Konuşmalı insan..
Bolca konuşmalı..
Susunca halledemiyor çünkü kendimden biliyorum. İçim hapishane
gibi, 5-10 yıllık yahut müebbet almış mahkûm sözlerle dolu. Sadece sözler de
değil. Öyle çok anlatasım var ki..
Ne kadar anlatmak istiyorsam o kadar susuyorum. Marifet mi
bilmiyorum. Erdemli bir susma var doğru ama bu bendeki öyle bir susuş değil.
İçim acıyor mesela..
Bugün gelirken işe yeni bir şey fark ettim. İnsan aynı
okulda, aynı sınıfta hatta aynı evde farklı anılar biriktirebiliyor. Yolda ortaokul
günlerimi düşünüyordum. Bir anıya başka bir arkadaşımın farklı bir yaklaşım
getireceğini düşündüm. Aynı sınıfta farklı anıları biriktiriyorduk kendimize.
Ama ortaokulda kırılmıyordum. Bu kırgınlık büyüdükçe peyda
oldu. Çocukluğun masumluğu mu insanın böyle yükler altına girmesine izin
vermiyor? Yoksa çocukken yeterince ince düşünemiyor muyuz bilmiyorum?
Kahrolasıca kırgınlıkların neden olduğunu, iyi mi kötü mü
olduğunu bilmiyorum işte..
Yol boyunca dertleştiğim ne varsa koparmışlar bugün onu fark
ettim.
Dışarıda berbat bir hava.
Ve sürekli ama sürekli uyuma isteği..
Uykum olmasa da uyuma isteği. Yalan söylememek için değil
ama konuşmamak için insanlardan kaçma arzusu.
Bıktım bencil insanlardan. Hiç sevmiyorum.
Konuşmayı deliler gibi istiyorum evet. Ama istemiyorum tek
kelime etmek. Beni bu hale getirenlere de ne deyim bilmiyorum.
İnsan yaş aldıkça, kazanıyor ve kaybediyor. Geçenlerde güvenimin
azaldığını fark ettim. Bir yandan da sevmiyorum artık eskisi kadar çok.
Ben kaybedenlerdenim galiba.
Temmuz ayının sonunda bu ne gök gürlemesi akıl sır erer gibi
değil. Az önce camdan şemsiyesi rüzgârdan ters dönmüş bir kızın şemsiyeyi
düzeltme çabası, düzeltip yağmur yağdığı halde muhtemelen tekrar ters döner
korkusuyla kapatmasını izlerken kıyametin koptuğunu düşündüm.
Geçmedi kırgınlıklarım..
Kıyametle de geçmedi..
Beni bu havalar mahvetti..