İzleyiciler

29 Aralık 2021 Çarşamba

Ben Sizin Babanız Değilim..

Ben sizin babanız değilim, ben ne dersem o olmaz..

Ve her insan her zaman her istediğini yapacak diye bir şey de yok. Mesela her istediğini yapabilmek hatta bence çok korkunç..

Sonra birini sevmek onun sahibi yapmaz kimseyi, sevdiğimiz insanlara onları yaratmışız gibi davranmak da ne bileyim biraz akıl eksikliği gibi..

2021 in son demlerinde neye bu kadar sinirlendim bilmiyorum.

Oysa sadece biraz hasta, biraz yorgunum. Ama mutsuz değilim (elhamdülillah)

Ağrım var, nefesim de daralıyor. Ama ruhsal bir sancı değil şükürler olsun..

Kalp ağrısı çok kötü biri, birkaç kere çok derinden münasebetimiz oldu kendisiyle ve hiç hoşlanmadım zatı alilerinden..

Neyse..

Peki, ben neden sizin babanız değilim? Beni tanıyan birçok insan bu söylediğimin fiziksel durumla alakalı olmadığını bilir.

Aslında bu bir itiraf da diyebiliriz..

Nasıl mı? Şöyle ki; çocukluğumdan bu yana biraz gereğinden fazla sorumluluğu hep almışımdır.

Ve bazen başkalarının sorumluluğunu da.. Bu ciddi bir problem. Başkasının sorumluluğunu almak aslında kendi hakkına girmek çünkü..

Fedakarlıktan bahsetmiyorum, bu bir kul hakkı meselesi. İnsan sadece başkasının hakkına girmez, hatta temelde kul hakkı insanın kendisine saygısızlığıdır.

Hazır başladık giydirmeye iki kelime daha yazayım içimde kalmasın; gıybet akıl eksikliği ve gösteriş de düşük zeka belirtisiymiş. Uzmanlar öyle söylüyor. Her şeyimizi gösterme çabası da bir kompleksmiş.

Sonracıma bağırarak karşımızdakini susturmaya çalışmamız acizlik, kendimizden güçsüz birine (fiziksel-psikolojik) şiddet uygulamaksa düpedüz eziklikmiş..

Bunları yazarken nasıl içim rahatlıyor anlatamam. Çünkü çoğumuzun karşılaştığı durumlara bir isim bulmak insanı rahatlatıyor.

Çok coştum, sakin ol Semacım 🙏🏻

Ve gerçekten ben kimsenin babası değilim, olmak istemiyorum ve olmayacağım da..

Eğer Allah o yükü benim omuzlarıma koymak isteseydi bunu yapardı, artistlik yapıp her önüme gelenin yükünü yüklenince; en başta kendim olmak üzere kimseye bir iyiliğim dokunmuyor..

Ve gün sonu raporunu aldığımda ben 100 yaşında bir ruhu taşıyorum. Özür dilerim sevgili kendim..

Kimsenin babası olmadığımı da geçen annem, çocukken babamın gömleğini giydiğimi söylediğinde idrak ettim. Evet dedim. Ben bu gömlekle babalık misyonunu yüklenmişim. Anaç değilim bildiğimiz babaçım. Babacan da olabilir.

Pardon, öyleydim. Artık değilim. Herkes kendi derdine, kendi yüküne, kendi işine dönsün.

Hoşça kal 2021 bir daha gelmeyeceksin biliyorum. Senden nefret etmiyorum.

Bu arada Nurgül'e yazı yazdığımı söyledim, çok atarlı olduğumu da söyledim o da bana 'seviyorsanız söyleyin'li bir yazı mı diye cevap verdi..

Kız haklı seven de söylesin. Sonra ağlamanın kimseye faydası yok..

Bitti. 

20 Aralık 2021 Pazartesi

Nurgül İle..

 


(Baş not: maşallah demeden okumayın Allah rızası için, son zamanlarda akşam gözümüz var desek sabah gözümüz çıkıyor zira..)

Soğuk aylardayız..

Ama üşümek sadece havanın derecesinin düşmesiyle olmuyor. İnsan soğuk bir yüz, soğuk bir söz, merhametsiz bir kalp gördüğünde de üşüyor.

Zaten bazı şeyler bazı şeylere hiç bağlı değil.. (ne demek istediğimi yazacağım aşağıda bir yerlerde)

Gelelim Nurgül’e..

