İzleyiciler

21 Haziran 2025 Cumartesi

Neredeeen Nereye? Vay be..

 




Bir yerde okumuştum ‘ilk ders kırmamak, son ders kırılmamak’ diyordu. Okumadan önce kendime şiar edindiğim bir ilkeydi ‘kırılmamak’. Fakat çok acemiydim ve hem çok sevip hem de o sevdiklerime karşı kalbimi nasıl koruyacağımı bilmiyordum.

Hep daha fazla sevmeyi seçtim. Ben daha çok sevmeyi seçtikçe; kusurlar gözümde küçüldü, anlayışım çoğaldı, hoşgörüm arttı ve çok sevdiklerim hep daha acımasız bir şekilde geldi.

Pes etmedim. Edeceğimi, uslanacağımı da zannetmiyorum. Fakat kalbimi de bu süreçte koruyamadım. Melankoliyi, dramı sevmiyorum. Hem de hiç. Bu yüzden derin derin nefesler alıyorum sürekli. Çiçekleri suluyorum, kitap okuyorum, yazı yazıyorum. Yani bir şeyler arıyorum. Bulanlar arayanlardır biliyorum.

Ama bazen.. Mesela şimdi, bir anda nedense kalbim sızlamaya başlıyor. Burnum sızlıyor sonra..

Bugünlerde her şeyi çifter çifter yaşıyor gibiyim. Yok olmak istiyordum mesela, isteğim galiba dergah-ı İlahi’de kabul olmuş ki yok sayıldığım oluyor. Olsun diyorum, sessiz sakin yürürüz biter günlerimiz.

Ben insanın gücüne çok inanırım. İkna edilmedim, inandım buna. Yani bir insanın, ruhunun gücüne çok inanırım. Olmazları oldurabilecek bir güce sahip olduğumuzu bilirim, inanırım, savunurum, anlatırım.

Öyledir çünkü. Detay vermeyeceğim, fakat olur da detayları konuşmak isterseniz şimdilik adresim belli.

Bu arada, Medusa’yı ve kara kedileri de her zaman ve hep savunacağım. Çünkü sırf birilerinin saçma inançları yüzünden birilerinin lanetlenmesini, onların dışlanmasının ne demek olduğunu 25 yaşlarındayken çok iyi öğrendim. Öğrendiğime pişman olduğum bilgiler arasındadır bu da.

Hayır, öğrendim ne oldu? Sırat köprüsünden geçerken bana destek mi olacak? Hayır. Ee ne oldu da öğrendik, hiç. Yemin ederim o kadar boş bir şey ki.

Çifter çifter dedim ya yaşıyor gibiyim diye. Geçenlerdeydi, öyle bir geceydi ki bir anda 14 yıl öncesinde bir geceye döndüm. Her şey üstüme devrildi. Tozun dumanın içinde kaldım. Nurgül’e ve ablama yazdım. O gecenin benim için açılımı şuydu; bazı düşmanlar, kör makaslarla etimi kemiğimden ayırıyorlardı.

Ben her şeyi unutsam da o acıyı unutamıyorum.

Her şeyi de unutmuyorum bu arada, ne yazık ki 1,5 yaşını dahi hatırlayan bir hafızam var. Hiçbir şey öylesine, gelişi-güzel yaratılmamıştır felsefesine tutunarak onu da kabul ediyor ve unutamadığımız her şeyi de sevgiyle takas ederek yaşıyoruz.

Yemin ederim her şeyin üstesinden sadece bu şekilde geliyorum. Yoruluyorsam da bundan, tükeniyorsam da bundan.

Bu yol bizi nereye götürecek yemin ederim bilmiyorum.

Ben bilinmezliği hiç sevmem bu arada, hatta biraz blogla müsemma olsun şuraya çıtırdan bir itiraf bırakayım; geçenlerde bir defter yazmaya başladım. Deftere bilemiyorum diye başladım. Bilinmezlikle alakalı 5 satırdan sonra bu bilinmezlikleri ne kadar sevmediğimi anlatan 2 sayfa yazdım.

