Nasıl bir hikayesi vardı kimse düşünmedi. Kaç ateşe göğüs gerdi kimse peşine düşmedi.. sinesine işlenen gül motifleri bir saça gül kokusu sürmeden kırılmıştı..
Ve kimsenin belki de merhamet edip okşamadığı bir başın; rahmetle okşanan tırnakları, elleri olacaktı.. olmadı, olamadı..
Başlamadan bitmişti o tarağın hikayesi..
Bazı hikayeler böyledir ama, tam başlıyorum dediğin yerde bitiverir öyle ansızın. Kimse de o hikaye başlasın diye gösterdiğin çabayı görmez.
Göremez..
Belki senin gibi birçok insan aynı şeyi yaşamıştır ama herkes aynı yerinden kırılmaz.
Bazıları çok acımasızdır mesela..
Güzel gülenler örneğin.. Onların acımasızlığı bir kalbi dağlar. Öyle güzel gülüp, o gülüşü çiçek açtırdığın bir gönülden gizlemen.. bu resmen cana kastetmek olmalı hatta..
Hukukta bir karşılığı da olmalı bence. Resmen yasa çıkmalı ya da insan öyle gülmemeli. Nefsi müdafaa edemiyoruz böyle durumlarda, ne yapalım? Ne yapalım canımızdan oluyoruz bir gülüşün peşine takılıp..
Sonra güzel bir ses..
Benim felaketim bu mesela; rüzgarın, toprağın, ağacın, kuşun kanadının sesi..
Beni büyüler ses. Kainatı sanki duyarak görüyor gibiyim. Belki de devasa bir kulağım bilmiyorum..
Ama işte hep en sevdiğim yerden kırılıyorum sonra..
Sonra çok sevdiğim bir sesi bir daha duyamama ile cezalandırıyor beni hayat..
Allah'ım zaaflarımı benden al..
Hikayeler diyorduk.
Ve kırık bir tarağın hikayesinden bir insanı düşlüyorduk..
Düş demişken, insan düşüyor ya. Gerçekten bu rüyalar da beni mahvediyor. Öyle serin ve selamet de değil rüyalarımız. Rüyalar gerçek gibi ve her güneş doğup rüyalardan uyandığında insan, Adem'in dünyaya düşmesi gibi bir gariplik yaşıyor..
Bir cennet bağından, dünya zindanına..
Ve her uyandığında öyle rüyaların ertesimde, hangi yasak meyveyi yedim diye tüm gün kendine gelemiyor..
Bugün mesela, Orfeus'u gördüm rüyamda.. (burnumun direği sızlıyor yazarken dahi)
Yeşilçamdan fırlamış gibi bir ortamda yuvarlak bir masanın arkasında tüm vakarıyla ve asaletiyle oturuyor, elinden hiç düşürmediği kitabından bir sayfayı tüm incelikleriyle anlatıyordu..
Ben niye uyandım bu rüyadan?
Öyle olmamalı ama..
İnsan bir başka insanı bu kadar canına işlememeli.
Bir rüyadan uyandığında güneşe savaş açmamalı. Rüya deyip geçmeli..
Hem sonra; kırık bir tarağın, düşen bir yaprağın peşine düşüp onları zerrelerinde hissetmek de neyin nesi?
Belki de kendime isim bulmaya çalışıyorumdur..
Belki de yaklaşıyordur yaklaşmakta olan.. kim bilir..
Ama ben saklıyorum o tarağı, yapıştırmadan, yaralarına dokunmadan..
Çünkü birinin yarasına saygı duymak gerekir. O tarağı yapıştırmak benim harcım değil.
Ustası değilim ve sırf yarası iyileşsin diye yapıştırıcı sürdüğümde kalacak olan o kırık izi kapatamam, yoksayamam..
Ben yaraya saygı duyarım.
Neyse ya çok kızdım şu an durup dururken..
En iyisi biraz da kitap okuyup kaybolmak.
Belki ben de yazarım içinde kaybolunacak bir kitap..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder