İzleyiciler

27 Kasım 2016 Pazar

Hor Gözyaşlarım...



Her çokluğum neticede azdır
Nazınla kanıyor gönlüm
Süzülmesin
Hor gözyaşlarım
Üzerinde sırlarım yazıyor
Süzülürse eğer
Gönlüne dökülür sözlerim
Görmek ve söylemek karışmasın
Hor gözyaşlarımdan
Viranelerin artık kalmış kalıntılarından
Pes etmişler zaten
Gam denizinde kederlenme
Sızma oturduğun yere
Bakma yanaklarımdan süzülen sırlara
Mendil de verme bana
Dökmem ona sözlerimi
Yüreğini açarsan eğer
Dökülür belki
Çünkü gönül cevherdir
Beden arayamaz
Gönül “gitme” derse
Beden de gitmez
Gelemedim “affet”
Gönlümün sırlarını dökemedim “affet”
Müsaadesiz ve mahcuptum “affet”
Ayaklarım mazur ve tedirgindi “affet”
Ama bilmek istersen sırrımı, sözlerimi
Sızdığın yere döküldü, dikkat et.

21 Kasım 2016 Pazartesi

Damlaya Damlaya Yazı Oldu...



                Neydi kırılmak? Neydi kırgınlık? Küsmek? Öfke? Sevgi? Nefret? Bütün bu hislere ne isim vermişti? Kim bunların bu anlama geldiğini söylemişti?

                Mesela bu ismi verirken, örneğin sevmenin, herkesin gönlünün genişliğince olduğunu da söylemiş miydi? Yoksa herkes bu kelimenin içini kendi mi doldurdu?

                Gece oldu…

                Karanlığın en sevdiğim halindeyim, kulağımda bana her dinlediğimde kendi halimi hatırlatan henüz yeni tanıştığım bir müzik var.

                İçim…

                Gece gibi, biraz kararmış, ama gece gibi örtme arzusunda. Her şeyi, herkesi, yaşanmışlıkları mesela, en çok hayalleri. Hayaller tehlikeli çünkü bir anda insanı en çok istediği yere şıp diye götürüyor hem de istediği şekilde. Bir anda bulutların üzerine çıkıp yıldızlarla konuşturabiliyor mesela. Tehlikeli işte hayaller, hele geceleri, özellikle herkes elini eteğini yaşamaktan çektiğinde. Bir tek sen ve hayallerin kaldığında mesela. Hiçbir gürültü dahi çıkmadan… Büyük risk…

                Ben en çok gelişlerden korkarım mesela, gerçekçilikten değil, gelmeler gitme korkularını içinde barındırdığından. Düşmekten korktuğum için yükseklere çıkmayışım da mı bundan acaba? Ben korkak biriyim sanırım. Hayal kurmak özgürlüktür diyebiliriz evet, ama tutsak olduğumu, esir olduğumu düşünmüyorum. Üstelik ispatlamak zorunda olduğum bir özgürlükte tutsaktır belki.

                Zihnim karmakarışık ne düşündüğümü de tam kestiremiyorum. Kırgın mıyım? Bilmem. Yorgun mu? Olabilir. Öfke? Ona da bir parça meylim var. Tahammülsüz? Bir hayli hem de. Bu durumun ismi ne bilmiyorum. Hissiz miyim? Sanmıyorum. Hatta bunu söylerken gülüyorum, çünkü biliyorum birkaç gün sonra dönüp bu yazdıklarımı okuduğumda güleceğim. Hatta belki silecek, silmek ne imha edeceğim. Ama yine de itiraf ediyorum, çünkü içimde tutamam ben bazı şeyleri biliyorum. İçimde yer olmadığından değil her şeye içime atacak değer vermiyorum.

                Ama yine de şuan ağlayasım var ama ağlamakta istemiyorum.

                Çok konuşmayım, sonra biliyorum pişman olacağım J


                

7 Kasım 2016 Pazartesi

Toprağım....




Toprağım…
Ham halim…
Yangına düşmüşlüğüm
Ruh üflendiğinde ete bürünmüşlüğüm
Üşümüşlüğüm ayazda
Ağlamışlığım hıçkırıklarla
Sızmışlığım gökyüzünden
Sinmişliğim yeryüzünden…

Toprağım,
Kara yüzü içimin
Karanlık yüzü gecelerimin
Oysa toprağım
En pak halim sensin benim
Saflığı çocukluğumun
Sadrı sözlerimin
Yangını sevdamın
Hasreti toprağım hasreti çağlarımın…

Kaç yıldır yaşıyorum bilmiyorum
Sahi nerden geliyor bu yorgunluğum
Nedir bu toprağımdan ayrılığım
Kim benim derdim
Toprağım,
Dirilmişliğim…

Gözlerim dalıyor uzaklara
Bekleyenim mi var beklediğim mi bilmem amma
Bir toprak kokusu gelse mesela
Göz bebeklerimden düşse şakaklarıma
Oradan ince ince inse toprağımın üzerine
Sonra kokusu yayılsa toprağımın
Can bulsa asırların ölmüşlüğü
Bitse mesela şu içimdeki kavgalar
Kalem kâğıt davaları
Gönlün bürokrat sevdaları
Bıraksam ya şu omzumdaki yaşları…

Ahh…
Ölü toprağımın sermayesi
Ahh…
Ölü toprağımın kimliği
Ahh…
Ölü toprağıma üflenen nefes

Düş işte düşmeden cemre…