Ama insan birine seslenmek istemiyorsa? Nasıl bulmalı bu sessizliği?
Ya da nerede?
Sevgiyi kalpte bulabiliyorken, kırgınlığı kalbe sürmemek için verilen çaba da cihat hükmüne dahil olur mu? Olsun mu?
Çok uzun zaman evvel bir hadis okumuştum, motomot sözlerini yazamayabilirim belki ama içeriği şuydu; 'birini sevip, ona sadık olan kişi bu halde ölürse; şehit olarak ya da şehit sevabı ile ölmüş olur.'
Birinden kasıt illa karşı cins mi ya da sevginin mahiyeti ne?
Bilmiyorum..
Ama geçtiğimiz günlerde bir kitapta şehadet makamının, aşıkların hallerinden bir hal olduğunu okuyunca bu hadis geldi aklıma..
Ve gecenin bu saatinde beni yazmaya teşvik eden ise ne Aşk, ne hasret, ne iç çekişler, ne konuşma arzusu..
Sadece işte o hitap kelimesi..
Ve bir de içimde küçük bir çocuğun küskünlüğü var.
Aşamıyorum..
Bu küskünlüğü aşamıyorum..
Hem de küçük bir çocuk değilim.
Çocuklar ağlayınca iyileşir, uyuyup uyanınca barışırlar değil mi?
O halde içimdeki çocuk değil mi?
Büyüdüm mü?
Hangi ara büyüdüm bilmiyorum. Allah'ım büyümek biraz da olsa bilmek değil mi? Ben bunca bilmediğimle nasıl büyüdüm?
Yüzde kaç büyüdüm acaba..
Her neyse.
Bir veda kaç hoşça kal eder? Ayrılık bu lisanda kaç hece?
Kalbi firak ateşiyle yanan insanlar gece olunca ne yapıyor?
İnsan kalbini kıran kişiyi neden hep çok sevmiş oluyor?
Ben ne zaman Neyzen olacağım?
Ve yarın uyandığımda bir mucize olacak mı?
Bu geceye bir parçamı bırakacağım ama.. bu bu gece adına açık bıraktığım tek kapım..
Ve toplayıp bütün yorgunluğmu, kırgınlığımı, nazımı, sitemimi, hazzımı, neşemi, sevinç ve sevgimi yarına göç edeceğim biraz sonra..
Her şey bir göz kapayıp açma meselesine dönecek.
Yarın bu geceden iz taşımayacağım..
Ama bu geceye bir parça, bir açık kapı bırakacağım..
Günler ilerledikçe uzaklaşacağım..
Ama kim bilir aklı başına gelir belki Doğu Şiiri'nin..
O halde hoşça kal Gece'm..
"İnsan birine hitap etmek istiyorsa..." diye başlamışsınız cümleye ve "... illa buluyor bir şeyler.." diye de devam etmişsiniz şair hanım. Lakin bu her zaman böyle olmuyor. İnsan her daim çalacak bir kapı bulamadığı gibi, kapıyı açacak olanla konuşacak yüzü de bulamayabiliyor. Söylenebilecek tüm sözlerin anlamını yitirdiği bir yer var. Aslında oraya hiç varmamak en ideal olanıdır ama en azından bir gün kendini orada bulursa umulur ki söyleyeceği tüm sözleri tüketmiş olsun. Aksi halde gün geçtikçe ağırlığını daha fazla hissettiren birer yük haline geliyor her bir kelime. Zamanla bu yüke alışacağını düşünüyor insan ama aksine her geçen gün kendini daha fazla hissettiriyor. Sözün özü gün geliyor aynaya bakacak yüzü bile bulamıyor insan kendinde kaldı ki zamanında söylenmemiş sözleri söyleyecek yüzü olsun.
YanıtlaSilÖncelikle 'şair' değilim ama hüsn-ü nazar etmişsiniz, teşekkür ederim. Öte yandan insanın hitabı birinden, bir şeyden evvel kendi içinde olmalıdır. Birine seslenmek, hitap etmek önce insanın içinde olmalı.. yoksa ete kemiğe bürünen, sese söze giren hitabı herkes duyar ve illaki bir karşılığı vardır.. karşılık deyince illa müspet değil menfii cevaplar da bir karşılıktır. Kapının açılmaması da bir cevaptır. Ve her şey imtihandır. Bir kapının önünde karalar bağlayıp, yas tutalım ve kendimize küselim diye yaratılmadık..
