İzleyiciler

3 Ekim 2024 Perşembe

Allah'ım Beni Biraz İmtihan Etmesen Olur mu?

 


Beni biraz sınama Allah’ım. Biraz imtihan etme. Kalbim bana fazla gelmeye b aşladı, çünkü çok şeyi kimseye göstermeden en iyi orada saklarım diye oraya attım.

Aklımı okurlar belki, gözlerime gölgesi düşer, sesim titrer, ellerim buz keser ve belki bazen dizlerimde derman kalmaz diye sadece hepsini kalbime bıraktım.

Bir kalp yetmiyor bana artık Allah’ım. Bana yeni bir kalp daha ver.

Okuduğum dualar sadrımı açmıyor, çünkü ben Musa (a.s) değilim Allah’ım. Benim sadrımdaki Nil yarılmıyor artık.

Fark edilmesin, görülmesin aman sakın duyulmasın diye sakladıklarım kanımı çekiyor sanki kalbimden. Kan pompalayan kalbim benim kanımı emiyor gibi.

Evet, suçlusu benim bütün bunların.

Kimse bana gereksiz nazar etmesin, aman olur ya biri beni fazla sever diye kendimdeki güzellikleri ben erittim.

Ama bilmiyordum ki Allah’ım. Güzellikler gidince geri gelmiyormuş, hiç bilmiyordum.

Riyadan korkup namaz kılmamaya döndü mesele. Ama işte burada başlıyor ya asıl mesele; bu şeytanın işi ve ben bunu gidenlerin arkasından ağlarken öğrendim.

Kimseyi hiçbir şey için suçlamıyorum, suçlamam da zaten. Ama robot da değilim Allah’ım. N’olur hepsinin olmuyorsa da bağzı imtihanlarıma biraz mola verebilir miyiz?

İnsan olarak geldiğim bu dünyadan insan olarak ayrılmak istiyorum. Ama ben kendime ne yapıyorum böyle Allah’ım? Niye bu kadar canıma okuyorum kendimin?

Ağlamak da bir duygu değil mi? Evet, ulan bana gelince neden zayıflık gibi geliyor ve güçlü olmak için dişimi sıkıyor, ağlamamak için temizlik yapıyorum?

Ya Hu dünyanın neresinde sevmek ayıp olmuş? Hiçbir yerinde. Ama ben ayıp gibi değil, dümdüz büyük günah gibi saklamışım? Neden arkadaş, neden?

Allah’ım aynaya baktığımda eşref-i mahlukat olarak yarattığın ben, hiç de hoş görünmüyor gözüme. Ve bunun bütün sorumlusu da benim.

Ve Allah’ım ben kendim de dahil olmak üzere kaç cephede mücadele etmem gerektiğini bilmiyorum. Dış savaşlar görünüyor da, iç savaşlar sıkıntı.

Kendi Habil’imi kendi yarattığım Kabil’le öldürdüm. Habil gönlümdü. Şimdi ben ve Kabil oturduk bir masanın başında.

Kimse acıdan ölmüyor bu çağda. Ama sanki ölen bütün gönüllerin katiliymişim gibi yas tutuyorum. İşte olay karmakarışık ve Allah’ım kimse anlamasa da Sen anlıyorsun beni, San’a şükürler olsun.

Ne gelirse baş göz üste, ama biraz ara versek olmaz mı Allah’ım? Mesela İsrail yok olsa, olmaz mı? İnsanlar onlara verdiğin aklı biraz da vahdet için kullansa olmaz mı? Çünkü Sen de biliyorsun, biz tek onlar hepsi Allah’ım. Ve bu hiç değişmiyor.

Sen bana biraz daha zaman ver Allah’ım. En azından Kübra ve Nurgül için bir kitap yazabileyim. Onlar beni olduğum gibi seviyor Allah’ım.

Sözlerime son vermezsem oturup ağlayacağım.

Ama olur mu? Benim de derdim mi var?  

24 Eylül 2024 Salı

Cesaretin Var mı Aşk'a? Yok..

 


Az evvel bir şarkı tuttum kendime; ‘Gülay’dan Cesaretin Var mı Aşk’a?’ geldi. ‘Yok’ dedim hiç düşünmeden. İkinci bir defa daha düşünmedim. Yok çünkü. Çünkü cesaretle olmaz Aşk işi.

 Ve zaten ‘hop ben geldim hadi aşık olayım' diye de olmuyor..

 Aşk’ı kimse seçemez, Aşk istediğini seçer..

Yağmurun yağması gibi, maruz kalırsın. Güneşli bir günde hem de. Ağustos ortasında mesela. Hiç beklemediğin bir anda. Fakat kalp bilir, tanır çünkü yaratılırken onunla yaratılmıştır. Aşk’sız insan gelmez aslında dünyaya.

