Bir gün bir çiçek kesti yolumu, ‘dur’ dedi canhıraş bir
şekilde. ‘Nereye gidiyorsun benim toprağım bu kadar ezilmişken?’ öylece dondum
kaldım. Durdum, ses edemedim..
Ama durdum, gidemedim. Durdum sineme acıyı orada işledim.
Belki biraz merhem olur diye ‘ben de topraktan geldim’ dedim.
‘Köklerim var o toprakta, biz kardeşiz seninle..’
Gözlerindeki yaşı sildi çiçek, gözleriyle yaralarını
gösterdi, ezilmiş toprağı, çiğnenmiş gururu..
‘Seni de sevdiğini söyleyip koparıyorlar mı dalından? Seni
de sırf bir kitabın arasında kurutmak için söküyorlar mı kökünden? Güneşinden
ayırılıyorlar mı seni de? Üvey kardeş miyiz biz, sen yürürken ben soluyorum..’
Sinemin ortasından bir alev yükseldi, yer neden yarılmadı,
neden o toprağın altına girmedim bu acıyla dedim.
İçimden söylediğim hiçbir söz kendimi teselli etmedi.
O gün o çiçekle bir daha koptum bağımdan.
Bir daha dinledim ağıtları Ney’den..
Avuçlarımın arasına aldım o çiçeği, gözyaşlarımla suladım,
öptüm, kokladım..
Ve bir söz verdim, ‘hatıranı koruyacağım sevgili çiçek,
unutturmayacağım acını ve yasını’ son bakışını tebessümle etti. Belki beni
affetmişti..
Avuçlarımda sanki bin yıllık bir yük vardı şimdi. İlerledim
yola devam ettim, bir kuşa ilişti gözüm, gökyüzüne küsmüştü.
Yaklaştım usulca, kaşlarını çattı asice. Ne derdi var diye
düşündüm. ‘Kanatları olan bir varlık neden uçmaz ki’ dedim kendi kendime. Kuş
duymadı, gökyüzü de duymadı.
Sordum tam 3 kere, ‘neden uçmuyorsun sevgili kuş, bak ne
güzel parlak tüylerin var, güneşte pırıl pırıl parlarlar hem’ dedim.
‘Dalga mı geçiyorsun, hava yağmurlu’ dedi. Kızmıştı ama
konuştuğu için kendimi iyi hissettim. Öfkeli değildi, küsmüştü ama gönlü
alınsın istiyor gibiydi daha çok.
Sonra yere bakarak konuşmaya başladı, ‘nicedir uçtuğum
gökyüzü bir kere bakmıyor yüzüme, ben ona kendimi beğendirmek için her sabah
tüylerimi yıkıyor temizliyor, takla atıyor, rüzgâra meydan okuyorum. Ama o beni
görmüyor. Sevmenin bir karşılığı olmayacaksa neden seveyim? Neden çabama hiç
teveccüh etmiyor, neden bir kere bana seslenmiyor?’ dedi..
Darılmıştı kuş gönlü..
‘Sevmek karşılık bekleyerek yapıldığında ticaret olmaz mı?’
dedim kısık bir sesle..
‘Hem sen sanıyorsun ki o görmüyor, muhakkak haberi var. Hem
de sadece onun için çabaladığından değil, ona ne kadar küstüğünü de biliyor.’
Dedim.
‘Eğer seni sevmese, göğün gönlünde nasıl uçacaksın, yani
çabalamak için bir gökyüzün olacak mı?’ dedim.
Anlamıştı demek istediğimi, ama yine de gökyüzü onu teselli
etsin istiyordu bu yüzden ‘sen çok biliyorsun.’ dedi ve uçtu gitti. Ama
söylediklerimi beğenmişti.
Tam yerimden kalktım 10 adım kadar ilerledim, derken bir
şairin iç çekişine takıldım düştüm..
‘Bismillah’ dedim bu da neyin nesi?
Konuşmuyor ve asla susmuyordu bu sessizliğinde. Hangi dilde
konuşuyor ve kaç dilde birden susuyor diye yüzüne baktım.
Elinde bir avuç yara bandı, üzerlerinde şiirler vardı.
Yaklaştım, korktum ama.
Ben yaklaşık yüz-yüzelli yıldır Şairlerden korkuyorum.
Sormadım neyi olduğunu, ağlamaya başladı. Çantamdan bir şişe
çıkardım ve gözyaşlarını topladım.
Ağlaması bitene kadar oturdum yanında. Ardından gözyaşlarını
alıp uzaklaştım oradan. Ardından bir parça toprağa geri diktim solan çiçeği,
bir damla şair gözyaşı döktüm üzerine.
Canlandı..
Ve dönüşte bir damla verdim kuşa..
Gökyüzü ile barıştı..
Ardından nerede gerçek bir yara görsem o Şair’e selam ettim.
Zehrin panzehri o zehrin içindedir. Ama bütün zehirlere bir tek Şair şifa
sürebilir.
Selam olsun acıdan yana nasibi olanlara.
Selam olsun acıyı sinesinde damıtıp şifaya dönüştürenlere..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder