İzleyiciler

17 Mayıs 2022 Salı

Dün, Bugün, Bugü, Bug, Bu, B..

 


-İnsan hisseden bir varlık. Sanırım var olduğu günden bu yana da hissediyor. Belki hisleriyle yaşıyor dahi olabilir. (Dün)

-Her gün bir cümle yazsam, içimdekiler sökülür mü? Rahatlar mı mesela? Bilmiyorum. (Bugün- 12.05.2022)

- Bugün yeni bir şiirle tanıştım. Rüyamda ağlıyordum. Dün merak ettiğim şeyleri bugün merak etmiyorum. Geçenlerde yazdığım kâğıdı yaktım. Kül oldu, belki de artık bilmiyorum. O değil, külleri rüzgâra savurmadım. Lavabonun içinde yaktım. Külleri de suyla yolladım. Bu konuyu bloğumda yazmalıyım. (Bugün-13.05.2022)

-Bugün yazmadım. Yarın da yazamayabilirim. (Bugün-14.05.2022, Yarın-15.05.2022)

-En son yazdığımdaki bilgi doğruydu. Ama yazım çok çirkindi. He şimdi çok mu güzel? Sanmam.. Ama sanırım çok da önemsemiyorum. Bir de bilekliğim kolumu masaya rahat koymama engel oluyor. Ya da bahane arıyorum. Kim bilir. Bloğuma yazayım en iyisi, kolum da rahat eder. (Bugün-17.05.2022)

Devam edelim o halde kaldığımız yerden. Aslında ben devam edeceğim ama kulağımdaki şiir kafamı karıştırıyor. İbrahim Sadri’ciğim okuyor. Kendisiyle hiçbir samimiyetim yok. Şahsiyet olarak da asla tanımam. Ama sesiyle çok uzun yıllardır dostuz.

Ben öyleyim. Sesle yaşayabiliyorum.

Hatta ruhen, huy ve karakter olarak bana çok benzeyen nam-ı diğer Aynı ben olarak bilinen, gerçek ismi Seda olan dostum şey dedi ‘Sema sanki bir gün bütün azalarını kaybedecek ve sadece duyarak yaşayacak gibi değil mi?’ Zeyneb de güldü, biraz muzip bir ifadeyle ‘Sesini beğenmediğini ciddiye de almıyor’ dedi.

Güldüm.

Nerden nereye geldik hay Allah.

İbrahim Sadri’den çıktık geldik Secret Garden konserine. Bu kadın beni büyülüyor. Fazla mı güzel müzikleri? Bana mı öyle geliyor.

Secret Garden bana hep 16 yaşımı hatırlatıyor. Serin bir yaz gününü. Yaz günleri serin olmaz. Ama benim bulunduğum yerde klima vardı ve buz gibi bir yaz günüydü. Bir de limon kokusu, oda parfümü olarak limon çiçeği kokusu kullanılıyordu.

Güzel bir his..

Ama tekrar dönmek istemem.

Çocukluğuma dönmek istemediğimi fark ettim bu aralar. Yaşadıklarımı tekrar yaşamayı göze alamıyorum. Neyse işte.

Bir de Nurgül’den de bahsetmek isterim. Bana çok dua ediyor. Ve onunla konuşmaya ba-yı-lı-yo-rum..

Ve yaktığım kâğıda dönelim, neden yazdım neden yaktım? Hadi yaktım neden lavaboda? Ben çok konuşmaya başladığımda kendimle, yazarım. Ve yazınca kendimle de susarım. Sonra yakıyorsam eğer, anılarımı ve hafızamdakileri de bırakırım. Bir çeşit topraklanma yani.

O an dışarı çıkıp yakamazdım, bir de arabesk olsun istemedim. Daha sonra hatırladığımda gülmek istedim. Lavabo da sarardı, yaktığımız yetmedi bir de lavabo temizledik. Olsun.

Yazarken, ‘mesela insan’ dedim, ‘bu kadar açık seçik yazabilir mi içindekileri?’ Sonra fark ettim ki zaten hepsini Zeyneb’e anlatıyorum. Ama yazmak başka..

Şimdi biraz normale dönme vakti. Henüz öğlen çünkü. Durup dururken akşam olmayalım.. 

Çay alalım, yoksa da demleyelim..

 

 

16 Mayıs 2022 Pazartesi

Gidenlerin Ardından- Ropörtaj (Arşivden)

 



(Baş Not: Yazı arşivdendir, 17 Şubat 2020 yılında saat: 18.20 de yayınlanmıştır. Muhtemelen o gün yazılmıştır. Ne Kalan’dan ne Muhabir ’den haberimiz vardır. Yayınlandığı fotoğraf değiştirilmiştir. Onun dışında noktalama işaretleri dahi yayınlandığındaki gibidir. Kısmi melankoli içerir..)

 

Muhabir: öncelikle bize biraz kendinizden ve gidenlerden bahseder misiniz?