Ama ne kadar seviyorsan o kadar imtihanın oluyor ya işte tam tersi de öyle, ne kadar sevmiyorsan da o kadar sınanıyorsun onunla.

Neyi sevip neyi sevmediğine de dikkat etmeli insan.

Şu an nasılım? Bilmiyorum :)

Bu yılın en bilmeyen ödülünü bana versinler istiyorum. Bilmiyorum çünkü. Öyle hiçbir şeyin ortasında, bir bilinmezlikte, 14 yıl önce düştüğüm o çölde, yönsüz, yolsuz, pusulasız, ayakkabısız ve çaysız kalmış gibiyim.

Lan bari kalemlerimi verseydiler; çölü boyardık.

bay



16 Haziran 2025 Pazartesi

Yeni Yayın..

 


3 aydır kurumuş bir zeytin dalına su veriyordu. Ümit bu ya ne dal kurudu ne yeşerdi. Hayat da biraz bağzen böyle işte..

Bir süredir çekildiğim kabuğumdan açtığım minik bir delikten dışarıyı izliyordum. Sonra 'derdin ne kızım, ne diye zaten bozuk olan gözlerinle minnacık yerlerden kocaman şeyleri görme arzusuna giriyorsun' dedim.

Mevsimidir, koklayın iğde çiçeklerini ve hanımelini. Ve o an kapatıp gözlerinizi en sevdiğiniz an’a gidin.

Bu sefer biraz farklı olsun istiyorum bu yazı fakat ben ne kadar farklıyım ki yazdığım ne kadar farklı olacak?

Ama istiyorum işte.

Çünkü bağzı şeyler var ya onları hiç anlatamıyorum mesela ve her yazımda bir şekilde o anlatamadıklarımdan bahsediyorum, o anki ruh halime bağlı olarak bir şeyler yazıyorum ve dönüp baktığımda 'bu ne içindi acaba' diye düşünüyorum. Bağzen buluyor bağzen 'ben ne yazdım burada, bunu mu demek istediniz' diyen google gibi 34 saat düşünüyorum.

O yüzden şimdi daldan budaktan, biraz ondan biraz bundan biraz Sarı çizmeli Mehmed Ağa’dan değil de başka şeylerden konuşalım.

Dün bir şey anladım. Hatta bunu o an okuduğum kitaba da yazdım. Evet, o an kitap okuyordum. Anlamama vesile olan şey de kitapta okuduklarımdı. Okurken de düşünebiliyor, yürürken sakız çiğneyebiliyoruz elhamdülillah.

Neyse işte dündü ve ben bir şey anladım. 

İnsan birini gerçekten sevdiğinde; onun tüm kusurlarına, kabalıklarına, hatta bağzen hadsizliklerini anlayabilecek bir düşünce geliştirebiliyor kendine. İnsan sevmeyegörsün, gerçekten normalde bir insanla ilişkisini kesmesine sebep olacak bir davranışı dahi, sevdiği bir insan yapınca pek tabii doğal karşılayabiliyor. Kırgınlıklarını içinde eritiyor ve hatta sevgisiyle doğru orantılı olarak hiç kızmayabiliyor bile.

Çok ilgimi çekti bu anladığım şey ve üzerinde daha fazla düşünmeye devam ettim. Ben düşündükçe zihnimdeki bağzı kapılar açıldı. Açıldıkça da rahatladım, feraha erdim. 'Evet, mesele bu kadarmış aslında' diyebildim.

Gerçekten doğruymuş; insan sevdiği kadar affedebiliyormuş ve sevdiği kadar anlayabiliyormuş. Şimdi buradan yola çıktım. Mesela 'insan sevmese kırılmaz' gibi bir söz var ya, o kendi içimde çürüdü. İnsan gerçekten sevince kırılmıyor. Kırgınlık çok ağır bir şey zaten sevgiyle aynı yerde olması pek mümkün değil.

Sevgi kocaman bir şey bir de.. 

Hastalıkları iyileştiren, karanlığını aydınlatan, çiçeklere su verdiren, ağız şapırdatmasını dahi örten, düştüğünde güldüreni gülerken ağlatan, insanı halden hale sokan bir şey nasıl olur da insanı daraltan bir yapıyla aynı kaba girer?