Ama konumuz bunlar değil, çünkü gerçekten adını söylemek istemiyorum Lavinia, çünkü lambada titremiyor ateş Mihriban, çünkü ne ben de şair değilim. İnşaallah da olmam. Çünkü neden olayım ki?

Fark edildiği üzere ben farklı bir dünyaya geçiş yaptım yazı içerisinde. Araya biraz mesafe girdi. O şarkı üstüne birçok parça değişti. Kapattığım sosyal medya uygulamalarımı açtım. Kalbim Nurgül’ümle mesajlaştım.

Şimdi gidip çay alacağım mesela ve yine değişecek dilim biliyorum.

Ki dediğim gibi oldu da. Çay aldım evet, uykum var. Ve ben bu yazıyı bitiremeyeceğim gibi geliyor şu an.

Ama olmuyor, dönüp dolaşıyorum ve yine aynı satırların yörüngesinde buluyorum kendimi. Sanki bugün bütün yollar aynı yere çıkıyor.

Sanki garip bütün diller aynı şeyi söylüyor, sanki herkesin bir ismi var ve hep aynı ismi söylüyor.

Çarşamba pazarından daha karışık olan bu kafamın içi bana ne yapmaya çalışıyor? Evet, bugün Salı ve ben Salı’ları hiç sevmem.

Sanki Salı günleri yaşamak yerine boş boş tavana bakmak daha makul gibi. Ama olmuyor işte, benim için eksiltmiyorlar bir günü. Bazen böyledir ama. O yüzden hiçbir şey bazen çok çabayı hak etmiyor. Olmayacak şeylerle savaşmanın, mücadele etmenin çok anlamı yok.

Bugün bitecek ve yarın belki bugünün biraz tekrarı olacak. Yarın da bir şarkı seçeceğim ve onun gündemindeki Aşk cesaretle eşleşmeyecek.

Bildiğim az ve bilmediğim çok şey var. Bunu tevazudan söylemiyorum üstelik. İltifatları sevmediğim gibi gereksiz tevazuyu da sevmem. Çünkü ne olduğumu ve ne olmadığımı biliyorum.

Bildiğim şeyler içindeyse benim hiçbir zaman Aşk’a cesaretimin olmayışı olacak.

Bu yüzden bu günü kapatalım. Bir şarkı daha seçip, kahverenginin bir tonu olan bir akşamüstü hep beraber niyet edip eyleyip bir şairin sözüne uyalım. Hadi hep beraber ansızın bir akşamüstü yorulalım.

Hep beraber yorulursak belki hep beraber bir yolunu da buluruz. Çünkü tek başına yorulmak çok zor oluyor.

Nereden biliyorsun diye sormayın. Sormazsınız biliyorum ama yeltenmeyin de.

Hadi bu yazıyı bitirelim. Başladığımız gibi bitmesin. Bizi içine çekip ummanlara sürüklemesin.

Salı gibi bitirelim. Gri bir İstanbul Salı’sı.

Bitti.

 

14 Eylül 2024 Cumartesi

Kuşlar Beni Sana Hatırlatırsa..

 




Yığıldı içimde yine cümleler. Hangi yöne dönsem oraya düşüyor. Neresinden tutsam elimde kalıyor. Biraz duygusalım.

Dündü..

Kötü bir dün oldu. Daha kötü dünler yaşamama rağmen yine de ilk 10’a şimdilik girebilecek içerikte olduğunu söyleyebilirim.

Şairin de dediği gibi ‘insan bir akşamüstü ansızın yorulur.’ Yorulmayı icat edenden de Allah razı olsun. İnsan bazen kuramadığı bir milyon cümlenin ve anlatmak istemediği duyguların tamamına ‘yoruldum’ diyerek sığınıyor.

Bir gün limanlarım olursa adını ‘yoruldum’ koyacağım. Hep beraber adsız gemilerimizle, isimsiz ve gizlediğimiz duyguların demirlerini atar ‘yoruldum’ der geçeriz. Ve belki üstünde de çok durmayız.

İnsan daha büyük savaşlardan galip çıkıp, neden daha küçüklerinde yeniliyor? Bilenler bilmeyenlere söylesin.

Geçen yolda yürüyordum. Kötü dünden daha öncelerdeydi, o kadar da kötü değildi. Fakat sağanak kalp ağrılıydı işte. Neyse bir yıkıntının kenarında, bu mevsimde açmış birkaç papatya gördüm. Ne için ümit ediyorsun dedim. Hem de bu harabenin yanında. Ezecekler seni. Bahar da değil, kimi neye umutlandırmak istiyorsun? Neden papatya tam olarak o gün gördüğüm papatya neden bugün bana gereksiz bir umut bahşediyorsun?