İki gün konuşmadığınızda bütün dünyanın elektriği kesilmiş gibi hissettiğiniz insanlar muhakkak vardır. Nurgül öyle biri benim için..

Birçok şeyi onunla yapmak büyük keyif veriyor hatta.

Issız bir adaya düşsem yanıma Nurgül’ü mutlaka alırım..

Peki, niye Nurgül? Reenkarnasyona inanmayan bir insan olarak ve Harry Potter izleyen bir insan olarak, ruhumun onda tekrar dirilmesi demeyim de, Nurgül’de ruhumun bir parçası var diyebilirim.  (Harry Potter-hortkuluk gibi olabilir, ama o da korkunç mu oldu? Bilemedim..)

İnsan birini sırf kendisine benzettiği için sever mi? Sever.. Peki, bu kendini sevmek midir? Yoksa gerçekten sevgilerin de çeşitleri, aşamaları falan var mı? Hadi düşünelim..

Akşam olduğunda, iki gün üst üste olmuşsa ve birinde konuşmamışsak ansızın bir mesaj geliverir birden telefonuma, ‘ne okuyorsun Sema abla?’ bu mesajı atan tabii ki Nurgül’dür.

Aynı kitabı okumayı severiz çünkü..

Aynı şeyleri izlemeyi, aynı şeyleri dinlemeyi, aynı yerleri görmeyi..

Mesela bir dedikodu yapacaksak, kitabın içindekilerin dedikodusunu yaparız.. Ama ne dedikodular.. Bu eğlenceli olur.

Çünkü insanlardan kaçıp, kitaplarda dinlenmek, çünkü uzaklaşmak ve kitaplarla yakınlaşmak bize iyi gelir biliriz.

Ya da birlikte hayaller kurmak, bu iyileştirir çünkü..

Evet, hayal kurmak iyileştirir. Ağlarken güldürebilir mesela. Ve bir de şey var, nerede güzel ve iyi bir şey görsem sevdiğim insanlar o güzelliği görsünler isterim. Gülüyorsam onlar da gülsün..

Çünkü onların iyilikle bir ilgisi olduğuna inanırım. Bazı insanlardan yana umudum çok.. (Nurgül, ‘bazı’yı ‘bağzı’ okur musun lütfen?)

Şimdi yukarıdaki parantez içine gelelim.

Benim insanlarda şaşırdığım bazı şeyler var ( Nurgül ‘bazı şeyleri,’ ‘bağzı şeyler’ olarak okur musun lütfen?)

Mesela çok gülmenin çok mutlu olmakla bir ilgisi yok. Ama acı çekerken gülebilen insanlara şaşırırım..

Hatta bir şiir var Victor Hugo’nun ‘Ağlamak için gözden yaş mı akmalı? Dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı? Sevmek için güzele mi bakmalı? Çirkin bir tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı? Hasret; özlenenden uzak mı kalmaktır? Özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı? Hırsızlık; para, mal mı çalmaktır? Saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı? Solması için gülü dalından mı koparmalı? Pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı? Öldürmek için silah, hançer mi olmalı? Saçlar bağ, gözler silah, gülüş, kurşun olamaz mı?’

Bence bu şiir en çok Nurgül’ü anlatıyor. Mesela o güler çünkü.. Ama derinlerinde ne sakladığını kimse bilmez.

Çaktırmaz.

Ama biz insanlar görmediğimiz yarayı yok saymakla meşhuruzdur. Ama Victor Hugo ne diyor? ‘ Dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı?’

Ahh keşke ağlamasa..

Ya da göz yaşları sadece mutluluktan aksa..

Şu yaşıma kadar gönlüme değmeyen bir defteri dahi almaktan imtina etmişimdir. Gönlüme değmeyen bir insanla da uzun uzun konuşamam mesela.

Ve her gönlüme değen bana bir şey öğretmiştir. Nurgül gibi, Kübra gibi, Zeyneb gibi, Fatıma gibi, Songül Can gibi (evet Can böyle yazılır) Zehra gibi, Buse gibi.. (burada 40 bin kere maşallah diyoruz)

Ve daha birçok güzellik gibi..

Tüm güzellikler adına, teşekkür ederim Allah’ım..  

(Dip Not: Nurgül filleri çok sever..)




