İşe gitmek için yola çıktım
sabah. Yakın bir mesafede oturuyorum bu yüzden yürüyerek gidiyorum. Yürürken genelde
huyumdur, gökyüzüne yeryüzüne, bakarken bir şeyleri düşünmek. Bazen derin
hayallere dalarken kendimi kapıda buluveririm.
Neyse işte yürürken fark ettim ki
yine konuşuyorum çiçekle böcekle. Selam veriyorum güvercine, kargaya havaları
soruyorum falan. Sonra şey dedim “Bloğum geldi benim”.
Kendi kendine herkes konuşur,
bilmiyorum herkes soru sorup cevaplar veriyor mu ama ben gayet sohbet ediyorum.
Bazen muhabbet o kadar uzuyor ki,
gecelerce sürüyor. Evet, sadece gecelerce. Aslında gündüz de olur ama insanlar
nedense garip bakıyorlar bu duruma. Gündüzleri sadece konuşuyorum muhabbet
etmiyoruz.
Zeyneb de beni uyardı “insanlar
için normal değil böyle şeyler, senin için endişeleniyorlar” diye. Sonra fark
ettim ki evet, Zeyneb haklı. Kimsenin endişe yükünü taşımak istemediğim için
sadece kendimleyken konuşuyorum.
Sabah ne konuşuyordum
hatırlamıyorum ama yol kenarlarında papatyalar vardı. Görünce mutlu oldum.
Dedim “ah be papatya insanların
hırsları, meraklarına kurban gideceksiniz”
O da cevap verdi
“evet, ama buna rağmen umudumuzu
kaybetmiyoruz. Bir insan bizimle seviyor sevmiyor yapıyor diye açmaktan
vazgeçmiyoruz”
Sonra sohbet devam etti:
“üzülüyor musunuz yapraklarınız
koparıldığında”
O:
“canımız acıyor, sevgiyi doğru
anlamayanlar bunu hep yaparlar. Can yakarlar, güzelliklerin tadını çıkarmayı
bir kenara bırakıp onları yok etmeye çalışırlar.”
Ben:
“ peki, doğru anlayanlar da var
mı?”
O:
“tabii ki, nadiren de olsa
karşımıza çıkıyor. Bizim önümüzde eğiliyor, bizi yaratana şükürler ediyor, bize
şiirler okuyorlar”
Ben:
“yapraklarını koparmaları kötü
mü? Ben bazen bazı şeylere tahammül edemiyorum. Yoruluyorum, sabrım kalmıyor
mesela.”
O:
“bence bizim asıl derdimiz bu. Biz
de insanları seviyoruz. Hatta biz de değil, biz direkt olarak insanları
seviyoruz. Seven için feda olmak çok zor olmasa gerek. Sen bilirsin.” Bunu söylerken
hafiften güldüğü gözümden kaçmamıştı tabii ki. Ama hiçbir zaman seviyor,
sevmiyor diye kendi sevgime bir papatyayı kurban etmemiştim.
Ben:
“güzel bir noktaya değindin, ama
şimdi işe gitmem gerekiyor. Döndüğümde burada olursanız görüşürüz.” Dedim ve
sohbetin başından sonuna kadar yanımızda olan güvercine selam verip
uzaklaştırdım.
Güvercinleri de anlamıyorum. Neyse
başka zaman anlatırım onları. İşte bütün bunlar olurken dedim benim “bloğum
geldi”. Böyle bir cümle yapısı yok “çaysamak” gibi. Ama konuşasım geldi desem
doğru olmuyor. Susmak desem o da değil, yazmak desem alakası yok.
Tabii papatyaya varana kadar
geçen yaz Üsküdar da ki garip karşılaşma aklıma geldi. İlginç bir gündü. Neyse onu
da kendime saklayayım, bir gün kafam bozulursa yazarım.
Şimdilik bu kadar.