O gün o papatyayı gördüğümde kendimle beraber birkaç kişiyi daha düşündüm. Biz de yanlış mevsimlerde açma hevesine girmedik mi?

Biz de her yüzümüze güleni dost zannetmedik mi?

Bizim de yapraklarımızı koparmadılar mı? Köklerimizi sökmediler mi? Bilmediğimiz bir sürü şeyin arasında bazen tek ümidimiz sıradaki şarkının bize gelmesi değil miydi?

Sıradaki şarkıları koruyun arkadaşlar.

2 gündür duygusal, bir süredir sinirliyim. Yanlış çağ güzellemesi yapmayacağım. Her şey biraz sıktı. Hatta bazı kelimelerden de sıdkım sıyrıldı. Mesela herkesin bir şeylerden eti ve kemiğiyle nefret etmesi olayı artık samimi gelmiyor. Ya da söyleyenlere gıcığım ondan olabilir.

Yazıyorum çünkü bu yığılanlardan azad olmam lağzım. Nolur beni biraz terk edin. Bırakın yakamı paçamı, bir parça uykumu bırakın.

Biraz da kitap okuyalım değil mi?

Yine geleceğim, inanıyorum yazacağım. Ama şimdilik yazmak o kalbimdeki boşluğu, bir akşam üstü sancısını almadı. Sanki kabuğu soyuldu yüreğimin. Ne garip dün kanamıştı bugün kabuk bağlamış, al işte dile düştü yine aynı yerden devam ediyor sancısı.

Höh ne melankoli yaptım ya. Bırak bu işleri Sema’cım tanımasak inanacağız :)

Hoşça kal

Sıradaki şarkı değil de bu şarkı benden bu yazıya gelsin ‘Buray & Ceren Gündoğdu - Beni Affet’

Olur da kuşlar beni sana hatırlatırsa (ki bana çok şey öğretmişlerdir) n’olur ihmal etme dinlemeyi..

9 Temmuz 2024 Salı

Sen Yolcu Ben Sancı..

Yazamıyor değilim, yazmıyorum. Çıkarıp içimdekileri ortaya koysam sahipsiz kalacak çünkü biliyorum..

Beni bilen bilir, çok umursamam hiçbir şeyi. Fakat 3 günde bu hale de gelmedim. Bunu da sadece beni hakikatte tanıyanlar ve bu satırları okuyanlar biliyor. Bildiniz de başınız göğe mi erdi? Sanmam.. Ben zaten ömrü hayatımda kimsenin başının göğe erdiğini de görmedim. Ama güzel tabir. İnsanı güldürüyor.

Yazamıyor değilim, yazmıyorum demiştim. Şimdi niye yazıyorum? Çünkü gizlemek istediklerim var. Çünkü beni artık ne Lavinia, ne yeşil, ne ismimle müsemma olan gökyüzü anlar.

Şair diyor ya bir yerde;

'elimi beş yerinden dağladı beş parmağın
bağrımda da yanmadık yer bırakmadan git..' çok şiir sevmeyen bir insan olarak ve yine bağzı şiirleri haddinden fazla seven bir insan olarak; bu satırlardan aldığım ilhamla, dilimin lâl olması gerektiğini öğrenmiş ve kabullenmiş olmanın haklı ya da haksız ıstırabı içerisindeyim.

Ve yemin olsun geceye keder içindeyim. Bu konuyu daha fazla uzatmayacağım.

Şimdi aynı yazıda bambaşka bir yere gideceğim. Biraz da sinirliyim.

Neden insanlar yaptıkları şeyleri onlara 'sen yaptın' dediğimizde sinirleniyorlar? Ve bunun adı neden suç oluyor? Çok saçma değil mi? Bir insan bir hata yapmış olabilir. Ona hatasını söylediğimizde neden suçladığımız düşünülerek bize saldırıya geçiliyor?

Neden bütün insanlar hep haklı olduğunu düşünüyor?

Neden çiçek almak ve birini mutlu etmek bu kadar zor?

Neden milyonlarca dil olan bu dünyada insanlar anlaşamıyor?

Neden bağzıları için hayvanlar insanlardan daha değerli? İnsanı sevmeyen, hayvanı sevebilir mi?Sevmeyi başlatan insan değil mi?

Neden istediğimiz gibi Allah'a inanamıyoruz?

Niye illa birilerinin kalıplarına göre yaşamalıyız?

Arkamızdan konuşanlar neden yüzümüze gülerken kızarmıyor?

Kitaplar neden bu kadar pahalı? Okumayalım diye mi?

Neden haklı olmak anlamaktan daha önemli?

Kurban bayramını eleştirenler, neden otların canına kast ediyor?

Neden kaldırımların üzerine araba park ediliyor?

Niye kafesler var ve kafesler neden kuşlarla dolu?

