Bir rüya gördüm bugün, nasıl görmüşsem rüyamdan çıktığımda
her yerim ağrıyordu. Sonra ağrılarımı yanıma alıp elimi yüzümü yıkamaya gittim.
Bir an çok alakasız bir şekilde aynaya çarptım. Ayna titredi
ama ben sarsıldım. Aynaya hiç çarpmamışım daha önce. Hiç titrerken görmemişim. Gözlerim
bozuldu gibi hissettim.
Hazırlanıp evden çıktığımda hala o titreşim beynimdeydi. Neden
bu kadar şaşırdım bilmiyorum.
Evet, şaşkınlık bende bir huydur, çok güzel şaşarım,
şaşırırım. Ama aynaya çarpmak neden bu kadar hayret verici ki?
Aynalar beni efsunlar, çeker kendine. Bu çekim yüzünden
belki; aynaya çarptım, ayna titredi ama ben sarsıldım..
Sonra işte çay içtim, biraz çene çaldım. Biraz çalıştım,
biraz mesajlaştım, kitabımı bir yerde unutmuşum, biraz sonra aramaya gideceğim.
Teknik olarak yaz ayındayız, ama mevsimlerin şirazesi
kaymış. Çatır çutur yağmur yağıyor, gök gürlemesi..
Sonra rüyamdan düştüm. Az önce rüyamdan gelirken bir parçayı
da kendimle getirdiğimi fark ettim. Rüyalar bize dokunurlar.
Rüyalar kimdir?
Kaç kişidir?
Rüyalar insanı nasıl mutlu edip üzer? Mesela bir rüya nasıl
7-8 saniye olmakla beraber bir ömür oluyor?
Elle tutulur hiçbir şey görmediğim rüyam, niye beni kendine
çekiyor? Oysa ben uyandıktan birkaç dakika sonra unuturum rüyalarımı..
1,5 yaşımı hatırlayan ben, rüyalarımı unutma ustasıyımdır. Gerçi
1,5 yaşımı hatırlamak da beni çok mutlu etmiyor ama neyse mevzu bu değil..
Rüyamda da ne gördüm? Hiç..
Bugün 22 Haziran, takvime bugünle ilgili bir not düşmüşüm;
bir şeylerin temennisini yazmışım. Belki de en çok istediğim şeyin notu..
Ve bugün o gerçekleşmiyor diye şükrediyorum.
Zihnim hala titreyen aynanın beni sarsmasında.. Ve bir de
beni rüyamda kim dövdü?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder