Hadi yazalım bakalım, çünkü bu yazıya bizden daha çok
ihtiyacı olanlar var biliyoruz. Biz kaç kişiyiz, elbet ona da geleceğiz fakat
önce içimizdeki söz hücumundan bir kurtulalım.
Bu yazıyı sevilmek için çaba gösterenlere, hiçbir kelime
açıklama yapılmadan terk edilenlere, geceleri uyumak için yalvaran fakat
kimsenin bilmediği yaraların sızısından uyuyamayanlara, hakkında dedikodu
yapılanlara (ki bu biraz şerefsizliktir), gelişlerin gidişlerden daha çok
açtığı yaralara, kaldırımın köşesinde dünyayı güzelleştireceğine inanarak açan
çiçeğe, Melike Şahin’in konserde Durma Yürüsene şarkısını söylediği an
boğazında oluşan düğümlerden titreyen sesine, ağlayamadığı için kahkaha
atanlara, derdini sudan başka anlatacak kimsesi olmayanlara ithaf ediyorum.
Hiçbir derdinize değmeyecek belki. Ama olsun, en azından
sizleri de gören birileri var buralarda.
Kim süpürüyor sokaktaki yaprakları? Ne alaka diyor beynim
içindeki ses, zaten Veronika Ölmek İstiyor, derken Paulo Coelho da aslında
yaşamanın ne kadar kıymetli olduğunu anlatmak istiyormuş..
Peki sormak istiyorum, mesela bu duygu nasıl merak ediyorum;
bağzıları var tercih edilenler ve bağzıları ise hep daha çok sevip, hep daha
çok fedakarlık yapan ve tıpkı yapraklar gibi süpürülen fakat konumuz şu
tercihler, neye göre belirleniyor bu? Yani tam olarak ne olması gerekiyor, bir
tarifi bir tabiri ne bileyim bir reçetesi var mı bunların?
Ben büyümemeliydim. Gerçekten beni büyümeyeceğim diye
ağlayarak kendimi kilitlediğim banyoda bıraksaydınız ne kaybederdiniz? Biliyordum
işte bir gün bütün bunları yaşayacağımı.
Çünkü sizin bilmediğiniz bir sürü şey oluyor. Ve ben kimsenin
bilmediği yerlerde yere düşen yaprağın sızısına kadar yüreğimde taşıyorum.
Vallahi söz de kendinden düşüyor, yazı da kendi kendini
yazıyor gibi. Beynimin içindeki ses zira sen bunları mı diyecektin Sema diyor? Hele
bakalım belki birkaç yerde demek istediklerime de sıra gelir.
Bu arada ben Sema. Ve dün 2300 kişiyi hesabımdan sildim. Omuzlarımdaki
çanta da dahil olmak üzere her şeyi çıkardım attım. 2 tane ayrı bardakta aynı
çayı içtim. Kaç tane fotoğrafımı arşivledim ki her birinin anısı vardı.
Kafamda bir dünya kurdum, içinde bulunduğum dünyadan bugün
defoldum. Müzik dinlemeye bayılırım ve delirmeme son 3 kaldı diyebilirim.
Bana ne mi oldu? O ithaf ettiklerimin hepsinin sesini
duyuyorum. Siz hiç gerçekten hiç mi duymadınız? Acı çeken bir insanın etrafa
acıyla bakışına hiç mi şahit olmadınız?
Az önce Hüsna bir mesaj attı delirmemiz gerekiyormuş. Ben duydum
ve itaat ettim, siz de şahit olun. Haydi deliriyoruz.
Şimdi ne diyeceğimi de şaşırdım.
Bağzı insanlar var, ne yaparlarsa yapsınlar kimse tarafından
görülmüyorlar. Arkadaşlar, seviyorsanız adam gibi sevin lan. Kimse sizin
keyfinizi bekleyecek değil. Çabasız da sevilebilir insan. Ve sırf sevme şeklini
seviyorsunuz diye bir insanı niye kendi ayaklarınızın altına alıyorsunuz. Şimdi
yaktım çıranızı; bu kalbin bir makamı vardır, bilmiyorsanız söyleyeyim. Kalp Allah’ın
haremidir, kalp Kâbe’dir; onu yıkmak, kırmak Allah’a savaş açmaktır. Şimdi sizi
o kalple seven, Allah’ın evinde ağırlayan bir insanın kalbini tam olarak neye
güvenerek ayağınızın altına alıyorsunuz? Size kalp kâfiri desek kim bizi
suçlayabilir?
Bizin kim olduğunu söylerim belki kime ne?
Neyse yine içimdekilerle dışımdakilerde bir senkron sorunu
oldu. Allah bizden razı olsun. Bay