra’nın ortasında bıraksam
Bir bülbül gibi yaşamasını değiştirmez çocuktur
Ne diyebilirim ki? Mutlu oldum, içimin karabasanlarının sesi kısıldı. Yazarken sanki ruhum sadece bedenimde değil bir şişeye kabzolmuş gibi hissediyordum.
SilYine ümitvar ve iyimser kapatmışsınız, tebrik ve teşekkür ederim :)