Kimse bu sözlerime katılmayabilir. Aslında bu meseleyi yazmak yerine konuşarak daha da iyi anlatabilirim kim bilir, konuşmam lazım birileriyle.

Kızlar gelseler ya da hepsine birden ben gidebilsem keşke..

Mesela Rıza geldi bugün, fakat konumuz asla bunlar değildi. Rıza, ateş ustası. Çok müthiş bir şey, ateşe yön verebiliyor. Avatar gibi, elementlere hükmediyor..

Ve bence sanırım günden güne benim fantastik filmlere olan inancım biraz sağlamlaşıyor. Detaylar detaylar.

Ve zeytine dönelim.

Kurudu mu yapısı mı bu bilmiyoruz. Fakat 3 aydır suluyordu.

Ve ben sakinleştim. Sanki sözler çoğalmış ama söz kalıpları da genişlemiş gibi taşası yok belli ki.

Sözlerime son veriyorum. Yine yazacağım biliyorum.

bay

3 Haziran 2025 Salı

Çabalı İyileşme Tamlaması..



Siz hiç Mihriban'ı dinleyerek ağladınız mı?

Ben ağladım..

Dündü (31. Mayıs) hem de.. 

Yere oturdum, huzu ve huşu içinde ağladım...

Lambada titreyen alevle üşüdüm. Aşkı kağıda yazmadım. Mesele aşk değildi çünkü, mesele Mihriban da değildi. Mesele lambada titreyen alevdi. Mesele sarı saçlar, bir gönle nasıl böyle bağlanırdı? Hem de deli bir gönle..

Aşkın elinden çektiklerimiz yeter..

Yeter artık yeter..

Mihriban bitince bitti mi ağlamak? Bitmedi..

Neşet Ertaş varken nasıl bitsindi? 

Bitmezdi.

Bitmedi.

Aşıklar şair olmasın arkadaş, aşıklar türkü de söylemesin. Ben evimde sessiz sakin otururken Gönül Dağ'ı beni niye dağlıyor? 

Ya Hu biz dünyaya azcık konuşmaya, biraz sevmeye, 3-5 satır kitap okumaya, hunharca müzik dinlemeye ve sınırsız çay içmeye gelmedik mi?

Bu çivi gibi, hançer gibi (keskin ve çiçekler gibi ince) yüreğimizi oyan, tarumar eden mevzular nerden icat oldu?

Gönül dağı ile de ağladım evet. Hem de eşlik ederek türküye. Ve ağladığım için çok da titredi sesim. Sesim titredi diye bir de ona ağladım..

Evet, Gönül dağı yağmur yağmur gözlerimde boran oldu. Aktı can özümden sel gizli gizli..

Bir tenha oturduğum odaydı fakat can cananı bulmadı. Dert, keder halının ortasında geldi beni buldu.. fakat sinemi yaraladı mı? 

Anamı bile ağlattı.. canıma okudu. Resmen cellat gibi..

Kimse kimsenin derdini bilmiyor, biliyorum. Anlattıklarımız sadece laf-u güzaf.. onu da biliyorum fakat ne yapalım onu bilmiyorum.

Mesela ben şu an içimde yine hücum eden bir sürü sesin, cümlenin, sözün önünde dizimi kırıp çay içiyorum. Zor vallahi çok zor. 

İnsanı uykusundan eden, gün daha başlamadan akşamı getiren, nereden geldiği belli olmayan bir kokunun rüzgarla burnunun direğini sızlatması çok zor. 

Şimdi derin bir nefes aldım bu cümleyi yazabilmek için; toprağa, ağaca, suya, yeşile, güneşe derdimi anlatmaya geldim. Çünkü iyileşmemiz lazım ve Allah biliyor iyileşmek için verdiğim çabayı..

Bağzen çok zor bağzı şeyler. Yemin ederim içim titriyor, elim titriyor ve konuşamıyorum. Kalsın bakalım içimizde nereye kadar kalmalıysa..

Fakat iyileşeceğiz. Allah'ım n'olur iyileşelim.. 

Bay