Çok yaşamayacağımız bir dünyanın, hangi parçasını niye sahipleniyoruz?

Gürültüyü sevmiyorum.
Kabalığı sevmiyorum.


İyi Salı'lar ve hayırlı sabahlar.

Not; Salı günlerini hiç sevmem.

28 Şubat 2024 Çarşamba

Geceler Kapatılsın..


Geceler kapatılsın.


Saçma sapan, olur olmadık düşünceleri; acıları, yersiz keder ve hasretleri, stalkları beraberinde getiriyor. Ve zaten kapanmak için resmi belge isteyen göz kapaklarımızın arasına hepsi sıkışıp asla kapanmamasına hükmediyor. Hoş değil. Hiç hoş değil.

Ben vedasını ettiğim, arkasından suyunu dökmediğim (gelmesini istemediğim için), arkama dönüp bakmadığım çünkü gitmediğim ama mutlak anlamda bitirdiğim, bir milyon kere hoşça kal deyip en nihayetinde konuyu kapattığım ve bir daha asla hiçbir otobüs uğramasın diye tüm tekerlekleri patlattığım durakta şu an ne yapıyorum acaba?

Höh ne uzun ve afili bir cümle kurdum. Okuyayım bir dakika, cümlede hata varsa karizmamız çizilmesin.
Evet yarım dakikalık cümle kontrolünden sonra çizilmeyen karizmamla devam edeyim.

Bundan ne zaman önceydi hatırlamıyorum. Fakat çok sağlam kırılmış, dökülmüş ve un ufak olmak suretiyle parçalanmıştım. Burada arabesk bir müzik ihtiyacı duydum neyse. Gecenin bu saatinde yeterince düşünsel arabeske bağladım zaten.

O öyle bir kırgınlıktı ki şu saatte bambaşka bir şey dahi beni oraya götürüyor. İnsan unutmuyor yani, ne garip.. E hani nisyandı bir yanımız hani unutmaktı? Neden bütün kırgınlıklar bir gecede; ya hu nasıl, tek bir şiir ya da bir melodi insanı aynı duygulara götürüyor. Nasıl yani? Benim unutma sistemim mi bozulmuş? Acilen bir servis çağırayım tamir etsinler. Durup dururken bu saatte burnumun sızlaması hoş değil. Horlamamız gereken çağda yaşadığımız şeye bak. Şükürsüzlük değil de gerek var mı yani? Yok. 

İnkar etmiyorum asla. Hem de kendimdeki hiçbir şeyi. Olmasını istemediğim şeyler var ama var olanları inkar etmek yalancılık, sahtekarlık bence. Kabule geçmek zor olabilir ama inkar meselesine hiç girmeye lüzum yok.

Çok konuştum. Geceler hala açık. Kapatılsın arkadaş ben istemiyorum. Güneş de batmayıversin ne olacak..

Ben az önce biraz sinirlendim, biraz da kırıldım. Ama ilk kime kırıldıysam yine ona kırıldım. Hem ne zaman kırılsam o elma düşer başıma. Adem'in başını yüz yıl eğen o elma. Adem'e tövbe ettiren elma.

İşte yine düştü başıma. Olacak iş mi bu? Neden olay kilitleniyor bu şekilde ne gerek var şimdi? Hiç haberi olmayan, muhtemelen derin uykuda olan bir insana başka bir insan yüzünden kırılmak neden? O değil başka insan da uykuda. Bir ben varım sanırım gecede.

Hiç kimsenin hiçbir şey anlamadığı benim de içimi topladığım bir yazının daha sonuna gelmiş bulunmaktayız. Daha uzatırım da elim falan ağrıdı. Bir de üşüyorum. Hiç ısınmadığım yetmiyor gibi bir de üşüyorum..

İmza toplayıp geceyi kapatalım.

Yazı bitti. 

24 Ocak 2024 Çarşamba

Bitti :)

 


Gün aydın

Bugün iş yerine beni martılar getirdi. O an çok heyecanlandım. Bu neyin sevgisi bilmiyorum fakat kuşların kanatları beni büyülüyor.

O heyecanın 5 dakika öncesinde kulağımdaki şarkı; ‘yalnızlık senden kolay hiç yorma kendini’ diyordu. Ne kadar ağır diye düşünüyor, dalgın dalgın yürüyordum ki bir anda martıların kanat şovlarına şahitlik ettim.

Çok konuşasım yok bugünlerde. Çok yazasım da yok. Bu yazı bu kadar olsun.

Şu an arka fonda da Şövkət Ələkbərova — Getmə şarkısı çalıyor. O da biraz beni ne bileyim dağıttı sanki. Dağıttı derken; sarsmadı. Çok konuşasım olmadığından kendimi müziğe bırakmak istiyorum.

Bitti.