SilHem her halukarda açılacak olan Hakk'ın kapısına gidelim. Orada hem kendimize hem hakikate bakacak yüzümüz daima vardır, üstelik ev sahibi de bizi daima güzelliklerle karşılar.
Evet insan hangi duyguyu dile getirirse getirsin söz önce kalpten çıkmalı ve herkesten önce kendi sözüne kendi iman etmeli. Bunda bir şek yok. Menfi cevaplar almak yahut kapının açılmaması da bir cevaptır amenna. Lakin o kapıyı çalacak yüzü kendinde bulamamaktan bahsediyorum. Yoksa bir ömür bir kapının eşiğinde oturup beklemekte bir beis yok. Burada hangi niyetle kimin kapısının önünde oturulduğu önemli elbette.
YanıtlaSilİnsan bazen bu dünya sürgününde aradığını bulmak ümidiyle o kadar başı boş dolanır ki en sonunda yolunu ve benliğini kaybeder. Ruhu güçsüz düşer ve salahiyetini kaybeder. Artık o kapıyı bulsa ya da o kapı gelip onun huzurunda dursa, eşiğinde bekleyecek gücü kendinde bulamaz.
Kendimize küsme meselesine gelince; bu mesele göründüğünden biraz daha farklı. Esasında insanın kendine küsmesi demek, her şeyi kendinden bilmesi demektir. Oysa tüm hayırlar O'ndandır. Hidayet edici O'ysa eğer; insanın kendine küsmesi yahut kendinden ümit kesmesi esasında Allah'tan ümit kesmesi demektir ki bu da ümit kesmesine sebep her ne ise ondan daha büyük bir suçtur.
Evet o kapı her daim insanın yüzüne açıktır ve ev sahibinin de misafirperverliğinden şüphe yoktur. Yeter ki bizde o kapıya gidecek yüz olsun ve o evin yolunu bulabilecek kadar kendimizden ve benliğimizden uzaklaşmış olmayalım.
Sözlerinize katılıyorum ancak takıldığım bir nokta var; neden 'kapıyı çalacak yüzümüz yok?'
SilDaha önce kovulduk mu?
Kalp mi kırdık?
Günaha mı girdik?
Kapıyla nasıl bir sorunumuz var? Aklıma bir şey gelmiyor, ancak bu söylediklerim için dahi bir çözüm olarak evvela kapıya gitmeyi görüyorum. Tekrar kovulsak ne olur? Çalmadan bilemeyiz ki. Af edersiniz bu bir yargı değil, sadece anlamaya çalışıyorum.
Yani nasıl ifade etsem bilemiyorum. Bir çocuk düşünün ki annesi ekmek alması için para verip bakkala göndermişte çocuk tüm parayı sokakta gördüğü şekercide harcamış gibi. Şimdi ne ekmek alacak parası var nede eve eli boş dönecek yüzü. Zira annesi ondan ekmek beklemekte.
YanıtlaSilİnşaallah sizi anlamışımdır. Ancak ne olursa olsun, her ne yaşanırsa yaşansın, insandır. Hataları ve günahlarıyla da insan insandır. Bir bedel ödenmesi gerekiyor ise ödenmelidir. Eğer annesinin sözünü dinlemeyip, kendi istediğini yapmışsa da yaptığı yanlışın sorumluluğunu alıp evine dönmelidir. Kapıyı çalmalı ve cezasına razı olmalıdır ki belki dürüst, samimi ve içtenliği ona annesinin merhametini gösterecektir. Bir yerde durup beklemek ve hiçbir şey yapmamak insana bir şey öğretmez. Öğrenmek için geldik. Hatalardan payımıza düşeni heybemize koyup, devam etmeliyiz. Ne yaşanırsa yaşansın kendimizi cesaretlendirelim. Nitekim yarınlar geç olmakla meşhurdur..
Sil