İzleyiciler

10 Ocak 2017 Salı

Çocukluğum'a Doğru


Gece saat 04.19. Herkes derin uykuda. Ben de kendimle konuşuyorum yalnız başıma. Duvarlar var bir de siyah işte.

Her yer karanlık... Çocukluğumu anlatıyorum kendime, hayallerimi, düşlerimi, gördüklerimi ve görmeyi beklediklerimi. Şimdilerde Kuzey ışıklarını çok merak etsem de küçükken benim için lunaparktaki ışıklar kadar hiç bir ışık güzel değildi.

Yalnızlıktan çocukken de korkmuyordum ama içim hep burkuluyordu işte...
Lunaparklar dedim ve hayallerim. Ben en çok akülü araba isterdim... Bilmem nedendir ama kontrol edemediğim bir hız tutkusu var içimde.

Öyle ağır aksak ilerleyen atlıkarıncalar beni hiç cezp etmezdi istediği kadar ışıkları rengârenk olsun. Çarpışan araba büyüdükten sonra keyif vermeye başladı ama hız treni benim için bir tutku. Yazarken dahi heyecanlanıyorum. Yüksekten korkarım o yüzden dönme dolap mevzularına hiç girmeyeceğim.
Çocukken hatırlıyorum rüyamda dahi araba görüyordum. Biraz büyüdükçe hayatıma giren bisiklet, içimdeki coşku, ne hayallere şahit oldu o Ankara'nın sokakları.

Büyüyoruz sonra..

Yavaş yavaş...

Ah zaman nedir bu bizimle kavgan? Zamana bırakınca iyileşme arzum olmadı, zaman ne yapabilirdi ki ben istemeyince...
Bugün sabahtan beri gözümün önünde bir salıncak, yüksekten korkan ben ne kadar cesaretliyim o kocaman dev salıncakta.

Uçuş uçuş...

Gökyüzüne değiyor elim...

Sonra kokusu geliyor elimin...

Annemin elleri gibi kokuyor ellerim...

Amcamın şehit olduğu yaşı çoktan geçmişim... Çocukluğumun güzel adamı. Acaba yaşasaydı nasıl olurduk? Şimdi şu saatte beni arar mıydı?
Ağaç üstünde hayaller... Aşağıda benden ağaçtan koparacağım meyveyi bekleyen abla ve kardeş...

Ellerim yine gökyüzünde...
Ah bulutlar ne çektiniz yıllarca benden...

Beyaz, pofuduk bulutlar...

Lunaparkın içinden çıktım göklere.

Bence en büyük ihlas bir çocuğun gönlünde ve en temiz irfan bir çocuğun gözlerinde...

Çocukluğum, biliyor musun, seni çok özlüyorum. Öpüyorum gözlerinden. Kocaman sarılıyorum sana...

Üşüyorum yıllar sonra. Damarımda kan kalmamış gibi, gönlüm parça parça.

Duraksızım,

Bisikletimin hızla pedal çevirdiğimde çıkardığı sesi özlüyorum.

Gözlerim karanlığa değiyor ve beni geceden hep o uyandırıyor...

Çocukluğum seni çok özlüyorum. Hasretle selamlıyorum. Yeşili bu arada senden çıkardım. Benden çalmaya çalışan, çocukluğuma dokunmaya çalışan bir hırsızdı o.

Ahh Çocukluğum...

Üşüyorum...



2 Ocak 2017 Pazartesi

Zeytin Olsam...



Biraz yorgunum… Çok değil biraz…

Uzun uzun susmak, kimseyle konuşmak istemiyorum. İçimde olup biten içimde de çok güvende değil aslında. Ne zaman nasıl bir patlak vereceğini de bilmiyorum. Ama yine de konuşmak, anlatmak, izah etmek istemiyorum.

Kaç yaşındasın? Diye sordu geçenlerde biri. Kaç yaşındayım? Sahi ben kaç yıldır yaşıyorum?

Hilkatime isyanım yok, ama ne yalan deyim bazen tarhana çorbası, bazen zeytin olmak istiyorum. Tarhana çorbası neyse ama zeytin olsam ne güzel olurdu.

Aslında ben hayranım zeytine, örneğin dalından koparılıp yenilmiyor. Önce bazı işlemlerden geçmesi gerekiyor. Kırılıp acısının çıkarılması gerekiyor. Turşusunu da kuruyorlarmış yeni duydum. Ama duyduğumda mutlu oldum ve dedim “keşke zeytin olsaydım”.

Hangi şehirde diye düşünüyorum?

Yahut nasıl bir ağacın zeytini?

Siyah zeytin mi? Yeşil mi?

Şehir fark etmez, nereye gidersem gideyim hep o gurbeti yaşıyorum aslında. Hala kendime vatan edinebildiğim bir yer yok. Ankara ve İstanbul’u sevdiğim doğrudur. Ama bir yeri vatan edinebilmek ayrı. Nereye gidersem gideyim dünyada yaşadığım sürece biliyorum gurbetteyim.

“Nerelisin? Diye soranlara

 “Gurbetliyim” diyorum mesela genelde. Önce tuhaf tuhaf yüzüme bakıyorlar. Açıklama yapmaktan da yorulduğum için nüfus cüzdanımda yazan şehri söyleyip konuyu kapatıyorum. Aslına haklılar ama ben de haklıyım bence.

Böyle çok kökleri olan bir ağacın zeytini olmak istemezdim, ama cılız yeni bir ağaç ta da çiçekleneyim istemezdim. Orta halli olsun. Çok dikkat çekmesin, kendince ne kadar çok çiçeklenirse o kadar zeytini olsun. Mesela göze batmasın, kimse onun dallarını kırmaya çalışmasın. Hani olur ya, bahçedeki en güzel çiçek koparılır. En çok dikkat çeken o dur. Koparılmaktan yahut zarar uğramaktan korktuğum için değil ama sanırım kimse dokunmasın istiyorum.

Cılız olmasın, esen ilk rüzgârda devrilmesin, çok köklü olmasın, uzun yıllar görmüş geçirmiş, anılara, hatıralara şahit olmasın. Biliyorum böyle deyince “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” der gibi oluyorum ama aslında öyle değil. Sadece yorgunum..

Zeytine olan hayranlığımın yorgunluğumla alakası yok. Her şeyi mübarek. Ama mübarek olduğu için de hayran değilim. Sebepsiz, sorgusuz, sualsiz karşılıksız seviyorum. Ve sadece bunun için dahi zeytin olmak istiyorum.

Biliyorum içim…

Yine kursağın düğüm düğüm. Kendinden kaçarak konuşuyorsun yine biliyorum.

Biliyorum içim hınca hınç doldun yine. Geceden gündüze, gündüzden geceye kaçarak zaman öldürüyorsun.

Biliyorum içim…

Her söylediğin sözü yine söylemek istediklerini gizleyerek söylüyorsun.

Biliyorum içim…

Asırlarca susmak istiyorsun…

Biliyorum içim…

İçime sığmıyorsun…

Ama görüyorsun, ben de taşamıyorum. Ne olurdu ki, deniz kenarında küçük bir bahçede, orta halli bir ağacın sadece tek bir tane zeytini olsaydım…

Kendime zeytin dalı uzatayım bari… Genelde barışmak anlamına gelen bu ifadeyi belki içim teselli olarak kabul eder…

Bu arada, acaba zeytin çiçeği nasıl kokuyor ki? Limon çiçeği çok güzel kokuyor mesela, yahu iğde… Acaba zeytinin çiçeği nasıl kokuyor.


Küçük bir adet yeşil zeytin….