Kalan: elbette, ben öyle böyle bir şekilde kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan bir insanım. Bir insandım. Sonra bir kere kaldım. O günden sonra hep gidenleri izledim. Gidenlerden bahsedebilmek için onları daha yakından tanımak gerekiyor belki, yani bir cümlelik bir cevabı yok bu sorunun.


Muhabir: bir klişe, gitmek terk etmek midir?

Kalan: açıkçası gidişlerin sebepleri mühim. Ama her gidişin bir terk ediş olduğuna inanmıyorum.

 

Muhabir: kaç kere terk edildiniz?

Kalan: 1 den sonrasını saymadım. Çünkü hepsi aynı anlama geliyor benim için.. ama buraya şunu eklemek istiyorum: ne rengi, ne kokusu, ne kişisi değişmedi. Beni hep aynı kişi terk etti. Ama belki birinde 21 yaşındaydım belki biri yıllar sonra gerçekleşti.

 

Muhabir: nasıl karşıladınız gidişini?

Kalan: giden ve kalan kaderi çok değişmiyor. İçerik olarak ufak değişimler olsa da, genel hatlarıyla aynı acıyı yaşıyorsunuz. İlk defa kaldığımda, çok zor sancılı bir 10 gün geçirmiştim. Şoktan mı bilmiyorum, ama 10 günlük sürecin ardından hafıza kaybı yaşadım gibi bir şey oldu. Ne öncesini ne o 10 günü hatırlamıyordum. Sonra zamanla alıştım.. Zaten başka da çareniz olmuyor.

 

Muhabir: gitmek mi zor, kalmak mı?

Kalan: hiç gitmediğim için zor mu kolay mı bilmiyorum. Nasıl alınıyor gitme kararı bilmiyorum. Kalmak da zor diyemem, alışıyorsunuz bir yerden sonra. Zorluk biraz da gidiş ve kalışlara yüklediğiniz anlamlarla alakalı galiba.

 

Muhabir: nasıl başa çıktınız gidişlerle?

Kalan: başa çıkmadım, çıkamadım, alıştım. Dediğim gibi, başka çareniz olmuyor. Mecbursunuz, ne yapabilirsiniz ki başka? Giden gittiğini söyledikten sonra başka ne yapabilirsiniz. Gitmek isteyen kafaya koymuşsa, ağlasanız sızlasanız ne olacak? Geri mi gelecek, sanmıyorum. Gitmekle başa çıkılıyor da, özlemek sıkıntı..


Muhabir: gidişine inandınız mı? 

Kalan: nasıl inanmayım? O ana kadar her dediğine inandığım birinin, gidiyorum deyişine mi inanmayacaktım, inandım. Hem de ona inandığım gibi, tüm kalbimle..


Muhabir: geri dönmesini beklediniz mi?

Kalan: bir gün bile beklemedim. Bana yalan söylemezdi. Gittim dediyse gitmiştir.


Muhabir: gittiği için kızdınız mı? 

Kalan: hiç kızmadım, kızacağımı da zannetmiyorum. Gitmek bir tercihti ve tercihleri için insanlara kızmayı doğru bulmuyorum.

 

Muhabir: seven gider mi?

Kalan: bilmiyorum, neden gittiğini de bilmiyorum. Gitmeyle sevmek ne kadar ahbap onu da bilmiyorum. Dedim ya ben giden olmadım..

 

Muhabir: peki, gitmesine rağmen, bunca acıya rağmen, onu seviyor musunuz?

Kalan: benimle kalsın diye sevmedim ki, sevmek ayaklarla, başla yapılan bir şey değil. Birini seversiniz ve ne yaparsa yapsın bu değişmez. Ben Mevlana, Yunus, Hallac değilim. Sevgim ilahi bir kimliğe sahip olmayabilir. Bir beşerim. Ve kalbim de ben kadar. Ama gitti diye sevmekten vazgeçmek saçma geliyor bu tıpkı kalsaydı; kaldığı için sevmenin saçmalığı gibi olurdu.


Muhabir: onu tekrar görseniz, ne söylersiniz?

Kalan: nasıl olduğunu merak ediyorum, gerçekten nasıl olduğunu.. iyi mi, sağlığı nasıl? Mesela mutlu mu? Benimle alakalı olarak değil, hayatında her şey yolunda mı? Çünkü iyi olmasını çok istiyorum. Ona bir şey olmasın istiyorum. Zerre hüzün değmesin istiyorum. Ama görsem konuşamam biliyorum. Normalde de çok konuşkan değilim, ama onun yanında iki üç kere daha suskun oluyorum. Öyle oluyormuş, bilim adamları öyle açıklamış.

 

Muhabir: kalanlara ne tavsiye ediyorsunuz?

Kalan: acılarını büyütmesinler, dertli müzikler dinlemesinler, şiir okumasınlar, çok çalışsınlar, fotoğrafına bakmasınlar, kızmasınlar, ah etmesinler, çok çalışsınlar, anlamaya çalışsınlar, öfkelenmesinler, kırk bin tane sahte hesap açıp peşine düşmesinler, çok çalışsınlar.

 

Muhabir: az önceki soruda üç kere ‘çok çalışsınlar’ dediniz, özel bir sebebi var mı? Dalgınlık mı?

Kalan: zihin ne kadar meşgul olursa, düşünmeye o kadar az fırsat kalıyor. Alışmak için iyi bir ilaç çalışmak. Bana iyi geliyor en azından. Uyumaya dahi vakit bulamayacak kadar çok çalışıyorum. Sürekli iş çıkarıyorum kendime. İyi geliyor..

 

Muhabir: unutabilecek misiniz?

Kalan: bu kadar soru yetmez mi? Çalışmam, çok çalışmam gerekiyor. Teşekkür ederim..

 

 

11 Mayıs 2022 Çarşamba

Karışık ..



‘Bir gün durup dururken, ortada hiçbir şey yokken pat diye biri ölüyor.

Nedenini bilmiyorum.. ama pat diye niye ölünür ki?

Sonra insan yaşamak ve ölmek arasında sıkışıp kalıyor. Tuhaf alınganlıkları oluyor. Hiç hissetmediği şeyleri hissetmeye başlıyor. Hiç yaşamadığı pişmanlıkları yaşıyor ya da hiç özlemediği şeyleri özlüyor.

Bir günden biraz önceydi..

Gece olunca üzerime bir ağırlık da çöküyordu. Kalbim sıkışıyor, sanki göğüs kafesimden çıkmak istiyor gibi bir baskı oluyordu..

Hiç yapmadığım şeyleri yapmak istedim.

Uzun zamandır konuşmadığım biriyle, konuşmak istedim..

Bu istek bir taarruz şeklindeydi, sanki işgal ediliyordum.

Şu an kalbim öyle bir baskı altındaki, anlatabilmek ne güçleşti benim için. Oysa daha bu öğlen Zeyneb’e ifade ederken içimdekileri zorlanmadığımdan söz ediyordum.

Neyse..

O baskıyı ruhumda hissettiğimi anladığımda Zeyneb’e ve Fatıma’ya mesaj attım. İkisinin de ortak kanaati bu konuşmanın elime hiçbir şey geçirmeyeceğiydi.

Fatıma kendime neden bunu istediğimi sormamı, kendi gerçeklerimle yüzleşmemi söyledi.

Zeyneb ise bu isteğe beni neyin ittiğini bulmamı yazdı. Ve ‘şimdi uyu, yarın detaylı konuşalım..’ dedi..

Derken ertesi gün oldu, bloğuma yazarsam normale dönerim diye düşündüm, geçtim monitörün karşısına sayfayı açtım ve hiçbir şey yazamadım. Bu durum bu şekilde 2 hafta sürdü (yazamama hali).

Bu süreçte hemen hemen her gün bloğuma girip, arşivlediğim yazıları okudum. Hala onları gün yüzüne çıkarmak istemediğimi fark ettim. Bazılarını okurken çok sıkıldım.

Evet, şu an yaklaşık yarım saattir yazıyorum.

Ve içimdeki o düğüm çözülmedi ama sıkıntım azaldı..

Bugün hemen hemen bütün detaylarını hatırladığım bir rüya gördüm..

Evet ya evet, kafam karman çorman ve hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyorum. Şu an o baskıyla falan alakalı da değil bu..

İnsan ağlamak istediğinde ağlayabilmeli.

Tıpkı gülmek istediğinde gülmeli gibi.

Saçmalıyorum. Daha fazla yazamayacağım.’ Demişim dördüncü ayın yirmi sekizinde..

Ne garip, o gün yapmadığım ve yaptıklarım için bugün hiçbir şey hissetmiyorum.

Birkaç gün evvel kitaplarımı topluyordum ve defterlerimi de. Atmam gereken kâğıtlar ve anılar vardı. İnsan anılarını atabiliyormuş. Atınca unutuluyor mu? Evet, unutuluyormuş..

Günlük olarak başladığım, hatıra defterine dönüştürdüğüm, anketler yaptığım, maniler-şiirler yazdığım ve sonunda matematik problemlerini not ettiğim bir defter buldum. Benim defterim ve ne çok şey anlatıyor dedim. 20 yıl öncesine ait bir defter. Yaşadığım her şeyden habersiz.

Yazmayı hep sevmişim.

Hala o defterdeki duyguları yaşadığım yönlerim var. ‘Demek ki’ dedim ‘çok da ölmemiş çocukluğun.’

Sonra sustum, derin derin sustum.

Çocukluğuma geri dönmeyi istemiyorum. Çocukluğunu çok seven biri olarak diyorum bunu. Bu geçen 20 yılı bir daha yaşamak ister miyim, sanmıyorum.

 Yorgunum.

Ne yapsam, arşivimdeki yazıları tarihleriyle yeniden mi yayınlasam? Yoksa kabuğuma çekilip, unumu eleyip, eleğimi duvarıma mı assam?