8 Aralık 2021 Çarşamba

Üçüncü Şahısların Hikayesi.. ( İki Ayrı 'O')

 


Hayatları boyunca 1 olamayan, iki ayrı O’nun hikâyesi diyebiliriz belki. Ama; ben, sen, biz ya da siz değil, en çok hiçbir zaman bir cümlede onlar olamayan iki ayrı üçüncü şahıslar.. (zor bir cümle olmuş, tekrar okuyunca anladım)

Doğru anlatabildim mi bilmiyorum, hiçbir zaman bir bütün olmayan iki ayrı insan işte.

Sahi, insan hiç birlikte bir bütünün iki parçası olabilir mi? Yani gerçekten bir insanı severken, onu diğer yarımız gibi hakikatle görebilir miyiz?

Gerçekçi olmak gerekirse sanmıyorum..

Eğer iki insan, ayrı ayrı iki insan; bir elmanın iki yarısı gibi olsa mesela, bir yarım diğer yarımı daha çok ya da daha az sevebilir mi?  

Mesela biz insanlar birbirimizin kusurunu çok çabuk görürüz. En çok yanımızdakilerin, en çok sevdiklerimizin kusurlarına bakarız, diğer yarımız gibi gördüğümüzü iddia ettiğimiz birinin kusurlarını görürken de aynı maharete sahibizdir.

O halde biz üç kâğıtçı mıyız? Biz diğer yarımızı hatalarla mı var ediyoruz?

Bu başka konu, bilahare biraz daha üzerinde düşünerek belki bir gün ( bir hafta sonra da olabilir, bir ay ya da bir yıl sonra) üzerine bir şeyler yazarım..

Ya da sevdiğim biri ile bu hususta konuşabiliriz bilmiyorum.

Dün gece içime bir sıkıntı girdi, ama nasıl bir sıkıntı. Benimle alakası yok. Uyumak istemediğimi ama deli gibi de uykumun geldiğini fark ettiğim bir vakitti.

Benimle alakalı hiçbir şey yokken, aklımı kurcalayan iki üçüncü tekil şahısların nasıl birbirlerinden bu kadar ayrı ama birbirlerinin bu kadar aynı olduklarını düşündüm durdum..

İnsan ömründe kaç kere geç kalır?

İnsan nelere geç kalır ya da?

Geç ne demek?

Zeyneb mesela bir kere uçağı kaçırmıştı. Uçak Zeyneb’i almadan gitmişti. Bu geç kalmak mı? Onca çabasına rağmen yetişememiş olması geç kalmak mı? Uçağa da yazıklar olsun, kız o kadar koşmuştu.

Neyse konu bu değil bir an aklıma geldi işte.

Peki, insanın en büyük geride kalışı kaç kere olur? Ya da insan yetişmek istediğinde ne yapmalıdır?

Birbirini seven insanların sevgilerini bahanelere feda etmelerine kızıyorum. Bu iki üçüncü şahıslar da pekaala birbirlerine karşı bir şey hissedip, saçma sapan bahanelerle birbirlerine bağıra bağıra geç kaldılar..

Eğer bu geç kalmaksa..

Off ne kadar karışık karışık bir yazı yazdım Allah affetsin.

Ama anlaşılan bu olay, bu iki kişinin bahaneler uğruna birbirlerinden kopmaları ya da hiç bağlanamamaları beni bir parça etkilemiş, garip rüyalar gördüm.

Peki, hikâye nerede? Hala başlamayan hikâyem nerde?

Bütün hepsi bu kadar işte.

Bir konuyu öyküleştirme hususunda galiba çok iyi değilim. Ya da cümlelerin ucunu açık bırakmayı, sadece bir konu üzerine düşünmeyi, düşündürmeyi seviyor da olabilirim.

Belki bu da benim serseri serbest stilimdir.

Bir ara da unutmadan, ‘Nasıl Hüseyin Rahmi Gürpınar’a Dönüştüm?’ adlı yazımı içinde sıfır bilgi ile yazmayı düşünüyorum.

Dostum, magazinsel bilgiler kimseye bir şey kazandırmaz :)

Bu arada ‘André Rieu’ adlı sanatçının ‘Love theme from Romeo and Juliet’ isminde klasik bir eseri var. Çok güzel, dinlemek isteyen olursa buraya bırakayım.

Ama ben orijinali değil de, ‘Love Theme from Romeo and Juliet - Joslin - Henri Mancini, Nino Rota’ şeklinde arattığınızda çıkan versiyonu dinliyorum. Dipnot olsun.

Hoşça ve dostça kalınız..