Yazmak için sayfayı açtığımda Konfüçyüs ve Paulo Coelho’nun
kitapları çarptı gözüme. Gözüm bir tık yana gittiğinde ise Jane Austen göz
kırptı ve aklıma Nurgül geldi. Bu kitaba birlikte başladık ve birlikte
bitiremedik.
Arabesk bir cümle söylemek gerekirse, biz daha neleri
bitiremedik. Hayat bizi bir kitabı da bitiremeyecek kadar yormuşsa, üstümüze
toprak atın. Bu satırı Nurgül okuduğunda gülecek eminim bu arada.
Son yazımın ikincisini yazmayı bekliyordum, lakin beklediğim
gibi olmadı. Baktım onu beklediğim için hiçbir şey yazmıyorum. Üstüme iyilik
sağlık ayol dedim. İçimdekiler içimde çok kalınca baş dönmesi yapmaya başladı.
Çok konuşmak isteyip konuşamayanlar, söyleyip
anlaşılmayanlar, söyledikleri boğazına düğüm olanlar bilir. Bütün bunlar mecaz
gibi görünse de insanda fiziksel sorun ve sıkıntılara sebep oluyor. Yani ruh
bir yerde ben bu bedendeyim diye inceden insanı dürtüyor.
Mesela ben bir kere söylemek istediklerimi söyleyemediğim
için boğazlarımda enfeksiyon oldu. Sonra söyledim geçti. Garip bir deneyimdi.
Neyse şimdi bunlardan bahsetmek istemiyorum.
Gözyaşıyla ilgili fark ettiğim bir şey oldu. Onu söylemek
sonra da sessizce buradan uzaklaşmak istiyorum.
İnsanın ne için ağladığı yüzünü, gözünü değiştiriyor. Şimdi burada
ruhani bir hava da estirmek istemem ya da neden istemeyim aman sanki ulusa
sesleniyorum.
Evet ey insanlar!
İnsan günahlarından ötürü pişmanlık gözyaşı döktüğünde,
mutlu olduğu bir an sevgiyle gözünden yaş aktığında bu insanın gözünde
parlaklığa; yüzünde nura sebep olabiliyor.
Fakat kederden, gamdan, acı ve üzüntüden ağlayan insanın
beti benzi atıyor. Gözünün feri kaçıyor, yüzünün rengi soluyor.
Her şey bu kadar hassasken..
Cümleyi tamamlayamadım yemin ederim.
Bunu fark ettiğimden beri her ağladığımda aynaya daha çok
bakar oldum. Ve kendi söylediklerimin, fark ettiklerimin sağlamasını kendimde
gördüm.
Evet, hiçbiri için madalya almadım.
Ama kimse bir bardak çay içmeme de engel olmadı.
Geçenlere dertlerimi soranlar olmuş. Soranlara selamları
var.